BATI ANLAYIŞI ÜZERİNE

BATI ANLAYIŞI ÜZERİNE

 

Batı terimi ile kastedilen, coğrafi bir yöre ve oradaki genel anlayış değildir. Bizim tanımımıza göre Batı anlayışı, kendi anlayışını karşı tarafa zorla kabul ettirme çabasıdır. Bu zaviyeden bakılınca, Batı terimi, Roma İmparatorluğunun yönetim anlayışıyla benzeşir. Aynı şekilde, coğrafi olarak Batı Avrupalıların, keşifler sonrasındaki dönemlerde sergiledikleri davranışlarıyla örtüşmektedir. Müslüman Emevi sülalesinin yöneticilerinin davranışları bu tanımın içerisine girmektedir. Komünist yöneticilerin uygulamaları aynı tanım ile açıklanabilir.

Tarih içerisinde benzer davranış örneklerini sergileyen başka yönetimler de olmuştur.  Ancak bunların hiçbiri Batı Avrupalı yöneticilerin keşifler sonrasında yaptıkları uygulamalar kadar uzun sürmemiştir.

Keşifler öncesinde Batı Avrupalı yöneticiler, Kilise ve onlara bağlı krallar tarafından zorla Hıristiyanlaştırıldılar. Fakat onlar da kendilerine yapılan zorlamanın intikamını, kendileri de başkalarını zorlayarak almaya çalıştılar. Böylece aynı hatalı davranışı sergilediler. Önce kendi halklarını Hıristiyan olmaya ve Kiliseye bağlı kalmaya zorladılar. Keşiflerden sonra ise, gittikleri yeni yerlerin halklarını zorladılar. Tanrıtanımaz olduklarını düşündükleri bu insanları, zorla Hıristiyan yapmaya çalıştılar.

Onlara dinlerini kabul ettirmeye çalışmakla yetinmediler, onları sömürdüler. Hem yeraltı ve yerüstü kaynaklarını, hem de insan güçlerini sömürdüler. Böylece Roma İmparatorluğunun emperyalizm anlayışını dünyaya yayarak uyguladılar. Romalılar, gittikleri yerlere “kanun ve nizamı” götürdüklerini söylerlerdi. Batı Avrupalı yöneticiler de benzer şeyleri savundular. Gittikleri yerlerdeki insanları, insanların en alt tabakası hattâ bazen hayvan gibi olduklarını düşündükleri için, onları insan haline getirmeye çalıştıklarını savundular. Onlara medeniyet götürdüklerini ve sefil dedikleri insanları medenileştirdiklerini söylediler. Böylece emperyalizm anlayışlarına da kılıf oluşturmuş oldular.

Avrupa’nın batısındakiler, yeni gittikleri yerleri, onlara iyilik ediyormuş havasıyla sömürerek zenginlediler. Böylece dünya üzerindeki en etkin güç haline geldiler. Coğrafya olarak da en yaygın güç oldular. Dolayısıyla kendilerinin her anlayışını bütün dünyaya zorla kabul ettirme hususunda çok daha avantajlı konuma geldiler. Kendi aralarında gelişen yeni fikirleri de yaymaya başladılar. Önce serbest piyasa fikrini yaymaya çalıştılar. Bu anlayışa karşı çıkan ülkeleri ve yöneticilerini çeşitli entrikalarla pes ettirdiler.

Kendi aralarında yaptıkları ve hiçbir anlamı olmayan iki Dünya Savaşıyla güçlerinin zayıflamaya başladığını fark etiler. Sömürdükleri ülkeler üzerindeki etkileri azalmaya başlamıştı. Dolayısıyla sömürmeleri giderek zorlaşabilirdi. Bu defa, ekonomik kalkınma diye bir fikir geliştirdiler. Bunu dünyaya yaymak için kolları sıvadılar. Sömürmeye devam etmek istedikleri ülkelere borç verdiler. Sadece borç vermekle kalmadılar, borçlarla neler yapmaları gerektiği hususunda akıl verdiler. Tabiatıyla verdikleri akıllar, karşı tarafın değil, kendi iyilikleri içindi. Buldukları bu yeni anlayış da, sömürüleri için yetmedi. Bu defa küreselleşme diye bir fikir geliştirdiler. Gümrükleri kaldırmayı hedeflediler. Sermayenin serbest dolaşımını temin ettiler.

Son dönemlerde zorladıkları “serbest piyasa ekonomisi”, “ekonomik kalkınma”, “küreselleşme” tabirlerini evrensel mutlakıyet olarak sundular. Hâlbuki zihinlerinin arkasındaki evrensel mutlakıyet, onların dünyanın tamamına hâkim olma ihtirası idi. İşte bizim Batıcılık olarak nitelediğimiz şey, bu anlattığımız dünyaya hâkim olma ihtirasıdır. Bu ihtirasa sahip toplumların arasına Avrupa’nın batısındakilerden sonra ABD toplumu da katıldı. Bilhassa kendi iç savaşları olan Kuzey-Güney Harbinden sonra ABD’nin sergilediği anlayış tamamen yukarıda anlattıklarımızla örtüşmektedir.

