BİLİMİ GELİŞTİREN UNSURLAR ÜZERİNE
Bu sitede bilim konularını işleyen çok sayıda makale yayınladık. Bu yazımızda, farklı bir açıdan yaklaşarak, bilimin gelişmesine vesile olan bazı ortamları irdelemeye çalışacağız.
Bilimin gelişmesinde –paranın dışında- etkili olan en önemli amil, hiç şüphesiz, hür düşünce ortamının olmasıdır. Özgür fikir ortamının önemini anlamak için, üniversitelerin durumlarını incelemek yeterlidir. Takdir edileceği gibi, bilimin gelişmesi için gerekli bütün araştırma ve diğer bazı imkânlar, üniversitelerin çoğunda mevcuttur. Buna rağmen, ülkelerin çoğunda üniversitelerin, bilimin gelişmesine katkıları, imkânlarıyla orantılı değildir ve çok daha azdır. Çünkü bu ülkelerdeki devlet üniversiteleri ve hattâ özel üniversitelerin bile çoğunluğu, kuralcı ve bürokratik devlet kurumları haline dönüşmüşlerdir. Çoğu ülkede, üniversite rektörlerinin yetkileri, neredeyse devlet başkanlarınınki ile aynıdır.
Üniversitelerin halini daha iyi anlamak için, geçmiş tarihe bakalım. İlim tarihine yön veren büyük beyinlerin birçoğu, üniversite kurumu dışından çıkmıştır. Yenliklerin, buluşların ve patentlerin önemli bir bölümü üniversite kurumu dışında kalmış özgür şahsiyetler tarafından gerçekleştirilmiştir. Newton, Edison, Einstein, çalışmalarının çoğunu üniversite sisteminin dışında yapmak zorunda kalanlara örnek gösterilebilecek, bilimin devlerinden bazılarıdır.
Bilimi geliştiren dahi (üstün zekâlı) insanların ortak özelliklerinden birisi, normal kişilerle karşılaştırıldığında garipsenecek düşüncelere sahip olmalarıdır. Dolayısıyla bu yapıdaki insanların, kuralların sıkı disiplin anlayışı içerisinde uygulandığı yerlerde çalışmaları, çalışabilmeleri zordur. Hattâ, kuralcı bir bilim insanının yanında bile çalışmak istemezler.
Başarılı bilim insanlarının bir diğer ortak özellikleri, tek bir alan üzerine çalışmamalarıdır. Birkaç farklı saha üzerine çalışma yapmış olanlar, daha başarılı olmaktadır. Çünkü tek alanda ve sadece belli yerlerden toplanan bilgiyle çalışan insanların ve birkaç alanda çalışan diğer bilim insanlarının karşılaştıkları sorunlar birbirine benzemektedir. Her iki gurup da temelde benzer sıkıntılarla yüz yüze geliyor. Ancak, farklı alanlarda çalışanlar bu sıkıntıları aşmak hususunda daha şanslılar. Tek alanda çalışanlar için, bir süre sonra konular artık, rutin hale geliyor. Bu rutin hayat içerisine sıkışıp kalmış bilim insanları, bazen yenilikleri fark edemeyebiliyorlar. Kimi zaman, bu hataya, o alanda otorite haline gelmiş insanlar bile düşebiliyorlar.
Bu gibi durumlarda, dışarıdan bakanlar, yenilikleri daha kolay fark edebiliyorlar. Dolayısıyla, birkaç dalda çalışmış olan birisi, çeşitli alanlardaki çalışmalarının etkisiyle değişik açılardan bakabildiği için, yenilikleri daha rahat görebiliyor. Yani ihtisaslaşma, bilimde çoğu zaman faydalı olmuyor, başarılı bir sonuca götürmüyor. İhtisaslaşma, bilimsel bulguların teknoloji haline getirilmesinden sonra, bilimsel bilgilerin ve teknolojinin uygulamasını yapanlarda daha faydalı olabilmektedir.
Bilimin gelişmesine vesile olan bir başka unsur, kolektif çalışma disiplini altında organize olabilmektir. Hiçbir bilimsel gelişme, sonuca ulaşan o kişinin sıfırdan başlayarak ulaştığı bir şey değildir. Takdir edileceği gibi, bir araştırmanın yapılabilmesi için, cihazları kullanacak yetenekli teknisyenler de gerekir. Yani güzel bir sonuç alınabilmesi için, hem ekip çalışmasına ihtiyaç vardır, hem de, benzer konularda daha önceden yapılmış çalışmalardan istifade edilmesi şarttır.
Ancak burada dikkat edilmesi gereken husus, ekiptekilerin, ekip başı tarafından, kendi emrindeki memurlar gibi algılanmasını önleyecek tedbir almaktır. Ekip çalışması demek, “emir, demiri keser” anlayışında çalışmak demek değildir. Ekiptekiler, düşüncelerinde hür olmalıdır. Fikirlerini söylemekten çekinmeyecekleri bir ortam sağlanmalıdır.
