DEVLET, MİLLET VE FERT ARASINDAKİ DENGE ÜZERİNE

DEVLET, MİLLET VE FERT ARASINDAKİ DENGE ÜZERİNE

 

İnsanların kurduğu bir kurum olan devletin amacı, insanların aralarındaki sosyal düzeni sağlayarak, huzurlu bir ortam oluşturmaktır. Eğer, insanlar yaratılışta aynı yapıda olsalardı, böyle bir kurum oluşturulamazdı. Sosyal düzen kurulamazdı.

İnsanların böyle bir kurumu oluşturabilmesi ve sürdürebilmesi imkânını veren tek amil, insanların yaratılışından gelen farklı özelliklerdir. Yüce Yaradan, bu konuyu Zuhruf Suresinin 32inci ayetinde açıklıyor: “…  Dünya hayatında onların geçimliklerini aralarında biz taksim ettik. Birbirlerine işlerini gördürsünler diye biz onların bir kısmını diğerlerinden derecelerle üstün kıldık…”

Demek ki, Allah, insanları farklı özelliklerde yaratmasaydı ve insanların geçimliklerini Yüce Yaradan taksim etmeseydi, biz sosyal bir düzen kuramazdık. İnsanlar birbirlerine iş gördüremezdi.

Diğer taraftan Yüce Yaradan, insanları (ve hayvanları), tek başına değil, toplum içerisinde yaşayacak özelliklerde yaratmış. Ayrıca, Allah, bizleri birbirimizle tanışıp anlaşalım diye kavimlere ayırdığını ifade ediyor. Bize verdiği, toplum içerisinde birlikte yaşama özelliğimize rağmen, dünya hayatımızla ilgili olarak yapacağı imtihanda, insanları tek tek muhatap alacağını belirtmiş. Kur’an’da insanla ilgili yapılan anlatımlarda, insanın zatına ve onun onuruna önem verilmiş.

Dolayısıyla devlet, millet ve ferdin birbirlerine üstünlüğü yoktur. Bu sebeple, aralarında uzlaşma olması şarttır. Bu uzlaşmada dikkat edilmesi gereken en önemli husus, insan onurunu muhafaza etmek olmalıdır.

Ancak bazı ortamlarda, öncelik sırası değişebilir. Bazen birinin hakları öne çıkabilir. Örneğin, devlet düzeninin tehlikede olduğu dönemlerde, devletin hakları öne çıkabilir. Türklerin Yeniden Diriliş Savaşı sırasında ve savaşın en sıkıntılı günlerinde Atatürk’ün söylediği “söz konusu vatan ise, gerisi teferruattır” sözü ile “Çanakkale’de “ben size savaşmayı değil, ölmeyi emrediyorum” emri bu duruma gösterilebilecek bir örnektir. Atatürk’ün bu sözlerinin temelinde, kendileri ölerek, geride kalan büyük çoğunluğun, insan olma onurunu kurtarma amacı vardır. Kendi istekleriyle, ölmeyi veya cefa çekmeyi seçenlerin onurlu davrandıkları düşünülür ve toplum tarafından takdir edilirler.

Osmanlı Devletinde bir dönem görülen, devletin bekası için kardeş katline izin veren kanunların temelinde de, devleti önceleme anlayışı vardır. Bu anlayışa göre, devlet düzeni olmazsa veya ülke zayıflar ve düşman zihniyetli insanlar tarafından işgal edilirse, insanların hayatı perişan olur. Nitekim tarih, bu perişan olmanın örnekleriyle doludur.

İnsanların, devlet kurumunu kurmalarının sebebi, yaşadıkları ortamın ve toplum olarak kendilerinin huzurunu sağlamaktır. Bu açıdan bakılınca, eğitimin ve zenginliğin yaygınlaştırılması kapsamında, milletin hakları öne çıkar. Devlet, insanlar arasında ayrım yapmadan hizmet etmelidir. Eğer bir devlet, eğitim ve öğretimi halka yaymıyorsa, görevini yapmıyor demektir. Eğer aynı devlet, hem eğitimi hem de zenginliği halka yaymıyor, yöneticilere yakın olan belirli guruplarla sınırlı tutuyorsa, o devlet, milletin değil, kralın, sultanın veya bir gurubun devleti demektir. Nitekim tarihte görülen devletlerin büyük çoğunluğu bu yapıdadır. Bu yapılarına rağmen devletlerin çoğu, halkı memnun etmek için gayret sarf etmişlerdir. Memnun etmeyi başaramayanlar, iktidarı, yine aynı halkın içerisinden çıkan başkalarına veya rakip devletlere devretmişlerdir.

Normal şartlardaki günlük hayatta da, ferdin hakları öne çıkar. Burada amaç, insan onurunu korumaktır, Özgürlük ile otorite arasında uzlaşma sağlanırken, hürriyetler daha önemli hale gelir. Çünkü özgürlüğün olmadığı yerde, insan onurunu muhafaza etmek çok zordur.

İslâm bilginleri, insan onurunu muhafaza edebilmenin beş esası olduğunu ifade etmişlerdir. Korunması istenilen beş esas; akıl, can, nesil, din ve mal.

Bu açılardan bakılınca, devlet ile millet, insan onurunu korumak konusunda birlikte sorumludurlar. Elbette insanın kendisi de, onurunu korumakla yükümlüdür. Fakat hem devletin hem de milletin desteği olmadan tek başına koruyamaz. Yukarıda sayılan beş esası, sadece devlet korumaya kalkarsa, başarılı olması ihtimali zayıftır.

İnsanların aklını korumak, önemli bir sorumluluktur. Akıl olmadan, ne devlet düzeni ne de toplum düzeni kurulması mümkün değildir. Nitekim Yüce Yaradan, aklı olmayanları sorumlu saymamakta ve imtihandan muaf tutmaktadır. İnsanın sorumluluğu, aklını nasıl kullandığı hususundadır.

İnsan canını muhafaza etmek büyük öneme sahiptir. Allah, mümin insanların yani, Onun emir yasaklarına uygun yaşayanların, yanlışlık dışında öldürülmesini, bütün insanlığın öldürülmesi ile bir tutacak kadar, insanın canını mühimsemektedir. Ancak, fitnecilerin, hainlik yapanların, nankörlerin, insanların huzurunu bozmayı huy edinen bozguncuların, masum insanları öldürenlerin, Kendisine (Allah’a) karşı mücadele edenlerin canlarını önemsememektedir. Hattâ onların öldürülmelerini istemektedir. Demek ki, insanın canı korunurken, başka insanlara zararının boyutunu, toplumun huzurunu ve devletin düzenini öncelemek gerekmektedir.

Diğer üç unsur olan nesil, din ve mal güvenliği hususu, bizim makalemizin konusuyla doğrudan bağlantılı değildir. Başka yazı konusudur. Bu nedenle burada bahsetmeyeceğiz.

Sonuç olarak devlet-millet-fert arasında denge kurulmalı ve uzlaşılmalıdır. Bu denge ve uzlaşma, insanın onurlu bir yaşam sürmesi temeline oturmalıdır.

Bu yazı Sosyal kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.