İBADETLERİN AMACI

İBADETLERİN MAKSADI, İNSANI AHLÂKLI YAPMAKTIR

 

Kur’an, ibadetlerin Allah’a bir yararı olmayacağını sıkça vurgular. Eğer bizim yaptığımız ibadetlerin Yüce Yaradan’a bir faydası yoksa Allah, bizden niçin ibadet etmemizi istemiş olabilir? Bu sorunun cevabını bulabilmek için en uygun yol, Kur’an’a bakmaktır.

Daha önceki yazımızda ibadetlerin neler olduğu hakkındaki düşüncelerimizi aktarmıştık. İslâm âlimlerince kabul gören ibadetlerin; namaz, zekât, oruç ve hac olduğunu belirttikten sonra, 8-12.nci asır ulemasının cihad kavramını da ibadetlerin arasına aldığını yazmıştık.

Biz de, cihadın Kur’an’daki anlamıyla, yani, kendi nefsine karşı ve bize saldıranlarla fitnecilere karşı yapılan cihadın beşinci ibadet olarak kabul edilebileceğini vurgulamıştık. Furkan Suresi 52.nci ayete göre Kur’an’ı yaşamaya çalışmanın en büyük cihad kabul edildiğini belirtmiştik.

Şimdi bu ibadetleri, Kur’an’daki anlatımlarıyla irdelemeye çalışalım. Önce Kur’an’da en çok geçen ibadet olarak namaz konusunu kısaca ele alalım.

Kur’an’dan anlaşıldığına göre namaz, Kur’an’da adı geçen bütün peygamberlere farz kılınmıştır. Hatta Yüce Yaradan’ın bize yaptığı namaz tarifi, Hz. Meryem ile aynıdır. Al-i İmran Suresi 43: “(Melekler) ‘Ey Meryem! Rabbine divan dur ve secdeye kapan ve rükû edenlerle beraber rükû et’ demişlerdi.”

Dolayısıyla namazın Kur’an’da bahsedilmeyen peygamberlere de farz kılınması ihtimali çok kuvvetlidir. Bu açıdan bakılınca, Yüce Yaradan namaz kılmamızı önemsemektedir. Bu sebeple de hergün belirli vakitlerde kılmamızı istemiştir.

Nisa Suresi 103: “O korkulu zamanda namazı kıldınız mı gerek ayakta, gerek otururken ve gerek yanlarınız üzerinde hep Allah’ı zikredin. Korkudan kurtulduğunuzda namazı tam erkânı ile kılın. Çünkü namaz müminlere belirli vakitlerde yazılı bir farzdır.”

Ankebut Suresi 45: “(Ey Muhammed!) Kitaptan sana vahyolunanı oku, namazı da dosdoğru kıl. Çünkü namaz, insanı hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah’ı anmak elbette en büyük ibadettir. Allah, yaptıklarınızı biliyor.”

Peki, namaz kılmalarına rağmen hayâsızca davranan veya kötülük yapan bunca insan var. Neden namaz bunları engellemiyor?

Kur’an’da namazın bahsedildiği ayetlerin birçoğunda (Bakara 3, 43, 277 gibi) namazı dürüst veya dosdoğru kılmaktan bahseder. Ama bizler dosdoğru kılmayı, din hocalarının tarif ettikleri şekillere uyarak kılmak şeklinde algılıyoruz. Yani biz işin aslına değil, şekline bakıyoruz. Eğer, secdeye giderken pantolonumuzu hafifçe yukarı çekmediysek veya secdeden kalkarken sağ ayak başparmağımızın yerle teması kesilmediyse vb şekilsel tariflere uyduysak, namazı dosdoğru kıldığımıza kanaat ederiz.

Biz namazı şekle indirgeyince, artık namaz bir ibadet olmaktan çıkıyor, bir idman şekline dönüşüyor. Jimnastik yapmak bizi ne kadar ahlâklı olmaya yönlendirirse, şeklen kılınan namaz da o kadar etkiler.

Maun Suresi böyle namaz kılanlara seslenir:

  1. Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki,
  2. Onlar namazlarını ciddiye almazlar.
  3. Onlar (namazlarıyla) gösteriş yaparlar.

Demek ki Allah’ı kalpten anarak namaz kılarsak, kıldığımız namaz bizleri hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyacaktır. Aksi takdirde bir idman olacaktır.

Kur’an’da ikinci olarak çok geçen ibadet ise, zekât vermektir. Zekât da aynı namaz gibi, Kur’an’daki bütün peygamberlere farz kılınmıştır. Zekât için bir oran verilmemiştir. Sadece sevdiği malından ve ihtiyaçtan fazlasının verilmesi istenilmiştir.