Bu sebeple günümüzde bu anlayışı Avrupa’nın batısı ile ABD temsil etmektedir. Komünizmin iflas noktasına gelmesinden sonra tek etkili anlayış olarak kalmıştır. Bu sebeple Batı denilince bu toplumlar anlaşılmaktadır.

Batı toplumunu Batıdaki sorgulayan düşünürler, bu anlayışı şöyle tarif etmektedirler. Bu fikir insanlarına göre Batı toplumu; hırs, açgözlülük, kıskançlık, egoizm gibi tutkuları serbest bırakan, tarihteki tek toplumdur. Elbette bu anlayışlar her insanın içerisinde vardır. Dolayısıyla da her toplumda görülme ihtimali mevcuttur. Fakat nasıl insanların bazıları, içlerindeki bu duygularla mücadele etmişlerse, Batılı bu düşünürlere göre, diğer toplumlar, az ya da çok, bu duyguları durdurmaya çalışmışlardır. Batı toplumunun yaptığı gibi serbest bırakmamışlardır.

Batı toplumunun ileri gelenlerinin çoğu, insanlardaki nefsani duyguları serbest bırakırlarken yine bir kılıf buldular. Ekonomik menfaatlerinin yönlendirdiği şahsi kötülüklerini, aksine toplumsal erdem gibi sundular. Toplumun menfaati için gerekli diye gösterdiler. Batılı yöneticilerin bazıları, böyle yaparak, gerçekten de erdemli davrandıklarına inandılar. Kendileri inanınca, başkalarını da kendileri gibi olmaya çağırırlarken, iyi şeyler yaptıklarını düşündüler.

Fakat maalesef Batıda bu şekilde erdemli bir toplum oluşturamadılar. Batıda sadece, kendi menfaatleri peşinde koşan aileler ve fertler oluştu. Her ailenin veya ferdin, kendi farklı hedefleri olduğundan toplum oluşturamadılar. Dolayısıyla erdemli bir toplum gerçekleşmedi. Aksine güçlü aileler veya şahıslar güçsüzleri yenerek, onlara mümkün olduğunca hükmetmeye çalıştılar.

Güçlülerin daha kuvvetli olma çabaları, belki, ekonomik kalkınmayı tetikledi. Ama kalkınma topluma yayılmadı. Aslan payı, belli aileler veya fertler arasında paylaşıldı. Dolayısıyla bu anlayış Batı toplumuna da yaramadı.

Batının bu anlayışı dünyadaki diğer kültürlere de yaramadı. Eğer Batılı yöneticiler, diğer kültürleri yok etmeden kendi anlayışlarını anlatarak kabul ettirselerdi, bu durum bütün dünya için güzel bir şey olurdu. Çünkü serbest tartışa sonrasında kabul gören anlayış, üstün anlayış demektir. Dolayısıyla diğer insanların da faydasına olur. Ama Batılı yöneticiler, diğer kültürleri yok ederek kendi anlayışlarını zorla kabul ettirdiler. Tıpkı Kartaca’dan intikam almak isteyen Romalı yöneticilerin, bölgedeki binaları bile tamamen yok edip, o alanda hiçbir şey yetişmemesi için toprağı kireçlemeye çalıştıkları gibi, tıpkı komünistlerin “afyondur” dedikleri dinleri yok etmeye çalıştıkları gibi, diğer kültürleri yok etmeye çalıştılar.

Günümüzde Batı anlayışının dayatmaları sonucunda gelinen noktada, bütün dünya yöneticileri sıkıntıdadır. Bütün yöneticiler, ister istemez, sermayenin memurları konumuna düşmüşlerdir. Buna Batılı toplumların yöneticileri de dâhildir. Dolayısıyla bütün dünya sermayenin kıskacına girmiştir. Burada sermayedarların kimler oldukları önemli değildir. Çünkü sermaye sürekli el değiştirme özelliğine sahiptir. Hiçbir ailede veya şahısta kalıcı değildir. Ama yöneticiler ve halk üzerindeki baskısı kalıcıdır.

Dünyanın bu anlayıştaki Batılılaşmadan çıkmasındaki görev, birinci sırada, Batı Avrupa ve ABD toplumlarına düşmektedir. Bu toplumların ileri gelenleri daha fazla sorumludur. İkinci olarak sorumluluk, bütün dinlerin temsilcilerine düşmektedir. Üçüncü olarak da her bir insanın kendisine düşmektedir.

Bu yazı Sosyal kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.