FAKİRLER, ORTA HALLİLER, ZENGİNLER
Aristo, bir site devletinde demokrasinin iyi işlemesi için orta hallilerin sayısının artması gerektiğini söylemiş. Gerekçe olarak da, fakirlerin ve zenginlerin duygusal olduklarını yani menfaatlerine göre davrandıklarını belirtmiş. Aristo, orta hallilerin mantıklarıyla hareket ettiklerini, bu nedenle demokrasinin iyi işleyeceğini savunmuş.
Aristo’nun yaptığı bu tariflerden, sadece yoksul ve varlıklı tanımına bakacak olursak, bunların, tamamen kendi menfaatleri peşinde koşan insanlar olduklarını düşünürüz. Bu durum, elbette her insan için geçerli değildir. Fakirlerin içerisinde de izan ve edep sahibi oldukları için menfaatlerini düşünmeyen insanlar vardır. Kimi zenginler ise, arif insan olduklarından hem kibirlenmezler, hem de menfaatleri peşinde koşmazlar. İslâmiyet’teki Hanefi mezhebine ismi verilen Ebu Hanife, çok zengin bir insandı.
Fakirleri ve zenginleri, çıkarlarını düşünmeye sevk eden en önemli etken, o ülkenin yöneticilerinin tavırlarıdır. Günümüzdeki şekliyle, sadece iktidardakilerin değil, muhalefettekilerin de sergiledikleri siyasi ve tarafgir anlayış, insanları menfaatperest olmaya yönlendirmektedir. Demokratik sistemle yönetilmeyen ülkelerde ise zenginler menfaatperest olmak zorundadır, fakirlerin ise esamisi okunmaz.
Günümüzde, bilhassa fikren kalkınamamış ülkelerdeki siyaset anlayışı, Aristo’nun yaptığı tanımı, genel anlamda –istisnalar hariç- doğrular niteliktedir.
Çağımızda, siyasetin yanlı uygulamalarının oluşturduğu, bir başka tehlikeli gidişat daha vardır. Artık orta halliler de, vasıf değiştirmeye başlamışlardır. Orta hallilerin bazıları, zenginlere özenmektedirler. Onlar gibi olmaya çalışmaktadırlar. Dolayısıyla zenginler gibi düşünüp, duygusal davranmakta ve kendi menfaatlerinin peşine düşmektedirler. Bu durum, asırlar öncesinde başlayan ve küreselleşme dolayısıyla dünya çapında etkili olan maddeci anlayışın bir sonucudur.
Orta hallilerinin böylesine değişime uğradığı ülkeler için, tehlike çanları çalıyor demektir. Böyle ülkelerde güven sarsılır. Neredeyse, kimse kimseye güvenemez hale gelir. İnsanlar birbirlerine karşı tiyatro oynarlar. Şahısların kurumlara güvenleri çok azalacağı gibi, kurumlar da vatandaşına, çıkarcılar olarak bakar. Dolayısıyla; ne adalete, ne ekonomiye, ne siyasetçi ve yöneticiye, ne asker ve polise güvenin kalmadığı bu ülke kargaşanın, terörün içerisine doğru yuvarlanır. Eğer zenginler, halen işin ciddiyetinin farkına varmazlarsa, bu durumdan kurtulmasının tek ihtimali kalır. O da, orta hallilerin içerisinden mantıklarıyla hareket eden düzgün insanların duruma müdahale etmesi ve menfaati peşinde koşmayanların sayılarının artmasıdır.
Fakirlerin, orta hallilerin ve zenginlerin davranışları ile anlayışları, ülkeden ülkeye farklılık gösterebilir. Bu üç gurubu da etkileyen hususlardan birisi, yukarıda ifade ettiğimiz gibi, siyasi yöneticilerin tavırlarıdır. Bu gurupların davranışlarına tesir eden bir başka husus, bulundukları coğrafi konumdur. Bir ülkenin vatandaşları, kendilerini çevreleyen komşu ülkelerin insanlarının anlayışlarından etkilenirler. Bu etkilenmenin az veya çok olması, ülkeler arasındaki ekonomik ve kültürel ilişkilerin oranına bağlıdır. Coğrafi konumdan etkilenmesi çok az olan ve istisna olarak görülebilecek bir halk, İsrail Devletinin vatandaşlarıdır. Çünkü onlar, dünyanın çeşitli bölgelerinden özel bir amaçla yola çıkıp, bu bölgeye gelmişlerdir. İrtibatlarını, coğrafi çevreleriyle değil, geldikleri bölgelerle ve sadece kendileriyle yapmışlardır. Ayrıca çevrelerindeki ülkeleri düşman olarak tanımladıkları için, kendi içlerine kapanmışlardır.
