HZ ÂDEM PEYGAMBER KONUSU 2

HZ ÂDEM PEYGAMBER KONUSU 2

 

Âdem’in iki oğlu hakkında anlatılan hikâyelerin Kur’an’da aktarılanla ilgisi olmayıp, tamamen uydurma olduğunu tespit ettikten sonra, şimdi de, Hz. Âdem’in ilk insan olup olmadığı hususunu irdelemek için, Kur’an’ın ilgili ayetlerine bakalım.

Bakara Suresi 30: “O vakit Rabbin meleklere demişti: ‘Muhakkak Ben, arz üzerinde halife var edenim. (Melekler) ‘Orada fesat çıkaracak ve kan dökecek kimse mi yaratacaksın’ dediler.”

Öncelikle dikkat etmemiz gereken husus şudur. Ayette “insan” kelimesi veya “beşer” ifadesi geçmiyor. Ayette, “men” kelimesi geçiyor (fiyha men yüfsidu fiyha ve yesfiküddima).”Men” sözü, herhangi bir kimse anlamındadır. Bu durumda ayetin bu kısmının manası, orada fesat çıkaran ve orada kan döken kimse demektir. Dolayısıyla, ayette sözü edilen, “bir insan” değildir. Ayette geçen “kimse” sözü, eskiden olduğu gibi, günümüzde de topluluk içerisinden, cemiyetin ortalama özelliğine sahip herhangi birisini anlatmak istendiğinde kullanılır.

Bazı müfessirler, bu ayette bahsedilen meleklerin itirazlarını irdelerken, meleklerin, yaratılmak istenilenlerin kan döküp fesat çıkaracaklarını nasıl bilmiş olabileceklerinin yorumlarını şu şekilde yapmışlardır.

  1. Allah, her şeyi Levh-i Mahfuz’da kaydettiğinden, bazı önder melekler, Yüce Yaradan’ın izniyle, oradan öğrenmişlerdir.
  2. Bizzat, Allah söylemiştir.
  3. Melekler, insanları, cinlerle kıyaslamışlardır. Cinler, insanlardan önce ve bu müfessirlere göre de, yeryüzünde yaratılmış ve kan dökmüşlerdir. Dolayısıyla, kendilerince kıyas yaparak insanların da kan dökebileceklerini düşünmüşlerdir.

Müfessirlerin yukarıdaki bu açıklamalarını irdelediğimizde, ilk iki madde hakkında bir bilgi sahibi olma ihtimalimiz yoktur. Ayrıca, Kur’an’da da bu konu açıklanmadığından, fikir yürütmemiz yanlış olur. Bu nedenle, Kur’an’da bahsi geçmeyen ilk iki maddeyi, dikkate almamızın bir anlamı yoktur.

Cinler konusuna gelince; cinlerin, insanlardan önce yaratıldığını Hicr Suresi 15/27inci ayetten anlıyoruz. Ancak bu müfessirler, ayeti tercüme ederlerken, Kur’an’da olmayan söz ekleyerek, ayeti, “Cin’in ilk atasını, insandan önce alevli bir ateşten yarattık”  şeklinde tercüme etmişlerdir. Böylece, cinlere de, bir ilk ata ihdas etmişlerdir. Ayrıca bazı tefsirlerde, cinlerin, yeryüzünde yaşadıkları ifade edilmiştir. Hâlbuki Kur’an’da, cinler için “ilk atası” sözü olmadığı gibi (biraz aşağıda Hicr 27inci ayetin kelime kelime tercümesini vereceğiz), yeryüzünde yaşadıklarına dair bir bilgi de yoktur.

Müfessirlerin ifade ettikleri üçüncü sebebin, ilk insanın Hz. Âdem olduğu şeklindeki kendi fikirlerini savunabilmek için söylendiği, Hicr Suresinin 27inci ayetini yorumlamalarından anlaşılmaktadır. Müfessirlerin bu açıklamaları, Kur’an ayetlerini, kendi fikirlerine uydurmak için, kendilerince eklemeler yaparak tercüme ettikleri izlenimi veriyor. Hâlbuki Bakara Suresi 30uncu ayet gayet nettir. Melekler, daha önce yaratılmış olan ve fesat çıkarıp kan döken kimselerin varlığını biliyorlar. Muhtemelen itirazları, kendileri Allah’ın emrinden çıkmayıp O’nu hep yüceltirken, fesat çıkaran bir yapıdaki kimsenin halife yapılmasına olabilir.

