EBU ZER, MUAVİYE VE EMEVİLERİN ACI SONU
(Not: Bu yazı Aralık 2013 tarihinde yayınlanmıştı. Silindiğinden, sadece son cümle eklenerek aynen yayınlıyoruz.)
Ebu Zer, fakir ve küçük bir kabile olan Gifari kabilesine mensuptu. Gözü pek ve atak bir yapısı vardı. Kervanların yollarını kesip, onları soyarak, bazense çobanlık yaparak geçinirdi. Hz. Muhammed’i duyunca Mekke’ye giderek sorular sormuş, cevaplarını alınca oracıkta kendi isteğiyle Müslüman olmuştu. Sonraki hayatında varlıklarını fakirlerle paylaşmış, haksızlığa, debdebeye, kibirle övünmeye karşı onurlu duruşuyla en sadık sahabeler arasına girmişti.
Ebu Zer, Hz. Osman’ın hilafeti esnasında halifenin gözünden düşmüştür. Osman bin Affan kendi akrabalarını İslâm Devletinin değişik vilayetlerine vali olarak tayin ediyor ve onlara devletin hazinesi olan Beytülmal’den kayırarak para aktarıyordu. Ebu Zer, her zaman yaptığı gibi, bu davranışın da İslâm anlayışına aykırı olduğu görüşünü savunuyordu. Bunun üzerine Şam’a sürüldü.
Ebu Zer Şam’da da tavizsiz tutumundan vazgeçmeyerek, Hz. Osman’ın yeğeni ve Şam vilayetinin valisi olan Muaviye bin Ebu Süfyan’ın şaşaalı hayat tarzını ve savurganlığını tenkit etti. Bunun üzerine Medine’ye geri gönderildi. Hz. Osman’ın Beytülmal’dan yaptığı usulsüz harcamalarını yine de tenkit etmekten vazgeçmeyince, doksan yaşlarındayken Medine çölü yakınındaki El-Rabaza kentine, eyersiz bir deve üzerinde, sadece tek kızı refakatinde sürgüne gönderildi. Sürgündeyken yalnız başına çölde vefat etti.
Hz. Osman’ın akrabalarını kayıran davranışları Müslümanların arasına nifak girmesine sebep oldu. Guruplaşmalar başladı. Sonunda Hz. Osman şehit edildi. Hz. Ali halife seçildi.
Muaviye, Hz. Osman’ın yeğeniydi. Hz. Ali’den, Hz. Osman’ın katillerini bulup cezalandırmasını istedi. Aralarında içtihat konusunda anlaşmazlık çıktı. Muaviye, Hz. Ali ile savaştı. Kendisinin halifeliğini ilan etti. Ama sonunda Hz. Ali halife kabul edildi. Hz. Ali şehit edildikten sonra Hz. Hasan halife seçildi. Muaviye bu durumu kabul etmedi. Savaştı. Sonunda tek halife oldu. Böylece Emevi hanedanlığını kurdu.
Artık Müslümanların tek halifesi olan Muaviye, hırsını dışarıya yöneltti. Müslümanların başlangıç heyecanlarının da etkisiyle, İslâm Devletinin sınırlarını Hindistan’dan Fas’a kadar genişletti. Yani görünüşte başarılı bir halife olmuştu. Ama Ebu Zer’in karşı çıktığı, Hz. Osman ile başlayan akrabalarını, yakın çevresini kayırarak zenginleştirme hataları, Muaviye ile doruğa çıktı.
Arap olmayan Müslümanlara yabancı anlamına gelen “Acem” denildi. Arap olmayanlar devlet görevlerine getirilmedi. Arap olanlardan da ya akrabalar, ya yağcılar, ya da fetihlerin nimetlerinden faydalanmak isteyenler görevlere getirildi.
Muaviye ölmeden önce oğlu Yezid’i halife tanımalarını emretti. Böylece halifelerin seçimle değil, babadan oğula geçmesi başladı. Sonuna kadar da halife olan sülaleler değişmesine rağmen, aynı anlayış devam etti.
Aslında Muaviye oğlunu halife seçin diyemeden vefat etseydi, muhtemelen değişen bir şey olmazdı. Çünkü Muaviye kendisine karşı çıkabilecek onura sahip bütün Müslüman ileri gelenlerini, sert bir şekilde sindirmişti. Karşısına çıkabilecek güç kalmamıştı. Muaviye’nin çevresinde sadece yağcılar, itibar değil ikbal peşinde koşanlar, kapı kulları kaldığından bunlar yine oğlu Yezid’i halife seçerlerdi. Böylece seçimle başa gelmiş görünürlerdi.