Bilim, “ben şunu bulacağım, şunu yapacağım” demekle olan bir şey değildir. Başka herhangi bir iş için, bu sözleri söyleyebiliriz. Diğer birçok alanda, yapacağımız işlerin sonuçları baştan bellidir. Tarlaya buğday tohumu ekersek, buğday alacağımızı biliriz. Ama bilim böyle değildir. Prof. Mustafa Çetiner’in aktardığına göre, Einstein bu hususla ilgili olarak şöyle söylemiştir: “Eğer, ne yaptığımı bilseydim, buna araştırma demezdim.”
Demek ki, “ben şunu bulacağım” diyerek değil, “nasıl böyle oluyor” diye sorarak araştırma yapmaya başlamalıyız. Sadece kendi araştırmalarımızla sınırlı kalmayıp, başkalarının tecrübelerinden, yaptıkları deneylerdeki başarısızlıklardan yararlanmalıyız. Onların bu başarısızlıkları ile ilgili düşüncelerini bilmeden ve bizden öncekilerin çalışmalarından faydalanmadan, bilimde ilerlememiz, yani, yeni bir şeylere ulaşmamız tesadüflere bağlıdır.
Konunun daha iyi anlaşılabilmesi için, Newton’un şu sözüne kulak verelim: “Ben, devlerin omuzlarında durduğum için büyük görünüyorum.” Bu söz, sadece bilimsel araştırmalarda değil, birçok alan için de geçerlidir.
Başkalarının çalışmalarını yakından takip edenlerden, bazen, onların ulaştıkları bilgilere sahiplenenler de olabilir. Bu konuyu örnek vererek anlatalım. Charles Darwin, yaptığı araştırmaların sonuçlarına henüz tam güvenemiyor ve sorulacak sorulara cevap verebilmek için, daha çok delil toplayabilme amacıyla, araştırmalarına devam etmek istiyordu. Ama Alfred Russell Wallace’dan aldığı bir mektupta, onun da aynı konularda araştırma yaparak aynı şeylere ulaştığını okuyunca, yeni araştırmalar yapma fikrinden vazgeçerek, Wallace’dan önce davranıp, hemen kitabını bastırmaya karar verir ve kitabını yayınlar. Böylece, bu hususta başkaları tarafından yapılan bütün araştırmaların sonucunu, kendisi sahiplenmiş oldu. Diğer bir örnek, Edison ile ilgilidir. Edison da, Nikola Tesla ve William Joseph Hammer’ın çalışmalarından çok faydalanmış ve erken davranarak, bazılarını kendisi sahiplenmiştir. Bazen de halk, diğer iki şahsın çalışmaları sonucunda aldıkları patentlerin sahibinin, Edison olduğunu zannetmektedir.
Bilimsel çalışma yapıyorsak, bizden önce yapılan çalışmalar hakkında ayrıntılı bilgilere ulaşmamıza rağmen, bizler, ekip halinde disiplinli bir şekilde çalışmazsak, yine ilerleme kaydetme ihtimalimiz zayıflar. Bir diğer anlatımla, diyelim ki, daha önce, başkaları bizim çalışmalarımıza temel teşkil edecek uygun bir ortam oluşturan çabalar sarf etmişlerdir. Ancak, biz de, disiplinli (yani, paylaşımcı) bir ekip çalışması içerisinde olmalıyız ki, o bilgileri değerlendirerek, yeni bulgulara ulaşabilelim. Aksi takdirde, evi yanarken su dökmeyip, Allah’a yangını durdurması için dua eden insan konumuna düşmüşüz demektir.
Bilimsel gelişmeleri, fertlerin tek başlarına yapacakları çalışmaların sonucundan beklemek, piyangodan büyük ikramiye beklemek gibidir. Katı kuralların uygulandığı kurumlarda veya ekipte çalışanların özgür düşüncelerinin olmadığı çalışmalarda bilimin gelişmesini beklemek, denizin ortasında uzak bir adada, ne zaman geleceği belli olmayan gemiyi beklemekle aynı şeydir. Bu durum sadece bilim alanında değil, teknoloji geliştirme hususunda da aynıdır. Günümüzde, dünya üzerinde, kendilerinin mucit olduğunu zanneden ve çalışmalarını çalmasınlar diye tek başına çabalayan, on binlerce mucit adayı var. Ama ciddi anlamda başarılı olanların oranı ne kadardır bilemiyorum. Kendi hayatımda karşılaştığım bu yapıdaki mucit adaylarıyla ilgili tecrübeme dayanarak, çok düşük oranda olduğunu tahmin ediyorum.
Bu nedenle, bilimin gelişmesini sağlamak istiyorsak, kuralları gevşek olan kurumsal birimlerde, özgür düşünceli, ama düşüncelerini kendine saklayıp kendi menfaati peşinde koşan değil, arkadaşlarıyla paylaşan kişilerle ortak çalışmalar yapılabilmesinin önünü açmalıyız. Ekip başı olduğunu düşünenlerin de, bu konularda önce kendilerinin örnek olmalarının gerektiği açıktır.
Yukarıda bahsettiğimiz özgür düşünceye dayalı bu yöntem, çoğu alanlar için geçerlidir. Bazen, disiplinli hiyerarşi gerektiren, iş yerleri, okullar, devlet kuruluşları gibi bazı alanlar için bile geçerlidir. Hattâ, strateji ve taktik belirlenmesi tartışmaları sırasında, en disiplinli alanlarda ve askeriyede de geçerlidir.