Nitekim Bakara 30’un devamındaki ayetlerde anlatılanlar da, bu fikri destekliyor. Devamındaki ayetlerde aktarılanlara göre, Yüce Yaradan, Âdem’e bazı şeyler öğretince, melekler, insanın, kendilerine göre üstün olan öğrenme, akıl yürütme ve yorum yaparak kendini geliştirme özelliğine sahip olduğunu anlıyorlar. Derhal emre uyarak, Âdem’e secde ediyorlar (saygı duyuyorlar). Dolayısıyla, insanın sadece fesat çıkarıp kan döken yapısının olmadığını, bunun yanında, Allah’ın insanlara çok güzel vasıflar verdiğini anlıyorlar. Bakara 34’deki emre göre, ayetin bize net olarak anlattığı bir fikir, meleklerin secde ettikleri insan, Âdem’dir. Âdem o anda, Yüce Yaradan’ın öğrettikleri sayesinde, “kâmil insan” konumundadır. Dolayısıyla, meleklerin secde ettikleri, o anda yeryüzünde var olan ve fesat çıkarıp, kan döken “kimseler” değildir.

Müfessirler, cinlerle ilgili iddialarında yaptıkları gibi, Hz. Âdem’in de tek olarak yaratıldığını açıklayabilmek için, Hucurat Suresinin 49/13üncü ayetini de kendilerince tercüme etmişlerdir. Ayetin bizim konumuzla ilgili kısmının Arapçası şöyledir: “ya eyyühennasü inna halâknaküm min zekerin ve ünsa ve ce’alnaküm şu’uben ve kebaile lite’arefu, inne ekremekum indallahi etkaaküm…”

Yukarıdaki Arapçasına bakılınca, ayetin ilgili kısmının tercümesi şöyle olmalıdır: “Ey insanlar, Biz sizi, erkek ve dişiden yarattık ve sizi milletlere ve kabilelere ayırdık ki, birbirinizi tanıyasınız…”

Görüldüğü üzere, ayette “bir” sözü geçmemektedir. Buna rağmen, bu müfessirler, Arapça “min” kelimesinin anlamını, “bir” olarak tercüme etmişler ve şöyle demişlerdir: “…Biz sizi, bir erkek ve bir dişiden yarattık…”. Eğer müfessirlerin burada ifade etmek istedikleri şey, çocuğun, bir erkek ve bir dişiden yaratılmasını anlatmak ise, “bir erkek ve bir dişi” sözü geçerlidir. Ama maksat, Âdem’in ve Havva’nın yaratılan ilk insan olduğunu vurgulamak ise, tercüme yanlış anlaşılmaya sebep olacağı için, hatalıdır.

Zaten, ayette geçen “min” kelimesi, “bir” anlamında değildir. “min” kelimesi, öncesinde geldiği kelime veya kelimeleri niteler şekilde “-den” eki olarak kullanılır. Bu ayetteki şekliyle, “min zekerin ve ünsa” ifadesinde, “erkek ve dişiden” ekini sağlar. Bu durumda, ayetin bu kısmı şöyle okunur: “…Biz, sizi erkek ve dişiden yarattık…”Demek ki, “min” kelimesinin doğru kullanımı bu şekildedir. “Min” kelimesinin bu durumunu, diğer ayetlerle karşılaştırdığımızda da görmekteyiz.

Konumuzla doğrudan ilgili olmayan Nas Suresinde geçen “min şerri vesvasilhannas” bölümü, “vesvese veren insanların şerrinden”  şeklinde tercüme edilmektedir. Eğer bu bölüm “bir şer” olarak tercüme edilseydi, anlamsız bir ifade ortaya çıkardı. Benzer şekilde Felâk Suresinin “min şerri ma halâka” bölümü, “yarattığı şeylerin şerrinden” anlamındadır. Burada da “min” kelimesi “bir” olarak değerlendirilseydi hiçbir mana taşımayan ifadeler ortaya çıkardı.

