SOSYAL KONUMUMUZU TAKVA DEĞİL, SERVET BELİRLERSE

SOSYAL KONUMUMUZU TAKVA DEĞİL, SERVET BELİRLERSE

 

Takvayı, Yüce Yaradan’ın emir ve isteklerini yerine getirme anlamında alıyoruz. Allah’ın emir ve yasaklarına uymanın oranı arttıkça, takvadaki derecemiz yükselir.

Günümüzde, maddecilik fikri zihinleri o kadar etkilemiştir ki, imanlı insanların bile büyük çoğunluğunu tesiri altına almaktadır. Dışarıdan bakıldığında dindar olarak görülen pek çok insan, içten aynı durumda değildir. Bu insanlar sanki makine gibidirler. Dini konulardaki bazı şeyleri ezberlemişlerdir. Dinle ilgili olan uygulamalarının birçoğunu, aynı makine gibi, düşünmeden yapmaktadırlar. Neden böyle yaptıklarını hiç düşünmemektedirler. Sadece ezberledikleri bazı kavramları hafızalarında tutmaktadırlar. Fırsat buldukça da, tıpkı mekanik bir makine gibi aynı şeyleri tekrarlamaktadırlar. Onlarla biraz konuşulunca, bütün bildiklerinin ezberlediklerinden ibaret olduğu anlaşılır.

Bu açıdan bakılınca, iman sahibi oldukları düşünülen insanlardaki maddeci bakış, iman sahibi olmadıklarını söyleyenlerden aşağı kalmamaktadır.

Maddecilik, her şeyi madde olarak tasavvur eder. Tıpkı bir makine gibi, her şeyi sayar ve ölçer. Maddeci anlayıştakiler, makinelerden de ileri gitmişlerdir. Onlar, yalnızca niteliği değil, niceliği de saymaya ve ölçmeye çalışırlar. Psikolojide bile ölçme yöntemleri geliştirme gayretleri bu durumun göstergelerinden sadece birisidir.

Dindar olduklarını iddia eden insanların çoğu da, benzer şekilde niceliği ölçmeye çalışırlar. Onlar da dindarlığı, sanki ölçme ve saymaya indirgemişlerdir. Allah’ın insanlardan istediği takvalı davranışları sergilemeye çalışmak yerine, ezberledikleri duaları kaç kere okuduklarını saymaktadırlar. İnsanların kıldıkları namazda, secdeye doğru giderken pantolonlarını çekip çekmediklerine, secdeden kalkarken sağ ayak başparmaklarının yerden kalkıp kalkmadığına, başlarında takke olup olmadığına bakarak, namazların kabul derecesini ölçmektedirler. Benzer birçok yöntemle, kişilerin dindarlık seviyelerini ölçmektedirler.

Artık, dindarlığın derecesi, nicelik yani salih amel işlemek değildir. Onlara göre ölçü, sanki 3T formülüdür, yani takke-tespih-takunyadır. Takkesiz namaz kılanın, namaz sonrasında tespih çekmeyenin, abdest sırasında takunya giyip ayağını yıkamayarak mesh edenin kıldığı namazlar, sayma ve ölçme hesabına bile alınmamaktadır.

Anlaşılan o ki, maddecilik her alana girmiştir. Her şeyi maddeleştirmiştir. Her şeyi ölçeceğine inanmıştır. Yukarıdaki basit örneklerden de görüldüğü gibi, dindar olduklarını iddia edenlerin bile çoğu, maddeciliği içselleştirmişlerdir. Dini alanda bile bu etkiyi oluşturmuşsa, maddeciliğin insanları fiilen teslim almakta olduğunu söylemek, bizi yanıltmaz.

Maddecilik bu denli etkin olunca, hakikat kavramının da anlamı değişmeye başlamıştır. Artık, bir şeyin gerçekliği, beş duyumuz ile bilinmesiyle sınırlandırılmıştır. Beş duyu ile belirlenmeyen şeyler, gerçek dışı olarak kabul edilmiştir. Bu anlayış, dindar bilinenleri de kuşatmıştır. Dindar bilinenlerin çoğu, Tanrı inancını içselleştirememişler ve hayatlarını maddeciliğin tesirinde sürdürmektedirler. Eğer, Tanrı inancını bir hakikat olarak düşünselerdi, yaptıkları her şeyi gören, kafalarından geçirdikleri her şeyi bilen bir Tanrı gerçeği var iken, kimse fark etmedi diyerek, menfaat peşinde koşmazlardı.

Maddecilik ve ölçme yarışı, bilimsel çalışmaları da etkilemiştir. İlmi bulgular, bilgeliğin önüne geçmiştir. Hâlbuki bilimsel çalışmalar, Yüce Yaradan’ın yarattığı kâinatta oluşturduğu sistemin işleyişini anlayabilmek için ölçme ve sayma yapar. Öteki dünya hususunda hiçbir şey diyemez. Bir şey diyemediği için de, maddi alanla ilgili olmayan şeyleri incelemeyi ilmi olmadığı gerekçesiyle reddeder.

İnançlı insanların büyük çoğunluğunun ahiret konusundaki tasavvurları da, bu dünyadaki yaşam ile benzeşir. Ahiretteki cennet hayatında kendilerine, “göğsü yeni tomurcuklanmış güzel hurilerin” hizmet edeceğini düşünürler. Böylece ölçülerini verdikleri hurilerin sayıları hakkında bile fikir yürütürler.

