FAALİYETLERİMİZ KİŞİLERİN TAKDİRİ İÇİN OLMAMALI

FAALİYETLERİMİZ KİŞİLERİN TAKDİRİ İÇİN OLMAMALI

 

Yazımızla ilgili hususta kitaplar yazılabilir. Ancak biz burada üç farklı örnek vererek konuyu irdelemeye çalışacağız.

Antik Helen tarihçisi Tukydides, eserinin başlangıcında düşüncelerini şöyle ifade etmiş: “Ben bu eserimi, mevcut yaşayan insanlar okusunlar ve beni takdir etsinler diye yazmıyorum. İnsanlık var oldukça benim bu eserimden faydalansınlar diye yazıyorum.”

Gerçekten de 2500 yıla yakın süredir insanlık, Tukydides’in eserinden faydalanıyor. Tarihçinin, yaşadığı dönemde ne kadar takdir edildiğini bilmiyoruz. Ama günümüzde takdir edildiğini, insanların eserden faydalandığını biliyoruz.

Eğer Tukydides, eserini, yaşayan insanların takdir etmeleri için yazsaydı, belki bugüne kadar eser gelmezdi. Gelse bile beğenilmeme ihtimali kuvvetliydi.

Bu hususta vereceğimiz ikinci örnek, Türklerden. Balkan Bulgar Türkleri, 8inci asrın ortaları ile 9uncu yüz yılın ortalarına kadar, Bizanslılarla sıkı irtibatları oldu. Bulgar Türklerinin en ünlü hakanı, Kurum Han idi. Kurum Han, 811 yılında Bizans İmparatoru Nikephoros’u yendi.

Bu savaştan yaklaşık iki asır sonra Leon Grammaticos, olayları yazan bir eser verdi. Leon, kendi zamanına kadar aktarılan bilgiler ışığında, kitabını yazmıştı. Fakat sonradan, Türklerin Anadolu’ya girerek ilerlemeye başladıkları dönemde, bazı tarihçiler aynı kitaba ekleme yaptılar. Kurum Hanın, Nikephoros’un başını kestirerek, içinde şarap içtiğini eklediler.

Hâlbuki aynı Kurum Han ile ilgili olarak İbrahim Kafesoğlu yaptığı araştırmalarla başka sonuçlara varmıştır. Kafesoğlu, G. Feher ve V. Beşevliev’den aktardığına göre, Direklerdeki 2inci Bulgar kitabesinde, Bulgar Türklerinin Hakanı Kurum Han, şöyle demektedir: Doğru insanı ve yalancıyı Tanrı bilir. Bulgarlar, Hıristiyanların (Bizanslılar) iyiliği için çok çalıştılar. Ancak onlar bunu çabuk unuttu. Fakat Tanrı biliyor.”

Kitabeden anlaşıldığına göre, Balkan Bulgar Türkleri, karşılık beklemeden iyilikler yapmışlar. Onların bu iyilikleri yaşayan Hıristiyanlar tarafından takdir edilmemiş. Ama onlar bu iyilikleri Tanrının bildiğini düşündüklerinden, hiç gocunmamışlar. İyilik yapmaya devam etmişler.

Onların bu iyiliklerine karşın, asırlar sonra, aleyhlerinde yalanlar uydurulmuş. Ama günümüzde aklı başında hiç kimse, aleyhlerinde söylenen yalanlara inanmıyor. Yani yalanlar, gerçekleri örtememiş.

Bu konuda vereceğimiz bir başka örnek, Kur’an’da bize anlatılan olaylardan alınma. Kur’an’da (28)Kasas Suresi 15inci ayette anlatıldığına göre, Hz. Musa, kendinden yardım isteyen bir hemşerisine yardım ederken, istemeden bir adamın ölümüne sebep olur. Firavunun adamları tarafından cezalandırılmamak için çöllere doru kaçar. Aynı surenin 22inci ayetinde verilen bilgiye göre, Medyen cihetine yöneldiğinde, “ola ki Rabbim beni doğru yola çıkarır” diye dua eder.

