DOĞU-BATI SENTEZİ ÜZERİNE
“Doğu Batı Anlayışları Üzerine” başlığıyla yayınladığımız makalemizde, genel olarak Avrupalı felsefecilerin fikirlerinden örnekler vermiştik. Düşünür olarak nitelenen bu insanların bir kısmının doğuyu çok küçük gördüklerini, doğuluların düşünemeyen insanlardan oluştuklarına inandıklarını onların sözleriyle vermiştik. Doğu anlayış ile kastettiklerinin, İslâm ve Hint dünyasının olduğunu vurgulamıştık. Biz de, onların fikirlerine karşılık olarak, İslâm dünyasının fikirlerini temsilen Maturidi’nin düşüncelerini ifade etmiştik.
“Batı Anlayışı Üzerine” yazdığımız bir başka makalemizde, bu terimin bir coğrafyayı belirtmediğini vurgulamıştık. Batı anlayışını, kendi fikrini karşı tarafa zorla kabul ettirme çabası olarak ifade etmiştik. Coğrafi olarak Batı bölgesinin anlayışı, kendi fikrini zorla kabul ettirme çabasına ilaveten, maddenin üstünlüğüne inanır. Bu sebeple sürekli aksiyon halindedir. Bölge olarak doğu ise, daha dingindir ve maneviyatçıdır. Ananevi anlayışları olan dinlerine ve geleneklerine bağlıdır.
Bölgeler arasındaki bu ayrım, küreselleşmenin hızlandığı 1980li yıllardan önce çok daha belirgin idi. Ancak günümüzde, batının maddecilik anlayışı, küreselleşmenin etkili olduğu dünyanın her tarafında hâkim olma yolunda ilerliyor. Mustafa Tahralı’nın aktardığına göre, Fransız Röne Genon (René Guénon) “Modern Dünyanın Bunalımı” adlı eserinde doğu ve batı anlayışları hususunda ayrıntılı bilgi verir. Gelecekle ilgili kaygısını da şöyle ifade eder: “Esas mesele şudur; Doğu, modern batı anlayışının etkisinde geçici olarak mı kalacaktır, yoksa batı, kendi düşüş ve çöküşüne bütün insanlığı da sürükleyecek midir?”
Röne Genon’u tereddüde düşüren konu, muhtemelen Batılılaşmış doğulular olarak nitelediği insanların çoğaldıklarını ve etkili olmaya başladıklarını görmesidir. Günümüzdeki küreselleşmenin tesirlerine bakılınca, Genon’un ikinci şık olarak gördüğü gerçekleşmektedir. Yani, batı, kendi düşüş ve çöküşüne bütün insanlığı sürüklemektedir.
Genon, bu ikinci şıkkın daha kuvvetli bir ihtimal olarak gerçekleşebileceğini düşünmüş olmalı ki, bu hususta da fikrini ifade etmiştir. Moralinde hiçbir bozulma olmadan şu ifadeleri kullanmıştır: “Hattâ, manevi kuvvetin, er geç mecburi olarak muvaffak olacağını söyleyebiliriz. Fakat bu noktaya gelmeden önce, tam bir karanlığa gömülme safhasının olması mümkündür.” Yazarın umutlu olmasının sebebi, sahip olduğu inancıdır. O, kitabını yazdığı dönemde, Hz. Muhammed’in ümmetindeki şuurlu insanların arsına girmiştir. Dolayısıyla ananevi dini anlayış ruhunun ölmesinin mümkün olmayacağını düşünür. Çünkü ona göre ananevi din anlayışı, özü itibarıyla, ölüm ve değişmenin üstündedir.
Küreselleşen dünyamızın hızla ilerlediği nokta, maalesef, insanlığın kendi sonunu getirmesine doğru hızla ilerliyor. Aslında bu gidişatı, Genon’dan önce de ifade eden batılı düşünürler olmuştu. ”Batı Medeniyetinin Bugünkü Durumu” başlıklı makalemizde bu düşünürlerin eserlerinden örnekler vermiştik. Bu konudaki kötü gidişi beğenmeyen felsefecilerin ortak sorusu şu idi: “Yaşam, nasıl oldu da kendi kendini yok eder hale geldi?”
Aslında Batı Medeniyetinin bugünkü durumunu dile getiren bu yazarların bütün eserleri, insanın ve insanlar arası ilişkilerin yok oluşuna bir ağıt, bir çığlıktır.
İnsanlığın geleceğini güzelleştirmek için yapılması gerekenler konusunda fikir yürüten insanların ortak kanaatleri, doğu-batı arasında uzlaşmanın olmasıdır. Genon, bu uzlaşmanın, batının, doğu anlayışına gelmesinde görür. Hindu tasavvufunu da ciddiyetle inceleyen yazar, doğu anlayışı ile daha çok İslâm tasavvufunu kasteder. Doğu ile batı arasındaki uyumu sağlayacak resmi gücün, Katolik Kilisesi olduğunu düşünür. Muhtemelen onları ve diğer batılıları uyarmak için, Matta İncil’inden 23/16 daki “Vay halinize kör kılavuzlar” şeklindeki Hz. İsa’nın sözünü hatırlatır.
