HER DİN, BİR HAKİKAT SÖYLEMİYLE ORTAYA ÇIKMIŞTIR
Her yeni din, eskisinin tahrif edildiğini ve oluşan yanlış fikirleri örnek göstererek, hakikat söylemini yeniden dile getirmiştir.
Hz. Âdem’den sonraki dinlerin içerisinde günümüze kadar gelebilenlerin en eskisi, Yahudiliktir. Bilindiği gibi Yahudilik Hz. Musa’ya verilen on emir ile şekillenmiştir.
Hz. Musa’ya gönderilen on emir şöyle:
- Allah’tan başka ilâhların olmayacak.
- Kendin için oyma put yapmayacaksın.
- Allah’ın ismini boş yere anmayacaksın.
- Cumartesi günü hiçbir iş yapmayacaksın.
- Babana ve anana hürmet edeceksin.
- Adam öldürmeyeceksin.
- Zina etmeyeceksin.
- Çalmayacaksın.
- Yalan şahitliği yapmayacaksın.
- Komşunun hiçbir şeyine göz dikmeyeceksin.
Yahudiler kendileri dışındaki insanlardan tek olan Tanrı’ya inananlara Nuhiler (Biney Noah) demişlerdir. Yahudilere göre Nuhilere, Hz. Nuh aracılığıyla yedi maddelik emir verilmiştir. Bunları şu şekilde ifade etmişlerdir:
- Putperestlikten kaçınacaksın,
- Küfürden kaçınacaksın,
- Zinadan, özellikle akrabalar arası zinadan kaçınacaksın,
- Adaleti sağlamak için, adil ve dürüst olacaksın,
- Kan dökmeyeceksin,
- Hırsızlık yapmayacaksın,
- Canlı hayvandan et koparıp yemeyeceksin.
Yahudi bilginlerden Musa bin Meymun’a (M.S. 1135-1204) göre, bu yedi kanundan altısı daha önce Hz. Âdem’e verilmiştir. Sadece, canlı hayvandan et koparıp yememek şartı Hz. Nuh döneminde eklenmiştir.
Demek ki, Hz. Âdem’den itibaren Hz. Musa’ya kadar gelen peygamberler, aynı merkezden gönderilmişlerdir. Peygamberler aracılığıyla insanlara öğütlenen şeyler de temel itibarıyla aynıdır.
Dolayısıyla Yüce Yaradan Yahudilikten önce gönderdiği dinlerin insanlar tarafından tahrif edildiğini bildiğinden, insanlara olan rahmetinin bir göstergesi olarak, benzer tavsiyeleri ve yol göstermeleri Hz. Musa aracılığıyla da yapmıştır.
Yahudilikten sonraki tarihi kısaca inceledikçe göreceğiz ki, insanların büyük çoğunluğu kendilerine gönderileni tahrif etmeye devam ettiğinden Allah yeni peygamberler göndermiştir. Fakat ilginç olan ve Yahudileri sonraki dinlerden ayıran bir özelliği kendilerine eklemeleridir. Yahudilikten sonra gelen dinlerden (Hinduizm, Budizm vb dâhil) hiçbirinde görülmeyen bir dogma oluşturmuşlardır. Bu da Yahudilerin kendi kendilerine belirledikleri kutsal halk ve kutsal toprak anlayışıdır.
Bilindiği gibi Yahudilikten sonra gelen Hıristiyanlığın kutsal kitabı olan Yeni Ahit yani İnciller sonradan yazıldığı için birbirinden çok farklı fikirleri ihtiva etmektedirler. Fakat hemen hepsinin ortak yönü, diğer dinlere mensup olanlarının da kurtuluşunun, Hz. İsa’nın getirdiklerine uymakla mümkün olacağı hususudur.
Hz. İsa aracılığıyla yapılan tavsiyelerin, daha Hz. İsa’dan hemen sonra değiştirilmeye başlandığının delili, yüzlerce İncil’in yazılmış olmasıdır. Bilindiği gibi, İznik Konsili, İncillerin sayısını dörde indirmiştir. Bu dört İncil de birçok konuda birbirinden farklıdır. En azından Hz. İsa’nın soy kütüğü hususunda farklılık vardır.
Demek ki, Hıristiyanlık daha başlangıçtan itibaren tahrif edilmiştir ve elde, uyulması beklenilecek tek bir kutsal kitap yoktur. Tek bir kutsal kitabı olmayan bir dinin tahrif edilmediğini, günümüzde de geçerli olacağını iddia etmek mümkün değildir.
Hıristiyanlıktan sonra Hz. Muhammed ile gönderilen Kutsal Kitap olan Kur’an’ın koruyuculuğunu bizzat Yüce Yaradan üzerine aldığını, Kur’an’ında ifade etmiştir. Gerçekten de, Kur’an günümüze kadar değişmeden gelmiştir. İnsanlık var oldukça da aynı kalacağına olan inancımız kesindir.
Peki, Kur’an değişmediğine göre, Hz. Muhammed’in ümmetinin günümüzdeki durumu da değişmemiş midir? Aslında bu soruya ayna karşısına geçip kendi gözlerinin içerisine bakarak vicdan huzuruyla, değişmemiştir diyecek bir insanı bulmak pek mümkün görünmemektedir.
