HAKK’IN YANSIMASI

HAKK’IN YANSIMASI

 

Bu sitede yayınladığımız “İnsanların varlık Sebepleri Üzerine Düşünceler” başlıklı yazımızda, “biz neyiz?” sorusunun cevabı olarak, “biz yeryüzünde Allah’ın halifesi (vekil yönetici anlamında) ve Hakk’ın yansımasıyız” demiştik.

Bilindiği gibi Hak, Allah anlamında kullanılmaktadır. Dolayısıyla, “insanlar, Allah’ın yansımasıdır” anlamındadır. Bu konuda İslâm mutasavvıfları, felsefecileri ve diğer âlimler çok fazla eserler vermişler, açıklamalar yapmışlardır. Ancak yapılan açıklamaların birçoğu, halkın anlayabileceği bir yapıda olmadığından, insanların bu konudaki düşünceleri, aynı gurup içerisinde bile, birbirinden ciddi farklar gösterebilmektedir.

 Birbirinden farklı düşünen âlimlerin söylediklerini karşılaştırmak ve gerçeği anlamak ise, gerçekten güçtür. Günümüzde Mevlana’yı, Şems’i, İbn Arabi’yi, İmam Gazali’yi, İbn Rüşd’ü tam olarak anladım diyen insan bulmak çok zor.

Geçenlerde, Mevlana’yı 15 yıldır çalışan Farsça uzmanı biriyle karşılaştım. Mevlana’nın düşünce hayatı üzerine konuşma yapacaktı. Ama daha çok hayatını ve hakkındaki menkıbeleri anlattı. “Düşünceleri nelerdir?” diye sorulunca, “o bir okyanus, öyle kolay anlaşılmaz ve anlatılamaz” diye cevapladı. Belki bu durumun bir sebebi, Mevlana’nın şu sözüdür: “Sen ne kadar bilirsen bil, söylediklerin, karşındakinin anlayabildiği kadardır”.

Birçok âlim insanın hayatını okuyunca, birbirinden çok farklı düşünce devreleri olduğunu görüyoruz. Bundan da anlaşılıyor ki, muhtemelen bu âlimlerin kafaları karışık. Dolayısıyla kendileri de, tam olarak ne demek istediklerini bilemediklerinden anlatımları anlaşılmaz olabiliyor. Bu âlimler çoğu, bir konuda açıklayıcı bir bilgi veremeyince, “benim söylediklerimi anlamak için ‘aşk’ ile yanmak gerekiyor” demektedirler.

Durum böyle olunca, İbn Arabi’yi övmeye çalışan bir TV dizisinde, övmeye çalıştıkları Arabi’yi, medyum durumuna düşürdüler. Hâlbuki Arabi, beğenelim beğenmeyelim, insanların İslâm’la ilgili çok fazla sorusuna cevap verebilmiş bir âlimdir. Birçok cevabıyla ilgili olarak selefi de yoktur.

İbn Arabi, İmam Gazali, Hallac-ı Mansur gibi niceleri, sahip oldukları bu ilmin Allah tarafından kendilerine kapıların açılmasıyla oluştuğunu söylemişlerdir. Bu durumu kitaplarına yazmayan niceleri de, yazanları eleştirirken kendileri çevrelerine aynı şeyi anlatmışlardır. Bu hususta biz aksini iddia edemeyiz. Allah ile kendi aralarındaki bir konudur. Fakat biz bu âlimlerin açıklamalarında nasıl bir düşünme yöntemi kullandıklarına bakarak, onların anlattıkları hakkında fikir yürütebiliriz.

Yazının başlığındaki konumuzla ilgili olarak, İbn Arabi’nin “vahdet-i vücud” fikirlerine temel teşkil eden hadis ve ayetler şunlar. Ayet, Bakara Suresi 31: “Allah Âdem’e bütün esmayı öğretti” ayetidir. Biz bu sitedeki “Allah’ın Öğrettiği Esma” adlı yazımızda “esma” kelimesi ile kastedilmek istenilenin neler olabileceğini anlatmış ve gelenekçilerden farklı bir fikir belirtmiştik. Düşüncelerimizi, Kur’an’ın bütününde verilmek istenilenden anlayabildiğimiz kadarıyla aktarmıştık.