İnsanların bu guruplardan hangisinin içerisinde olacağını, yani gelir durumunu belirleyen etkenlerden birisi de, doğduğu ülkenin şartlarıdır. Yapılan araştırmalara göre, insanların gelirlerinin miktarının %60’ı, o şahsın doğduğu ülkenin şartlarına bağlı imiş. Benzer şekilde kişinin gelir durumu da –bu hususta net bir istatistik bulamamama rağmen- önemli ölçüde içerisinde doğduğu ailesinin konumuna bağlı olduğu inancındayım.
Bir ülkedeki, bu üç gurubun mensuplarının davranışlarını etkileyen bir diğer husus, aralarındaki maddi farkın miktarı ve oranıdır. Aralarındaki zenginlik farkı azaldıkça, davranışları birbirine benzeşmeye yönelir. Fark arttıkça, hem menfaatini düşünenler çoğalır, hem de aralarındaki düşmanlık tehlikeli boyutlara doğru büyür.
Bir ülkedeki, fakirlerin, orta hallilerin ve zenginlerin davranışları, bulundukları ortama göre değişim gösterir. Bilindiği gibi zenginlerin, kendileri gibi varlıklılarla aralarında yaptıkları işlerdeki uygulamaları farklıdır, kendileri dışındakilere davranışları ve bakışları farklıdır. Bu tavır değişkenliği, diğer guruplar için de geçerlidir.
Bu gurupları daha iyi tanımlamak için, hayatın içerisinden örnekleyerek, mavi yakalılar, beyaz yakalılar ve patronlarla üst yöneticiler olarak tanımlarsak, esasa müteallik bir hata yapmamış oluruz. Çevremizde, her üç guruptan da insanlar vardır. Bunların davranışlarını dikkatlice incelersek, mavi yakalıların kendi aralarında, beyaz yakalıların kendi aralarında, patronların da yine kendi aralarında daha samimi olduklarını müşahede ederiz. Fakat bir guruptaki insanın diğer guruptaki biriyle olan tavrına bakarsak, çoğunluğunun birbirlerine tiyatro oynadıklarını görürüz.
İşte bu üç gurubun insanlarının, birbirleriyle ilişkilerinde sergiledikleri tiyatro ne kadar gerçeklikten uzaklaşırsa, o ülkenin geleceğine karamsar bakılması aynı oranda artar. Bu gurupların birbirlerine karşı davranışlarındaki farklılıktan, en çok faydalanan zenginler olurlar. Öyle ki, zenginlerin, yani patronların ve siyasetteki üst yöneticilerin, diğer guruplara karşı söylemleri ile yaptıkları uygulamalar arasındaki fark arttıkça, zenginlikleri ve makamları artmaktadır.
Yazımızın başlarında da belirtiğimiz gibi, bizim yaptığımız bir genellemedir. Bu üç guruba mensup insanların içerisinde, yapılan genellemeden farklı anlayıştaki insanlar mevcuttur. Bu farklı anlayıştakilerin davranışları, birbirlerine düşmanca bir tavırda olmadığı gibi, çıkarlarını düşünmeden insanlığa örnek olacak şekilde, birbirlerine benzer niteliktedir.
Zaten bizim, bu yazıda dikkat çekmek istediğimiz husus da, bu durumdur. Amacımız, bu gurupların mensuplarının bazılarının sergilediği, böylesine güzellikteki benzer davranışların ve anlayışların, ulviyetini gözler önüne sermektir. Gurupların anlayışları arasındaki benzeşme arttıkça, insanlar menfaatlerine göre değil, insanlığın gereklerine göre davranışları artacaktır. Dolayısıyla, o ülkedeki huzur artacaktır. Huzurlu ülke sayısı arttıkça, dünyadaki huzur da artacaktır. Dolayısıyla insanlık, huzura doğru emin adımlarla yol alacaktır.