Bakara Suresi 276: “Allah faizi mahveder, oysa sadakaları bereketlendirir. Allah günahta ve inkârda direnen hiç kimseyi sevmez.” Rum Suresi 39: “İnsanların malları içinde artsın diye verdiğiniz faiz, Allah yanında artmaz. Allah’ın rızasını dileyerek verdiğiniz zekâta gelince, işte onlar, malları kat kat artmış olanlardır.”

Demek ki Allah’ın rızasını dileyerek verdiğimiz zekâtı, Yüce Yaradan bereketlendiriyor. Kat kat artırıyor. Fakat bu durumun olabilmesi için, Yüce Yaradan tıpkı namaz konusunda yaptığı gibi, bizi zekât için de uyarıyor. Zekâtın bize faydasının olabilmesi için, Allah’ın rızasını kazanmayı dileyerek vermemizi, gösteriş için vermememizi istiyor. Bu sebeple olsa gerek atalarımız, “bir elin verdiğini, diğer el görmeyecek” demişlerdir. Aksi takdirde “kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez” anlayışıyla, çıkarcılığa dönüşür.

“Zekât veya sadaka sadece maddi anlamda mıdır?” sorusunun cevabını yine Kur’an veriyor. Bakara Suresi 263: “Bir tatlı dil ve kusurları bağışlamak, arkasından eza ve gönül kırma gelecek bir sadakadan daha hayırlıdır. Allah, hiçbir şeye muhtaç değildir, halimdir, yumuşak davranır.”

Kur’an’da geçen bir diğer ibadet oruçtur. Oruç da bütün peygamberlere farz kılınmıştır. Bakara Suresi 183: “Ey iman edenler! Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Umulur ki korunursunuz.” Ayetin sonundaki, “umulur ki korunursunuz” ibaresi, eğer biz de oruç tutarsak, orucun bizi kötülük yapmaktan alıkoyabileceği, Allah’ın yoluna iletebileceği anlamına gelir.

Bakara 184: “(Size farz kılınan oruç), sayılı günlerdedir. İçinizden hasta olan veya yolculukta bulunan ise, diğer günlerde, tutamadığı günler sayısınca tutar. Ona dayanıp kalacaklar üzerine de bir yoksulu doyuracak kadar fidye gerekir. Her kim de hayrına fidyeyi artırırsa, hakkında daha hayırlıdır. Bununla beraber, eğer bilirseniz, oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır.”

Yüce Yaradan oruç tutmamızı farz kılmasına rağmen, sağlığı iyi olmayanlara kolaylıklar gösteriyor. Sağlığımız düzelince tutamadığımız gün sayısınca tutmamızı veya bir yoksulu doyurmamızı istiyor. Fakat ayetin sonunda “bununla beraber, oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır” diyerek, orucun daha faydalı olduğunu anlatıyor. Hâlbuki toplumsal düzeni iyileştirmek açısından bakılınca, bizden oruç tutamadığımız günler için sadece fakir doyurmamız istenebilirdi. Ama mümkün olduğu kadar oruç tutmak için kendimizi zorlamamız tavsiye ediliyor.

Kur’an, bir ayrıntılı ilmihal kitabı olmadığından, ayetlerde orucun faydalarının neler olduğu belirtilmiyor. Ama düşünen her insan, orucun insanın kendi nefsini terbiye etmesi için çok önemli olduğunu bilir. Ayrıca, bazen aç kalmanın güçlüğünü yaşayacağından fakir insanların sıkıntılarını daha iyi anlar. Onlara daha bir içten yardım eder. Zekâtını Allah rızası için verir. Diğer taraftan tıp ilminde ilerlendikçe, orucun vücudumuzun işleyişi üzerindeki olumlu etkilerine her gün yenisi ekleniyor.

Yüce Yaradan bizlerden yeminlerimizi bozduğumuzda, eşimizi haksız yere boşadığımızda veya bir mümini yanlışlıkla öldürdüğümüzde de, elimizden başka bir şey gelmezse, oruç tutmamızı istiyor. Demek ki orucun nefsi terbiye özelliği var. Fakat orucu da şeklen değil, kalpten Allah’ı bolca anarak tutmalıyız ki, bahsedilen faydalarını görelim. Eğer şeklen oruç tutarsak, tuttuğumuz oruç bir diyet uygulamasına dönüşür. Diyet yapmanın nefsi terbiye özelliği ne kadar var ise, şeklen tuttuğumuz orucun da o kadar olur.