İnançlı insanları bir kısmı, bir kimsenin evliya olup olmadığına oluşturdukları mucizelerin varlığına göre karar verirler. Hangi evliyanın daha üstün olduğunu, oluşturduğu mucizelerin sayısı ve güçlüğü belirler. Bu ayrımı da, güya bilimsel davranmak adına yaparlar. Sevdikleri şeyhleri ve hattâ peygamberi övebilmek, diğerlerinden üstün olduğunu vurgulayabilmek için, bilimsel davranabilmek adına, mucize olaylar uydururlar. Hâlbuki bilindiği gibi, mucizeleri insanlar oluşturamaz. Bizim mucize olarak nitelediğimiz şeyleri oluşturan, Yüce Yaradan’dır. Bize göre mucize olan şeyler, Allah’a göre çok sıradan bir iştir.

Bazı insanlar da, Kur’an’ın, Allah’ın sözü olduğunu ispat etmek için, bilimsel bulgularla Kur’an ayetlerindeki ifadeleri karşılaştırırlar. Bunu yapabilmek yani bilimsel olayların Kur’an’da bahsedildiğini anlatabilmek için, ayetlerin anlamlarını günümüzdeki bilimsel bulgulara uyarlamaya çalışırlar. Ne kadar çok sayıda ayeti bilimsel bulgularla eşleştirirlerse, Kur’an’ın o kadar çok Allah’ın sözü olduğunu ölçtüklerini zannederler. Arapçanın yapısı, bazı kelimelerin 20 civarında anlamının olması, böyle düşünenlerin işlerini kolaylaştırır.

Batı dünyasında taraftar bulan Spirtüalizm yani maneviyatçılık anlayışı da, savunmalarında, maddiyatçılık ile benzer temellere dayanmaktadır.

Bizim verdiğimiz çok az sayıdaki örneklerin çok daha fazlasını, okuyucularımızın vereceğine inanıyoruz. Bu sebeple misal vermeyi burada bitiriyoruz. Bütün bu örneklerin doğrultusunda şunu söyleyebiliriz ki, inançlı insanların bile çoğunluğu, manevi olayları ve hayatı, maddeciliğin etkisiyle hayal etmektedir.

İnsanlığın huzuru, maddecilikten uzaklaşması ile doğru orantılıdır. Maddecilikten uzaklaştıkça, güzelliklere ulaşması artacaktır.

Maddecilik, yani sayma ve ölçme anlayışı, insanların arasındaki servet farkını artırmıştır. Servet farkının artması, bir sorun olmakla birlikte, çözülemeyecek kadar ciddi bir mesele değildir. Ancak, maddeci zihniyetin hâkim olduğu bir ortamda oluşan servet farkı, insanlığın temeline konulmuş dinamit gibidir.

Hâlbuki servet sahibi olanlar iman sahibi insanlar olursa, sonuç farklı olur. Bu insanlar, servetlerinin ahiret hayatında kendilerine yaramayacağını bilirler. Servetlerini infak ederek (paylaşarak) fakirleri korurlarsa, hem toplum huzurunu korumuş hem de kendileri takvalı davranmış olurlar. Yüce Yaradan, kutsal kitaplarında insanlar arasındaki farkın, takva açısından olduğunu ifade etmektedir. Böylece servetlerini paylaşan insanlar, hem toplum nezdinde saygınlık kazanırlar, hem de Allah nezdinde itibar sahibi olurlar.

Günümüzde, toplumları sevk ve idare etmek için, maddi vasıtalara sahip olmak yeterlidir. Bu gidişat tehlikelidir. Maddeten kalkınmış bir ülke olan ABD’de bile bugün, nüfusun %1’rinin her şeye hâkim olduğuna inanılır hale gelmiştir. Nüfusun %99’zunun içerisinde, geleceğe umutla ve güvenle bakanlar her geçen gün azalmaktadır. Oysa toplumları sevk ve idare etmekte takvaca üstün olanlar, yani Allah’ın emir ve yasaklarını uygulayanlar etkili olurlarsa, geleceğe umutla ve güvenle bakan insanların sayıları hızla artacaktır.

Maddeci anlayış, insanlara mümkün olduğu kadar çok tüketmeyi öğütler. Çünkü maddeci anlayışta, insanlar arasındaki sosyal konum farkını, yapılan tüketimler belirler. Bu sistemde, daha çok tüketenler, insanları yönetme mevkiine yükselmeye daha yakındırlar.

Hâlbuki hem şahısların hem de insanlığın huzuru, daha az tüketmektedir. Daha önce kanaatkârlık üzerine yayınladığımız bir makalemizde ifade ettiğimiz gibi, kanaatkârlık tükenmez bir hazinedir. Dolayısıyla amaç, ihtiyacını karşılayacak kadar tüketmek olmalıdır. Aynı malın lüks olanı, ihtiyaç olarak görülmemelidir. Kendisi daha az tüketen yöneticilerin, halka örnek olmaları ihtimali kuvvetlidir. Bu sebeple, insanlığı güzel geleceğe götürecek bir başka gösterge de, yöneticilerin içerisinden, kendileri daha az tüketen insanların çoğalmasıdır.

Bu yazı Sosyal kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.