SERVET VE MEDENİYET İLİŞKİSİ
Ekonomistler serveti, para ve meta olarak tarif ederler. Servet artışının, para ya da meta artışı ile sağlanabileceğini düşünürler. Hâlbuki servet, sadece bunlar değildir. Günümüzde kişinin sahip olacağı asıl servetin, sağlık ve huzur olduğu anlaşılmaya başlanmıştır. Ancak biz yine de, manevi servet kısmının incelenmesini kişilerin kendi düşüncelerine bırakalım. Ekonomiyi matematiksel temele oturtmak isteyen ekonomistlerin dikkate almadığı; tecrübe, itibar, bilgi, tanınmışlık gibi etkenleri de bir tarafa bırakalım. Sadece maddi açıdan konuyu irdelemeye devam edelim.
Servetin bir göstergesi olan paranın artışını sağlamanın en az zahmetli ve etkin yolu, talan ve yağma yöntemidir. Bu uygulamayı tarih boyunca neredeyse bütün savaşlarda görürüz. Fakat tarihe baktığımızda, sadece talan yoluyla servetlerini artıran kişiler ve devletler, kısa sürede varlıklarının çoğunu kaybetmişlerdir.
Bu durumun en belirgin örneği, Amerika Kıtasının keşfi döneminde yaşananlardır. Güney ve Kuzeyiyle bu devasa kıtayı ilk keşfedenler, yerlilerin varlıklarını ve birikimlerini talan etmişlerdir. Aztekler, İnkalar ve Mayaların altın, gümüş ve hazineleri talan edilmiş, tapınakları yağmalanmıştır.
Fakat bu servet artışını meta artışı ile desteklemeyen devletler, bir süre sonra gerilemişlerdir. Örneğin İspanya dönemin birinci devleti iken, 1557 yılında halkından aldığı borçları (Juros adlı tahvillerle) ödeyemediği için iflasını istemiştir.
Servetin artışının diğer yolu meta artışı sağlamaktır. Meta artışı ancak üretim ile sağlanır. Amerika’nın ve Afrika’nın keşfi olayına sonradan dâhil olan İngiltere, İspanya’dan farklı olarak talan ile elde ettikleri serveti, üretimi artırmaya yöneltmiştir. Böylece, keşifler sırasında küçük bir devlet iken, hattâ Fransa ile yaptığı savaşlar sırasında çok daha fazla yıpranarak borç batağına batmış iken, sonrasında büyük bir imparatorluk kurmuştur.
Herkesin bildiği bir örnek olması açısından belirttiğimiz sadece bu durum bile, üretimin önemini yeterince göstermektedir.
Günümüzde dış talan ve yağmalar şekil değiştirdi. Zaten dış talanı, ancak kalkınmış ülkeler ve onların zenginleri yapabilmektedir. Diğer ülkelerin zenginleri ise, iç talanı tercih etmektedir.
İç talan, genel anlamda iki yolla yapılmaktadır. Birincisi, küçük tasarrufçuların birikimlerinin talanıdır. Bu, iki şekilde yapılmaktadır. Mevduat talanı ve toplanan vergilerin (doğrudan ve dolaylı) talanı şeklindedir.
İkincisi, arazi talanıdır. Bu talan da iki yolla yapılmaktadır. Hazine arazilerinin talanı ve imar oyunlarıyla küçük arazi sahiplerinin varlıklarının ucuza kapatılması şeklinde olmaktadır.
Yapılan talanların yapıldığı ülkede harcanması durumunda, o ülkenin toplam zararı daha az olur. Ama maalesef, talandan elde edilen paranın çoğu başka ülkelere aktarılmaktadır.
İster aynı ülkede kalsın, ister başka ülkeye aktarılsın, talanın zararı bütün insanlığa şamil olmaktadır. En büyük zarar da, talancı anlayışın halk arasında kabul görmeye başlamasıdır. Bu durum devam ederse dünya yaşanılamaz hale gelir.
Dünyanın yeni ve evrensel bir medeniyet anlayışına şiddetle ihtiyacı vardır. Talancı anlayışa sahip insanlardan, medeniyet oluşturacak bir anlayış çıkmaz. Bu kişiler isterlerse, herhangi bir dinin dindar bilinen insanları olsunlar, sonuç hüsran olur.
Yeni bir medeniyet anlayışı için Yüce Yaradan bizlere Kur’an’da yol göstermektedir. Allah, zenginliğin harama el sürülmeden elde edilmesini istemektedir. Malları üst üste yığmamızı istememektedir. Buradan anlaşılan, zenginliğimizi üretim yoluyla ve helâl bir yöntemle sağlamalıyız.
Güzel ve evrensel bir medeniyet oluşturabilmemiz için Yüce Yaradan’ın bizlere başka tavsiyeleri de var. Elde ettiğimiz zenginlikleri gurur, tamah ve gösterişe sapmadan sergilememizi salık (öğüt) veriyor. Bizim zenginliğimizin Allah’ın rast getirmesi ile olduğunu, bu sebeple varlığımızdan fakirleri kollamamızı istiyor. Hattâ emrediyor.
Yüce Yaradan’ın bize gösterdiği bu yollar, zenginliğimizin; kibir, gurur ve tahakküm aracı olarak bizim iç dünyamıza hükmetmesini engellemek içindir. Yani Allah’ın tavsiyeleri önce kişinin kendisinin huzuru içindir. Kendi huzurlu olmayan bir kişi, başkasının huzurlu olması için hiçbir şey yapamaz. Huzursuz insanlar da medeniyet oluşturamaz. (Medeniyet sözünden ne anladığımızı bir başka yazımızda ele alacağız.)