Hucurat Suresi 13üncü ayetin başlangıcında “Biz, sizi erkek ve dişiden yarattık” denildikten sonra devamında “ve sizi milletlere ve kabilelere ayırdık ki, birbirinizi tanıyasınız…” denilmesinde de, bir incelik vardır. Eğer Yüce Yaradan, bizi, Âdem ve eşinden yarattığını söyleseydi, ayetteki açıklamayı, bizim net anlayabilmemiz için, şöyle ifade etmesi beklenirdi: “Biz, sizi Âdem ve eşinden yarattık ve sonrasında da, sizi milletlere ve kavimlere ayırdık…”

Bu ayetteki diğer bir incelik, “birbirinizi tanıyasınız” ifadesindedir. Eğer, insanlar başlangıçtaki yaratılışlarında kavimler halinde yaratılmamış ise, sonradan coğrafi şartlar veya başka sebeplerle kavimlere ayrılmışsa, niçin birbirinizi tanıyasınız ifadesi kullanılsın? Sonradan kavimlere ayrıldıysak, aksine, zaten beraber iken ayrıldığımız için, birbirimizle tanışmak değil, ayrışmaya meylederiz. Eğer, kavimler olarak ayrı ayrı yaratılmış isek, o zaman birbirimizle tanışma ihtiyacını hissederiz.

Bu durumda, ayetin ifadesinden net olarak anlaşılan o ki, Allah, bizi, erkekler ve dişiler halinde yaratırken, bizleri bu yaratış anında, farklı milletler ve kavimler halinde hâlk etmiş. Muhtemelen, her kavme verdiği özelliklerin bazısını farklılaştırmış. Yani kavimlere ayrılmamız, başlangıçtaki yaratılışımız sırasındadır.

Anlaşılan o ki, bazı müfessirler, Hucurat 13’teki “min” kelimesinin tercüme hatasının aynısını, Hicr Suresi 15/27inci ayetin tercümesinde de yapmışlar. Ayet: “Velcanne halâknahü min kablü min narissemum”. Ayetin tercümesini, yukarıda da bahsettiğimiz gibi, “Cin’in ilk atasını insandan önce alevli bir ateşten yarattık”  şeklinde yapmışlardır. Demek ki, “min” kelimesi, yine “bir” olarak tercüme edilmiştir.

Hâlbuki ayetteki “min” kelimesinin, öncesinde geldiği kelimeyle bağlantılı olarak “den” anlamında olduğunu, diğer ayetlerden anlamıştık. “min kablü min narissemum” ifadesinin anlamı ”önceden, kavurucu ateşten” demektir. Ayetten de anlaşıldığı gibi, “Cinin ilk atası” diye bir tabir yok. Sadece, cinin önceden ve ateşten yaratıldığını ifade ediyor. Ayette cin için tekil şahıs kullanılması, yaratılanın tek bir cin olduğu anlamına gelmez. Zaten cinlerin yapıları hakkında bir bilgimiz olmadığından, yazımızın başlığıyla ilgili konuyu saptırmadan irdelemekte fayda var. Ayette geçen “önce” sözüyle insanın kast edildiğini düşünmemizin nedeni, Hicr Suresinin bir önceki ayetindeki, “insanı kuru çamur ve balçıktan yarattık” ifadesini, “yaratacağım” şeklinde tercüme ettiğimiz içindir.

“Min” kelimesinin anlamında yapılan benzer hata, Hicr Suresinin 28inci (ve 26ıncı) ayetinin tercümesinde de yapılmıştır. 28inci ayet: “ve iz kaale rabbüke lilmelaiketi inniy halikun beşeren min salsalin min hamein mesnun”

Bu ayetin tercümesini, bu müfessirler şöyle yapmışlardır: “O vakit düşün ki, Rabbin meleklere, ‘Ben kuru bir çamurdan, şekil verilmiş bir balçıktan, bir insan yaratacağım.’