Yine de sadece bu ayete bakarak, “vahdet-i vücud” anlayışına ulaşılamaz. Nitekim İbn Arabi’de, aşağıdaki hadis olmadan bu düşüncelerini oluşturamamıştır. Hadis şöyledir: “Allah, Âdem’i kendi suretinde yarattı.”

Sufi anlayışa göre suret, bir şeyin dış görünüşüdür. Mânâ, bir şeyin görünmez hakikati, manevi özüdür. Bu anlayışa göre, ‘Allah insanı kendi suretinde yarattı’ demek, insanın mânâsının, Allah’ın hem zatına hem de sıfatına delâlet etmesidir.

İbn Arabi’ye göre, Allah’ın Âdem’e “bütün esmayı” öğretmesi, Allah’ın Âdem’e, kendisinin ve yaratılmışların bütün isimlerini öğretmesidir. Yani Âdem’in öğrendiği “mânâ” Allah’tır ve Âdem’in bilgisi bu mânânın “suretidir”.

Arabi’nin açıklamalarından da anlaşılacağı gibi, eğer, gerçek olduğu çok şüpheli olan bir hadis olmasa, düşünce sistematiği kurulamayacak. Diğer taraftan “esma”, sadece isimler değildir. Dolayısıyla İbn Arabi’nin ikinci yanılgısı, ayetin yorumundaki hatadan gelmektedir.

Konuyu daha net kavramak için, “Allah’ın Öğrettiği Esma’ adlı yazımızdan bir paragrafı aşağıya aldık. Alıntımızı kısa bulanlar, ilgili yazımızın tamamını aynı siteden okuyabilir.

“Sonuç olarak ‘esma’ sözünün tek anlamı, eşyaların isimleri değildir. Allah, Kendisinin ve yarattıklarının isimlerinden Hz. Âdem’e mutlaka bazı şeyler öğretmiştir. Ama Kur’an’a göre asıl öğrettiği şey, olayları kavrama ve karar verme, onları güzele yönlendirme kabiliyetidir. Yüce Yaradan bizlere verdiği bu özelliklerden dolayı bizleri yeryüzünün halifesi yapmıştır. Bakara 38’de bahsettiği üzere bizlere uyarıcı uyarıcılar göndererek, destek vereceğini belirtmiştir.”

Demek ki, Yüce Yaradan, insanların yeryüzündeki halifeleri olabilmeleri için onlara, Kendi zatının özelliklerinin bir kısmını ve sadece dünya için yetecek miktarda vermiştir. İnsanlara beş duyu vermiştir. İnsan iştir, görür, duyar, hisseder, tat ve koku alır. Ancak bu özelliklerimiz çok sınırlıdır. Hattâ çoğu hayvanlara göre daha düşük kapasitededir.

Allah insanlara iş görme ve çekip çevirme özelliği vermiştir. Bunlar insanı güç sahibi yapar. İnsana verdiği konuşma özelliği ile arzu eden insanlar, aralarında kolayca anlaşabilir, bilgileri aktarabilirler. İradesi sayesinde, karar verme özelliğine sahiptir. Vicdan sayesinde, merhametli ve adaletli davranma yetisine sahiptir. Allah insanlara akıl ve düşünme kabiliyeti vererek, ihtiyaçlarımız için yeni şeyle r oluşturabilmemize, sorunları çözebilmemize imkân sağlamıştır.

Allah’ın insanlara verdiği bütün özellikler, Yüce Yaradan’ın sıfatları yanında okyanusta bir damladır. Buna rağmen insanlara verdiği özelliklerin hepsi, Allah’ın sahip olduklarının küçük bir kopyasıdır.

O halde “Hakk’ın yansıması”, Allah’ın zatının özelliklerinden az bir bölümünün, insanlara yetecek miktarda verilmesi anlamına gelmektedir. Hâlbuki “Enel Hak” veya “Allah’ın oğlu” sözü, Allah’ın ve insanların bütün özelliklerinin birebir örtüşmesi durumunda söylenebilir.

Bu yazı Sosyal kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.