Bize göre kılavuzluk, önce insanın kendisine yol göstermesiyle başlar. Kişinin kendi nefsine karşı mücadele edecek iradeyi göstermesi, kendisine yaptığı kılavuzluk anlamındadır. Kendisine yaptığı kılavuzluğunda başarılı olan kimse, başkalarına da yol gösterdiğinde, daha dikkat çeker ve ilgi görür. Kendi iç muhasebesindeki kılavuzlukta başarılı olamamış şahısların ve kurumların, insanlar üzerinde tesirli olmaları çok zayıf ihtimaldir.
Daha önceki bir makalemizde ifade ettiğimiz gibi, aynı insanın içerisinde hem evliyalık hem de eşkıyalık duygusu vardır. Tıpkı aynı insandaki farklı yönlerin varlığı gibi, coğrafi anlamda, doğunun da, batının da, hem güzel hem de yanlış yönleri vardır. Doğuda da, batıda da, inançlı ve ahlâklı insanlar mevcuttur. Doğuda da, batıda da, menfaatinden başka bir şey düşünmeyen maddeci insanlar vardır. Dolayısıyla, coğrafi anlamda ne sadece doğu, ne yalnızca batı tamamen haklıdır veya tamamen haksızdır. Çözüme ulaşmak için, doğu-batı sentezi sağlanabilmelidir. Tıpkı, insanın kendi içerisinde olduğu gibi bir senteze ulaşılmalıdır.
Bu konuda Tahralı’nın aktardığına göre, Peyami Safa, 1961’de kitabının önsözünde şöyle söylemektedir: “Aramızda bazı müfritler hariç, hepimiz, hem doğulu hem de batılıyız. Doğu-batı sentezi bizim, yani bütün insanların tarih ve ruh yapısı, kaderimizdir. Doğu ile batı arasındaki mücadele, her insanın kendi nefsiyle mücadelesine benzer. Bunların sentezi, insanın var olmak için muhtaç olduğu birliğin (vahdetin) ifadesidir. İnsan, bütünlüğünü ve tamlığını ancak bu sentezde bulabilir.”
Genon’a göre batı, aksiyonun, manevi tefekkürden üstün olduğunu ifade etmekte çok ileri gitmiştir. Aksiyonu tek düşüncesi ve fikri temeli haline getirmiştir. Ona göre, bütün doğu doktrinleri, manevi tefekkürün üstünlüğünü kabul eder ve insan hayatındaki önemini vurgular. Genon, İslâmi anlayışta, ilmin, manevi tefekkürün amelden üstün olduğunu savunur.
Genon’un bu anlayışa sahip olmasının muhtemel sebeplerinden birisi, onun tasavvuf aracılığıyla Müslüman olmuş olmasıdır. Allah’ın dininde, elbette manevi tefekkür önemlidir. Ama uygulamaya, yani salih amele dönüşmemiş bir kalbi sezginin, diğer insanlara faydası çok azdır. Bu konuda daha önceki makalelerimizde ifade ettiğimiz, Yusuf Has Hacib’in Kutadgubilig adlı eserindeki vurgulamayı tekrar hatırlamakta yarar var.
Kutadgubililg’teki ifade anlam olarak şöyledir: “Ahireti kazanmak için bir lokma bir hırka anlayışıyla manevi tefekkür içerisinde ibadetle hayatını sürdürebilirsin. Ama asıl olan, bu dünyada mal, mülk ve saltanat sahibi olup, bunları halka hizmet için adaletli bir şekilde kullanmandır. İşte bu, aslında iki dünya saadetidir.”
Yapılan ilim, insanlığa faydalı ise ve ilim yapanı Allah’a daha çok yaklaştırıyorsa bir anlam ifade eder. İnsanlığın huzurlu olmasına ve yardıma ihtiyacı olanlara hizmet etmeyen tefekkürün, yeterli olup olmadığına ve salih amelden üstünlüğü hususuna yalnızca Yüce Yaradan karar verir. Biz Kur’an’daki “Onlar inandılar ve salih amel işlediler. Onlara korku yoktur” açıklamalarından hareket etmekteyiz.