Hatta imkânlar olsaydı ve o dönemdeki halk oy kullansaydı yine Yezid seçilirdi. Çünkü ortada ganimetlerin getirdiği bir zenginlik vardı. Bu zenginlikten Emevi sülalesinin yöneticileri ve çevrelerindeki ikbal bekleyenler bolca faydalanıyorlar ve şatafat içerisinde yaşıyorlardı. Hem de Kuran’daki “Yiyiniz, içiniz ama israf etmeyiniz” emrine rağmen lüks içerisindeydiler. Fakat Emevi yöneticiler halkı da ihmal etmiyorlar, onlara da sus payı veriyorlardı. Halkın gözüne sokacak şekilde ibadet etmekten ve yetimlerin haklarını kuruşuna kadar koruduklarını söylemekten geri kalmıyorlardı. Ehli Sünnet’i de yanlış yapmakla suçluyorlardı.
Emevi hanedanı, Ebu Zer’in hayatından hiç ders almamış gibiydiler. Ebu Zer, Müslüman olmadan önce kötü işler yapıyordu. Müslümanlığın gerçek anlamda ne olduğunu Hz. Muhammed’den ve Kuran’dan öğrenince tamamen değişti. Çünkü yaşadığı hayatın kötülüklerini, pisliklerini çok iyi görmüştü. Yaptığının sonunun olmadığını anlıyordu.
Emevi hanedanının kurucusu Muaviye’nin babası Ebu Süfyan bin Haris ise, Mekke’nin fethine kadar Müslümanların amansız düşmanı bir kişiydi. Hz. Muhammed’in kendi iktidarını elinden almasına içerliyordu.
Bu anlayışta oldukları için Emeviler iktidar hırsına kapıldılar. Kendileri gibi düşünmeyen bütün Müslüman ileri gelenlerini dışladılar. Kendilerine itiraz eden ve uyaran herkesi çeşitli yollarla susturdular. Yolsuzluklarını ve debdebelerini sürdürdüler. Devletin kurallarını istedikleri gibi kendi menfaatlerine değiştirdiler. Bununla da yetinmediler, İslâm’ın kurallarını değiştirmeye başladılar.
Yükselen cılız itirazlar karşısında, kendilerinin doğru yolda olduklarını iddia ettiler. Buna rağmen kendilerinin hutbelerini dinleyen olmayınca o dönemin TV yayınları yerine geçen Cuma Hutbelerini, namazdan önceye aldılar. Zorla kendilerini dinletmeye çalıştılar. Böylece insanların düşüncelerine de hükmettiklerini zannettiler.
Fakat bu davranışları aksine insanlarda öfkenin birikmesine yol açtı. Öfke sonunda patladı. Müslüman halktaki fetih heyecanının doruk noktada olduğu yıllarda, o dönemlere göre kısa sayılabilecek bir süre olan 90 yıl sonra iktidardan indirildiler. İndirenler Peygamberimizin amcası Abbas’ın soyundan gelen Abbasilerdi. Ama buna rağmen Emevilerin yaptıkları karşısında hırslarını alamadılar ve Emevi hanedanının yaşayan ve vefat etmişleri dâhil, birçoğuna Müslümanlığa yakışmayacak bir hırsla zulmettiler.
Günümüzde Ebu Zer, çektiği bütün sıkıntılara, dışlanmalara rağmen en sadık sahabelerden biri olarak bilinir. Hakkında güzel dualar edilir. Ama bütün mezhepler Muaviye’yi, İslâmiyet’i dünyevi hırslarına alet ederek rayından çıkarmış biri olarak görür.
Kuran, ecirlerimizin kıyamet gününe kadar süreceğinin müjdesini verdiğine göre tarihten ders alıp almamak artık bize kalmış. Yani Allah’ın bize gösterdiği iki yoldan birini seçmek tamamen bizim elimizde. Başkalarını suçlayamayız.
Ebu Zer, henüz soyguncu iken Peygamberimizin cevapları karşısında Müslümanlığı kabul edince Peygamberimiz bile şaşırarak “Allah dilediğine hidayet veriyor” demiştir. İşte işin can alıcı noktası buradadır.
Her ne kadar yanlışlıklar yapmış olursak olalım, yanlışlarımızdan dönerek, davranışlarımızda Allah’ın hidayetine mazhar olacak değişikliği gösterebilmemiz duasıyla…
Yoksa her iki dünya da, cehennem olur.