Bir defa, çamur ve balçık, sayılabilen malzeme değildir. Bu sebeple, “bir çamur ver” diye ifade edilmez, “biraz çamur ver” denilir. Yine aynı şekilde, “bir balçık ver” değil, “biraz balçık ver” şeklinde söylenir. Dolayısıyla, ayetteki yazılışıyla, “kuru çamurdan” ve “şekil verilmiş balçıktan” şeklinde ifade edilmelidir. Eğer, kuru kelimesi ile çamurun özelliği nitelenmek isteniyorsa bile, “kuru bir çamur” denilmesi yanlış anlamalara neden olacağından, bu şekilde tercüme edilmemelidir.

Eğer “min” kelimesini gerçek anlamında tercüme edersek, ayet şöyle olacaktır: “O vakit Rabbin meleklere dedi ki; şüphesiz Ben, beşer yaratanım. Kuru çamurdan, şekil verilmiş balçıktan (yaratanım)”.

“min” kelimesinin anlamına dikkat etmeden yanlış tercüme yapan bu müfessirler, ayetteki “beşeren” kelimenin tercümesinde çok daha büyük hata yapmışlardır. Ayetteki “beşeren” kelimesini “insan” olarak tercüme etmişlerdir. Hâlbuki Kur’an, “insan” kavramının, “beşer” mefhumundan ayrı olduğunu vurgulamak için, hassasiyet göstererek, ilgili ayetlerde farklı kelimeler kullanmıştır.

Hud Suresi 11/27inci ayette Yüce Yaradan, Hz. Nuh’a itiraz eden kâfirleri beşer olarak gördüğünü nitelemek için, “ma nerake illa beşeren mislena” ifadesini kullanıyor. Bu ifadenin tercümesi şöyle: (Buna karşılık, kavminin ileri gelen kâfirlerinden bir kısmı dediler ki) “Biz, seni, bizim gibi beşerden biri olarak görüyoruz, başka değil,” Allah, bu ayetinde, kâfirlerin ağzından çıkan bir ifadeyi kullanırken, onların “insan” olamadıklarını göstermek için “beşeren” kavramıyla niteliyor.

Enbiya Suresi 21/34üncü ayette de, Hz. Muhammed’e itiraz edenleri nitelemek için, aynı kinaye yöntemi kullanılarak, “beşer” kavramına yer veriliyor: “ (Ey Muhammed) Senden önce de hiçbir beşeri ölümsüz kılmadık, sen ölürsen onlar ebedi mi kalacaklar?” (ve ma cealna libeşerin…) Yüce Yaradan, surenin önceki ayetlerindeki ifadeleriyle kızdığı ve peygamberinin ölümünü isteyip fesat çıkaranların ebedi yaşamayacaklarını göstermek için, onlardan bahsettiği ayetinde, “beşer” kavramını kullanarak, itirazcıları, insan seviyesinden düşük telâkki ettiğini gösteriyor.

Hicr Suresi 15/28inci ayette de, özellikle “beşeren” kelimesi kullanılmıştır. Beşer kavramı, “insan” sözünden farklıdır. İnsan, ruhen yükselmiş beşer demektir. Yüce Yaradan, bu ayetinde “şüphesiz Ben, beşer yaratanım. Kuru çamurdan, şekil verilmiş balçıktan (yaratanım)” bahsedilen “beşer” ifadesiyle, Bakara Suresi 30uncu ayetindeki “kimse” sözünü perçinlemiş oluyor.

Hicr Suresi 28inci ayetteki “beşer” ifadesinden ve Bakara Suresi 30uncu ayetteki “kimse” vurgulamasından, yani her iki ayette de “insan” kelimesinin kullanılmamasından anlaşıldığı üzere, Hz. Âdem ve eşinden önce, yaratılmış kimseler, beşer niteliğindedir. Henüz ruhen yükselmedikleri için, insan olamamışlardır.  

Bu yazı KUR'AN ÜZERİNE kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.