Kur’an’da istenilen diğer ibadet, hac yapılmasıdır.

Al-i İmran Suresi 97: “Onda apaçık deliller, İbrahim’in makamı vardır. Oraya giren güvene erer. Ona bir yol bulabilenlerin Beyt’i haccetmesi Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim inkâr ederse, şüphesiz Allah bütün âlemlerden müstağni (kimseye muhtaç değil, her şey ona muhtaç)dir.”

Ayete göre, Hac için bir yol bulabilenler yani imkânı olanlar için, Beyt’i haccetmesi, Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Hacca gitme imkânı bulamayanlar için aşağıdaki ayet yol göstericidir:

Bakara 158: “Gerçekten Safa ile Merve Allah’ın alâmetlerindendir. Onun için her kim hac veya umre niyetiyle Kâbe’yi ziyaret ederse, bunları tavaf etmesinde ona bir günah yoktur. Her kim de gönlünden koparak bir hayır işlerse, şüphesiz Allah iyiliğin karşılığını verir, o her şeyi bilir.”

Aynı ayette hem Kâbe’yi ziyaret hem de gönülden iyilik yapmak bir arada bahsediliyor. Eğer bir önceki Al-i İmran 97.nci ayette “ona bir yol bulabilenlerin” denilmese idi, Bakara 158.nci ayetin devamının böyle gelmesine farklı bir bakış yapılmayabilirdi. Ama Yüce Yaradan her Müslümanın hacca gidemeyeceğini bildiğinden, gidemeyenlerden “gönülden koparak hayır“ işlemelerini istemiş olması ihtimali kuvvetlidir.

Demek ki, hacca güç yetiremeyen veya bir yol bulamayan kişi, eğer gönülden koparak hayır işlerse, Yüce Yaradan ona iyiliğinin karşılığını, belki de haccetmiş gibi, verecek.

Bakara 197: “Hac, bilinen aylardadır. Her kim o aylarda hacca başlayıp kendisine farz ederse; artık hacda kadına (eşine) yaklaşmak, günah işlemek ve kavga etmek yoktur. Siz hayırdan ne işlerseniz, Allah onu bilir. Kendinize azık edinin. Şüphesiz ki azıkların en hayırlısı Allah korkusudur. Ey akıl sahipleri! Benden korkun!”

Ayete göre, hac sırasında eşiyle temas etmek,  günah işlemek ve kavga etmek yasaktır. Tavsiye edilen şey, hayır işlemektir. Bütün bunları yapan insan nefsini terbiye etmiş olacaktır. Dolayısıyla haccın faydasını, kendi nefsini terbiye etmiş olmakla yine kendisi görecektir.

Aynı ayette Yüce Yaradan bizden azık temin etmemizi istemektedir. Nasıl bir azık temin edeceğimizin cevabını da ayetinde şöyle vermektedir: “Şüphesiz ki azıkların en hayırlısı, Allah korkusudur.”

Demek ki, hacca giden bir insan, Yüce Yaradan’ın söylediklerini yaparak Allah korkusuyla hareket etmeye başladığı zaman, mümin haline gelebilir. Aksi takdirde hac, turistik bir seyahate dönüşebilir.

İbadetleri anlattığımız önceki yazımızda, beşinci ibadet olarak cihadın kabul edilebilmesi için, şöyle demiştik: “Eğer cihad kavramını Kur’an’da bahsedilen manasıyla, kendi nefsine karşı mücadele ederek, Kur’an’ı yaşamaya çalışan örnek insan olmak anlamıyla uygularsak, sadece bize saldıranlarla ve fitne çıkaranlarla cihad edersek,  beşinci ibadet olarak cihad kabul edilebilir.”

Demek ki cihadı Kur’an’da bahsedilen anlamıyla uygularsak, bunun faydası tamamen kendimize ve nefis terbiyesi şeklinde olmaktadır. Aksi takdirde cihad, kendi menfaatimiz için Allah’ı kullandığımız bir saldırganlığa dönüşür. Nitekim; Ankebut Suresi 6: “Cihad eden ancak kendisi için cihad etmiş olur. Şüphesiz Allah, âlemlerden müstağnidir. (kimseye muhtaç değildir, her şey ona muhtaçtır)”

Allah’ım, ibadetlerimizi layıkıyla yaparak nefsimizi terbiye edebilmemiz, hayâsızlıktan ve kötülükten korunabilmemiz için, bizlerin irade gücümüzü ve mücadele azmimizi artır.

Bu yazı Dini kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.