SIRADAN İKİ YÖRÜK; ESKİOĞLU KARABEKİR AĞA VE DÖNDÜ BACI
(Yazı, son paragraf hariç amcam Fahri Küpçü’nün 1978 yılında yazdığı ‘Karaağaç’ isimli kitabından alıntıdır.)
Yörükler; kışın köy, kasaba veya şehirde, yazın yaylada yaşayan Türk aşiretleridir. Hayvancılıkla meşguldürler.
“Tövbe tövbe ağam, ben çalışıyorum. Sen o zekâtını benden daha muhtaçlara ver.” Bu sözleri, üç kızı ve iki oğlu ile genç yaşta dul kalmış olan Döndü Bacı söylemişti. “Ben muhtaç değilim” diyen bu yüce ruhlu kadının; bir ineği, bir merkebi, üç koyunu ve beş keçisi vardı.
Döndü bacı çok genç yaşta beş çocuğu ile dul kalmış, fakirliği mukaddes bilmiş, hayatın çile ve meşakkatlerinden (zorluklarından) yılmamış ve asla kimseye yük olmamıştır.
Yüksek ahlâka sahip, gözü tok ve çalışkan bir kadındı. Evlatları için bir dişi kaplan kadar hassas olan bu kadın, büyüklerinin yanında bir kuzu uysallığına bürünüverirdi.
Eskiler aşiretinden Bekir Ağa, kara sakallı ve yüzünden tebessüm eksik olmayan çelik gibi bir adamdı. Gerek yaratılışındaki mütevazı hali, gerek sık-sık zengin ve fakir oluşu (tarım ve hayvancılıkla uğraşanların kazançları tabiat şartlarına göre değişir) Bekir ağaya çok güzel bir yaşama sistemi öğretmiş olmalı ki; Bekir ağanın evine gelen misafirler onun zengin mi, fakir mi olduğunu bilemezlerdi.
Eşyaları mütevazı olsa da evi tertemiz olan Bekir ağa, hayvanlara bakmakta, hastalıklarını teşhis ve tedavi etmekte de çok usta idi. Diğer ihtiyar Yörükler gibi o da, ceddinin yüzlerce sene evvel buldukları çiçek ve keçe baş gibi korkunç hastalıkların aşıları gayet güzel yapar ve usulünce aşılarlardı. Hem de bu aşıları 19. Yüzyılda bulan Batılılardan farklı olarak yün ipliği, kıl ipliği, pamuk ipliği ve keten ipliği ile değil de, ipek ipliği ile bu aşıyı yapabilmişlerdir.
Bu da gösteriyor ki, Bekir ağa ve emsali (yaşdaşı) insanlar okuyup yazmak bilmeseler de cahil değillerdi. Çobanlık mesleğinde ise onlar profesör idiler.
Bekir ağa çok yüksek ruhlu bir insandı. Öyle olmasa; yaşadığı Ciritgediği gibi bir dağ başını, hükümet sorumlusu gibi emniyet altına alır, hem yaylada yaşayan insanların, hem bölgeden geçen insanların, canlarını, mallarını korur, hem de karınlarını doyurur ve istirahatlerini temin mi ederdi?..
Bekir ağa için, mesut ve korkusuz yaşamanın sırrı, yaşama çeşidinin mümkün olduğu kadar az olması idi. O yaşayışını kolaylaştıran fakat kendisini başkalarına minnettar yapan lüks ve fantezi eşyalara, alın teri ile elde ettiği basit eşyaları, mihnetini çekmediği eşyaları tercih ederdi.
Aslında dünyadan gelip geçen her büyük adam eşyadan, daha doğrusu lüzumsuz eşyadan korkmuşlardır. Ve bütün büyük vasfını haketmiş insanlar, nefsî lezzetten kendilerini kurtarıp, ruhî lezzete yükselebilen insanlardır.
Asıl geri kalmış insanlar, nefislerinin zebunu olan ve başkalarına hizmet etmenin zevkine erebilmiş insanlardır.
Doğduğu kasabadan hiç ayrılmayan ve bir kasaba eşrafı olan Fahri Küpcü, yaşadığı Şarkikaraağaç’ı anlatırken, yaşlı insanlardan duyduklarıyla birlikte, gözlemlerini temel almıştır. Karaağaç ve çevresindeki yüksek terbiye sisteminin varlığını yakinen müşahede etmiştir. Hapishanesinde bir veya iki kişiden başka kimsenin olmadığına çok şahit olmuştur.
Fahri Küpcü “En güzel bağlarını, tarlalarını, dükkânlarını Allah rızası için vakfeden insanların olduğu bölgede, bir karış tarla için kavgalar elbet yapılmazdı. Velevki anlaşmazlık olursa, tarafların arasını bulan, bizim “halk fedaileri” dediğimiz insanların rolünü de unutmamak gerekir” der.
İnsanlığın ihtiyacı olan huzur için örnek olması düşüncesiyle aktardığım bu isimsiz kahramanların benzerlerinden, günümüz dünyasında tahmin edilemeyecek kadar çok insan var. Tevazu sahibi olduklarından fark edilmiyorlar. Ama dünyadaki bunca adaletsizliğe, bunca zulme rağmen insanlığı ayakta tutanlar, böyle yüksek ruhlu insanların mücadeleleridir.
Biz hepsinden razıyız, inşallah Allah da hepsinden razı olur.
Böyle yüksek ruhlu insanlardan ebediyete intikal edenleri nur içerisinde yatsınlar.