Hint Müslümanlarından (Pakistanlı) Muhammed İkbal, İslâm dünyasını inceleyen İngiliz siyasi yöneticilerin kanaatlerini şöyle ifade eder: İslâm’ın beyni Mısır, kalbi Hint, hareket eden uzuvları Osmanlı’dır. İkbal’in de kabul ettiği bu sınıflandırmanın, bu yazı konumuzu ilgilendiren kısmının irdelemesini yapalım. Mısır, eğer beyin ise ve vücudu yönlendiren o ise, neden Firavunlar döneminde medeniyet oluşturmuş bir halk, Müslümanlıktan sonra geçen 1400 küsur senede bir medeniyet oluşturamadı. Hattâ İslâmiyet’in ilk dönemlerindeki güzel gelişmelerde ciddi bir etkisi olmadı ve Kûfe bölgesinin gölgesinde kaldı. Benzer şekilde, Hint dünyası İslâm’ın hisseden kalbi ise, aynı bölgede günümüzden üç bin yıl önce oluşturulmuş medeniyetin benzerini neden oluşturamadılar. Neden Hint tasavvufu çok eski tarihte başlamışken, İslâm tasavvufunda önder olamadılar. Bu bölgelerdeki ciddi eserleri meydana getirenler, Emir Timur ve torunları ile Babür Şahın halefleridir.
Demek ki, medeniyeti oluşturmak için hem manevi tefekkür hem de aksiyon gerekmektedir. Önce, devlet olarak kısa ömrüne ve iki büyük saldırıya (Haçlı Seferleri ve Moğol saldırıları) maruz kalmalarına rağmen Selçuklu Türkleri, sonrasında Osmanlı Türk Devleti, bu ikisine de sahip olduğu sürece ciddi bir medeniyet oluşturmuştur. Osmanlı Medeniyetinin özellikleri hususunda, bu sitede çeşitli yazılar yazdık. Bu makalelerimizden birisinin bir kısmını vererek, oluşturulan medeniyetin günümüz insanlığı açısından önemini göstermekte fayda görüyoruz. Makalemizde aynen aşağıdaki ifadelerde bulunmuştuk:
“Önceki yazılarımızda Osmanlıların, genelleştirmekte sakınca olmayan bazı özelliklerini bahsetmiştik. Her bir özelliğini, ayrı bir yazımızda anlatmıştık. Bunlardan biri, sınıflar arası çatışmaya değil, eşitlikçi anlayış temeline oturan uygulamalardı. Diğeri, rekabet ve çatışmaya değil, işbirliği ve dayanışma üzerine toplumun oluşturulduğu idi. Bir başkası, her alanda gösterdikleri itidalli davranış idi.
Bu açılardan bakılınca Osmanlı Türk Devletinin uygulamalarının bir diğer önemli özelliği, hoşgörü anlayışıdır. Bu konuda daha önce bu sitede “Türklerin Hoşgörüyü Evrenselleştirmesi” üzerine bir yazı yazmıştık. Ancak silindi. Gerektiğinde yeniden aynı yazıyı yayınlarız.
Zaten bütün bu davranışların temeli, “adalet” anlayış olduğundan, adalet konusunu ayrıca bir makale ile kaleme almadık. Fakat hemen her yazımızın içerisinde, “adalet” kavramının yansımalarından bahsetmekteyiz.
Osmanlı Türk Devleti “soylu”dur, ama insanlara tepeden bakmaz. Devlet “muhteşem”dir, fakat insanları ezmez. Osmanlı “büyük”tür, ama insanları ürkütmez.
Osmanlı Türk Devleti, zalimlere ve zorba olduğunu düşündüklerine karşı, keskin bir kılıç gibidir. Kendisine maliyetini düşünmeden, zorbanın haddini bildirmeye var gücüyle çalışır. Ama masum ve mağdurlara karşı, boynu kıldan incedir.”
Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz. Doğu batı sentezi için, öncelikle bu senteze, yani maddeci yanımızın aşırı isteklerine karşı kanaatkâr bir yapı oluşturmaya kendimizden başlayacağız. Sonra, bunu çevremize ve insanlığa doğru yaymaya çaba göstereceğiz. Manevi tefekkürün ve imanın önderliğinde salih ameller işlemeye gayret edeceğiz. Nefsimizin esiri olmadan, onun isteklerinin ihtiyaç olanlarını helal yollardan yerine getireceğiz ama başkalarına da yardımcı olacağız. Hem gönüllere hem de göze hitap edeceğiz. Bunları yaparken temelde ahlâklı olacağız.
Doğu-batı sentezi için Genon’un en önemli beklentisi, batıda, doğu anlayışına sahip elit bir kitlenin oluşmasıdır. Bu beklenti bir asır öncesinde uygun bir yöntem olabilirdi. Ama şimdi hem zaman yok, hem de küreselleşme sebebiyle böyle bir elit gurubun oluşması ihtimali çok zayıfladı. Buna karşılık küreselleşmenin bize sağladığı güzel bir imkân var. Bütün dünyadaki yöneticiler, sivil toplum kuruluşları, dinlerin temsilcileri ortak hareket edebilirler. Medya ve internet imkânlarını kullanarak, kısa sürede halkların anlayışları üzerinde etkili olunabilir. Yeter ki bu değişimi gerçekleştirmek isteyenler, önce kendilerinde değişimi gerçekleştirmiş insanlar olsunlar.