İŞBİRLİĞİ VE DAYANIŞMA

“REKABET VE ÇATIŞMA” YERİNE “İŞBİRLİĞİ VE DAYANIŞMA”

 

Rekabet ve Çatışma”, Batı Kültürünün temel taşlarıdır. Marks bile bu anlayışı tamamen değiştirmeyi düşünmemiştir. Sadece “rekabet” kısmını, sınıflar arası konumuna indirgemiştir. “Çatışma” temelinde bir değişiklik getirilmemiştir.

Osmanlı Türk Devletinin kültür temelleri ise, “İşbirliği ve Dayanışma” üzerine kurulmaya çalışılmıştır. Bu anlayış da, tıpkı “hayırsever insan” ve “itidal” kavramları gibi bütün alanlarda uygulanmıştır.

Köylerde, mahallelerde, bürokraside, askeriyede vb yerlerde hâkim anlayış, “İşbirliği ve Dayanışma” kültürüdür. Dolayısıyla son derece kapsamlı bir uygulama alanı bulan bu anlayışın, iktisadi düşünceleri etkilememesi düşünülemez.

Türklerde ticarette rekabet esas değildi. Ticarette asıl olan “itibar” idi. Nitekim Osmanlı’nın yükseliş döneminin anlayışını konu eden hikâyeler benim gençliğimde dâhi, şöyle anlatılırdı.

“Sabah evin bazı ihtiyaçlarını almak için çarşıya giden bir kişi, girdiği esnaftan ilk ihtiyacını ister. Esnaf hemen verir. İkinci bir ihtiyacı malzemeyi daha isteyince, ‘Ben siftah yaptım, ama komşum yapmadı. Sen o ihtiyacını bizahmet ondan al’ diye gönderir.

Adam gider o esnaftan alışveriş yapar. Aynı esnaftan ilave bir malzeme isteyince, o da ilk esnaf gibi adamı komşusuna gönderir.”

Çünkü Osmanlı da “fiyat, üretim ve ücret arasındaki rekabet asgari seviyedeydi. Esas olan günlük değil, uzun vadeli düşünceydi. Dolayısıyla “gurup içi dayanışma” esastı. Bu dayanışmanın kurallarını da “lonca” denilen ortak kurullar takip ederlerdi.

Esnafları pîrî Ahi Evran’ın sözleri de bu anlayışı yansıtır: “Kişi, vicdanını kendine gözcü yapar.”

Kolayca tahmin edilebileceği gibi, “İşbirliği ve Dayanışma” anlayışı keşiflerle beslenen “Rekabet ve Çatışma” anlayışı karşısında maddeten geriledi. Diğer bir anlatımla “Rekabet ve Çatışma” taraftarları sürekli güçlendiler. Önlerindeki engelleri yıkarak devam ettiler.

Ta ki, 18 Mart 1915’te Çanakkale önüne gelene kadar. Çanakkale’ye geldiler. Aynı hızla geçip gitmeyi umuyorlardı. Ama geçemediler. Durdular. “İşbirliği ve Dayanışma” karşısında geri döndüler.

Fakat ders almadılar. II. Dünya Savaşı ile perişan hale düştüler. İşbirliği ve Dayanışmaya en çok ihtiyaç duydukları bir anda, Rekabet ve Çatışma kendisini yerlere serdi.

Bilindiği gibi Kur’an, ibret alınması için geçmiş olayları sıkça anlatır. Ama aynı sıklıkla “öyle iken çoğusu iman etmedi” diyerek insanların musibetlerden ders almadıklarını, uyarıyla karışık itiraf eder.

Hâlbuki Türk atasözü; “bir musibet bin nasihatten evladır (iyidir)” derken, ders alınan tek musibetin, bin nasihatten daha faydalı olduğunu vurgular.

Fakat “rekabet ve çatışma” temelinin üzerine bina kurmaya çalışanların, bırakın nasihatleri, musibetlerden ders çıkarmaları bile çok zordur. Nitekim iki Dünya Savaşına rağmen, halen benzer mantıkla yol alınmaktadır. Hem de giderek, Türkler dâhil bütün dünyayı içerisine alacak şekilde yanlışta yürünmektedir.

Bu yazı Sosyal kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.