Zaten bu hususta Kur’an’daki bir ayet, bozulmanın nasıl olacağı hakkında bize fikir vermektedir. Bu husustaki fikrimizi bu sitede yayınladığımız “Hz. Muhammed, ‘Allah’ım, Kavmim, Bu Kur’an’ı Terketti” başlıklı yazımızda ifade etmiştik. Burada, makalemizden konumuzla ilgili bölümlerini kısaca aktaralım:
“Furkan Suresi 30uncu ayet: “Peygamber dedi ki, Ya Rab! Kavmim bu Kur’an’ı, mehcur tuttular.” Âlimlerin bir kısmının görüşü, Hz. Muhammed’in kavmiyle ilgili bu serzenişini, yaşadığı dönem için yaptığı şeklindedir. Bazı âlimler de, kıyamet günü yapacağı şeklinde ifade etmişlerdir.
Kur’an hem evrenseldir hem de insanlık var oldukça baki kalacaktır. Bu sebeple, bize göre, Hz. Muhammed’in bu serzenişi, hem kendi dönemi hem de sonrası için de geçerlidir. Yüce Yaradan’ın kelimeleri seçimi de, bunu gösterir. Hz. Peygamberin sözleri, sadece kendi kavmi için değil, insanlık için de geçerlidir.
Ayetin, bizleri yani yaşayan insanları ilgilendiren anlamı, Hz. Peygamberden sonraki dönemler için söylemiş olmasıdır. Bizim ibadetleri yapmadığımız değil, Kur’an ile amel etmediğimiz söylenmektedir.”
Demek ki, Müslümanların yani Hz. Muhammed’in ümmetinin büyük çoğunluğu da, Kur’an ile amel etmemektedir.
Dinlerdeki tahrifatlar, sadece semavi dinler olarak bilinen, Yüce Yaradan tarafından gönderilen; Yahudilik, Hıristiyanlık ve Müslümanlık’ ta görülmez. Hinduizm, Budizm gibi Çin-Hindi bölgesindeki dinlerde de görülür.
Hindu dininin temelini teşkil eden Veda’ların belirginleşmesi, Hıristiyanlıktan, muhtemelen bin yıldan daha öncedir. Hindu dininde, Veda metinleri, Şabdabrahma olarak tanımlanan Tanrı’nın sözüdür. Tanrı, rişi adı verilen ve ilhama mazhar olmuş kimseler aracılığıyla, ilâhi kelâmını insanlara bildirmiştir. Bu açıdan bazı İslâm mutasavvıfları bile Veda’ları vahiy mahsulü olarak nitelemişlerdir. Çünkü Vedalardaki bazı şiirler ile Kur’an ayetlerini karşılaştırdıklarında benzerliklerini görmüşlerdir.
Buradan da anlaşılıyor ki, Hinduculuğun ilk çıkışında insanlara verilen mesajlar, huzurlu bir toplum ve fert oluşturabilmenin yollarını ihtiva etmektedir.
Fakat zamanla bu anlayış da bozulmuş olmalı ki, M.Ö. altıncı asırda Hindistan’ın kuzeydoğu bölgesinde yaşamış olan Siddharta Gautama, mevcut duruma itiraz etmiştir. Belki sağlığında değil ama ciddi bir taraftar kitlesi oluşmuştur.
Buda, öncelikle Hindu dininde kendilerini Tanrının varisi olarak gören Brahminlere karşı çıkmıştır. Onların üstünlük iddialarını reddetmiştir. Dolayısıyla da Brahminlerin kendilerini güçlü kılmak için oluşturdukları kast sisteminin yanlış olduğunu vurgulamıştır. Buda’ya göre bir kişinin toplumdaki yeri, doğumu ile belirlenmez. Kişinin konumunu belirleyecek olgu, kendisinin sonradan yaptığı eylemlerdir. Buda ayrıca kurtuluşa ulaşmak için, Brahminlerin insanlara yaptırdıkları kurban ayinlerine itiraz etmiştir.
Demek ki, Hinduculuk da, daha başlardan itibaren bazı gurupların menfaatleri doğrultusunda tahrif edilmiştir.
Budizm, kendisinden önceki dinlerin tahrif edildiğini vurgulayan bir öğreti olarak kabul görmüştür. Fakat onlar da kendilerinden sonra ortaya çıkan İslâmiyet’e karşı çıkmışlar ve tek doğrunun kendileri olduğu iddialarını sürdürmüşlerdir. Tek başına bu iddiaları bile onların da değiştiğinin bir göstergesidir. Nitekim vefat etmiş bazı Budist rahiplerin aziz gibi telakki edilerek, onlardan medet umulması, rahiplerin yaşantılarının Buda’nınkinden çok farklı ve zengin ortamda olması, Myanmar’daki Arakan bölgesinde yaşayan Müslüman azınlığa karşı, aşırı milliyetçi Budist gurupların tavırları dikkate alındığında, onlardaki değişim de kendini göstermektedir.
Sonuç olarak, bütün dinler ve öğretiler, ilk çıkışlarından sonra tahrif edilmişler. Tahrif olmayan tek şey Kur’an. Dolayısıyla bizler Kur’an’a uygun davrandıkça huzura ereriz. Kur’an’ı anlayabilmemiz için ise defalarca okumamız gerekse de bıkmadan okumalıyız. Anladıklarımızı çevremizdekilerle tartışmaktan çekinmemeliyiz.