Aynı surenin 23üncü ayeti, Hz. Musa’nın orada yaşadıklarını şöyle anlatır: “Ne zaman ki Medyen suyuna vardı, orada (hayvanlarını) sulayan bir gurup insan gördü. Ötelerinde iki kadın buldu, (hayvanlarını sulamaktan) sakınıp duruyorlardı. “Derdiniz nedir?” dedi. “Biz çobanlar çekip gitmeyince sulayamayız ve bizim babamız pek ihtiyar bir adamdır.”

Ayet gayet net açıklama yapmış. Bir tarafta iyice ihtiyarlamış bir adam var. Onun erkek çocukları yok. İki kız çocuğu var. Onlar da genç kız konumundalar. Belki çobanların kendilerine serkeşlik yapmalarından çekiniyorlar. Onlar oradayken, hayvanlarını su kenarına indiremiyorlar. Belki de, susadıkları için suya doğru gitmeye çalışan hayvanlarını, engellemeye çalışıyorlar.

Olayın devamı 24üncü ayette anlatılıyor: “Bunun üzerine ikisinin (hayvanlarını) sulayıverdi. Sonra gölgeye çekildi ve “Ey Rabbim! Ben cidden, bana indirdiğin hayra muhtacım (fakirim)” dedi.

Ayetten anlaşıldığına göre, Hz. Musa, genç kızların cevapları üzerine, onlara hiçbir şey söylemeden hayvanları önüne kattı, suya götürdü. Hayvanlar doyasıya sularını içtikten sonra, geri getirip genç kızlara teslim etti. Sonra onlardan herhangi bir teşekkür beklemeden, ilerideki bir ağacın gölgesine gidip oturdu ve Yüce Yaradan’a dua etti.

Görülüyor ki, Hz. Musa, yaptığı iyiliğin karşılığını insanlardan istemeyerek Rabbine dua etti. Duasında da, yaptığı iyiliğin karşılığında doğrudan bir şey istemedi. Onun yerine biz olsaydık, onun gibi çaresiz durumda olmasaydık bile, kuvvetle ihtimal ki, Yüce Yaradan’dan doğrudan karşılık isterdik.

Hâlbuki Hz. Musa o anlarda çok çaresiz bir konumda idi. Yakalanma korkusuyla kaçıyordu. Hiçbir varlığı yoktu. Ama Hz. Musa, en çaresiz konumunda iken, en çok ihtiyaç duyduğu bir dönemde ne genç kızlardan ne de Allah’tan doğrudan karşılık istemedi. Buradan da anlıyoruz ki, en çaresiz anlarında olmasına rağmen, bu iyiliği kalpten gelen bir anlayışla gönüllü olarak yapmıştır.

Kur’an’da anlatılan bu olayda, Hz. Musa’nın yaptığı duası da, bize çok güzel bir örnektir. O, yaptığı bu iyiliğin karşılığında, kendisine bir ücret veya başka bir şey istemiyor. Aksine, kendisine böyle iyilikler yapabileceği fırsatlar verilmesini, Yüce Yaradan’dan niyaz ediyor. İstemeden de olsa, adam öldürdüğü için, Allah’tan, kendisine yeni iyilik imkânları oluşturmasını istiyor ve böyle imkânlara muhtaç olduğunu belirtiyor. Böylece, insanlara iyilikler yaparak, kendisini Allah’a affettirmeye çalışıyor.

Surenin devam eden ayetlerine baktığımızda, Hz. Musa’nın bu güzel davranışının karşılığını, Yüce Yaradan’ın, çok daha güzel bir şekilde verdiğini anlıyoruz. Allah, Hz. Musa’nın hiç hayal edemeyeceği bir şekilde, ona, ücretli bir iş, salih bir eş, aile ortamında yaşayacağı bir ev, her zaman kendisine yol gösterecek bir baba temin ediyor.

Demek ki, biz, gönlümüzden gelerek ve karşılık beklemeden bir iyilik yaparsak, Yüce Yaradan, mutlaka bizi ödüllendiriyor.

Bu yazı KUR'AN ÜZERİNE, Sosyal kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.