EKONOMİK BUHRANIN TETİKLEYİCİSİ, HÜKUMET VE MERKEZ BANKALARI POLİTİKALARI
Aslında amacımız sadece merkez bankalarının politikalarını ele almaktı. Çünkü Merkez Bankaları bağımsız veya özerk yapıda idiler. Fakat ülkelerin çoğunluğunda bu durum, yalnızca kâğıt üzerinde geçerlidir. Hükumetler, işlerine geldiğinde Merkez Bankasına baskı yaparak istedikleri kararları aldırıyorlar. Kendilerinin istediği kararları alan merkez bankalarını da övüyorlar. İşlerine gelmeyince, yani halkın hoşuna gitmeyecek bir karar alınması gerektiğinde, sorumluluğu bankaya yüklüyorlar. Biz de bu ortamda, hükumetlerin ve merkez bankalarının ekonomiye etkilerini birlikte irdeledik.
Hükumetlerin savurganlıklarının ekonomik buhranların tetikleyici rolleri hakkında önceki yazılarımızda fikirlerimizi belirtmiştik. Bu yazımızda hükumetlerin merkez bankaları ile ortaklaşa yaptıkları politikaları ele alacağız.
Normal dönemlerde merkez bankalarına yüklenen iki önemli görev var. Birisi, para arzını yönetmektir. Diğeri ise, faiz oranlarını belirlemektir. Aslında merkez bankalarının bu iki görevi bir arada yürütmeleri teknik olarak mümkün değildir. Zaten uygulamada böyle olmamaktadır.
Faiz oranlarının ekonomik buhranları tetikleyişini irdelediğimiz yazımızda, uygulama ile ilgili kısmi bilgi vermiştik. Merkez bankaları faiz oranlarını sıfıra yaklaştırınca, bankaların topladıkları ucuz maliyetli para ile insanlara kredi vermek yerine, merkez bankalarının garantili ve daha çok gelir getiren tahvillerini satın aldıklarını aktarmıştık. Birçok bankanın bununla da yetinmeyerek, paralarını çok daha riskli olmasına rağmen geliri daha yüksek olan türev piyasasında değerlendirdiklerini görmüştük.
Bankaların bu kâr hırsları sonucunda paranın önemli bir bölümü piyasada dolaşıma girmemişti. Bu gelişmelerden de net olarak anlaşılıyor ki, merkez bankaları, faiz oranlarını kullanarak piyasadaki para arzını istediği gibi yönlendiremiyor. Yönlendirmeleri de mümkün değildir. Çünkü ellerinde bu yönlendirmeleri yapacak mekanizmalar yok. Bu mekanizmalar, bankaların ellerinde var.
Paraları oluşturanlar da bankalardır, merkez bankaları değildir. Merkez bankaları para basımını denetleyebilirler. Ama bastıkları paraları, hükumetler aracılığıyla, maaş, yardım ve hizmet ödemeleri şeklinde doğrudan kendileri yapmazlarsa, bankaları aracı yaparlarsa, para arzını yine denetleyemezler.
Zaten siyasi hükumetler, ekonomideki aksaklıkları kökten bir çözüm getirerek çözmeye çalışmazlar. Acı reçetelerden sürekli kaçınırlar. İtibari para sistemi, onlara halkın hoşuna gidecek kolaycı çözümleri mümkün kılar. Ciddi çözümler yerine para basmayı yeğlerler. Bu uygulamaları merkez bankaları aracılığıyla yaparlar.
Hükumetler, normal zamanlarda, finans kuruluşlarının halkı ve tüketicileri istismar etmelerini görmezden gelirler. Gerekli tedbirleri almakta isteksiz davranırlar. Şeffaflığı sağlayacak kuralları koyarak uygulanmasını takip etmezler. Çünkü zaten kendileri de şeffaflık konusunda güvenilir değillerdir. Var olan kuralları işletirken de denetimlerini yeterli bir şekilde yapmazlar. Konulan kuralların denetimlerinin bir bölümünü yapacak olan kurumlar, merkez bankalarıdır.
Hükumetler, bankalara ve finans kuruluşlarına sorumluluk yüklemedikçe, ekonomiyi yönetmeleri mümkün değildir. Normal dönemlerde bu kurumlara sorumluluk yüklemeyen hükumetler, ekonomik kriz başlayınca, ikinci büyük hatayı yapıyorlar.
Ekonomik kriz başlayınca, hükumetler, hemen bankaları ve finans kuruluşlarını korumacı önlemlere başvuruyorlar. Hâlbuki böyle anlarda hükumetlerin korumaları gerekenler bankalar, finans kuruluşları ve zenginler olmamalıdır. Burada zenginler ifadesini bilerek yazdık. Çünkü hepimizin bildiği gibi, bir ekonomik buhranda büyük bankalar ve finans kuruluşları kurtarılmaya çalışılırken, küçüklerin batışına göz yumulmaktadır. Bir ekonomik buhran anında korunması gerekenler, vatandaşlardır. Çünkü onların çoğunluğu, bankalar ve finans kuruluşlarının yanlış yönlendirmelerinin kurbanı olmuşlardır.
Amerikan Merkez Bankası olarak görülen FED, 2008 ekonomik buhranında yukarıda bahsedilenlerden de farklı, sıra dışı bir şey yaptı. Kendi ülkesindeki büyük bankaları kurtarmakla yetinmedi. Avrupa Merkez Bankasına (ECB) da yardım etti. Bununla da yetinmedi. İngiltere, İsviçre, Japonya merkez bankalarına da yardım etti. Bu yardımların miktarı ise çok ilginçtir. Toplam yardım tutarı, ABD’nin GSYİH’sının iki katına yakın büyüklüktedir. (Bu yüksek miktar yardım, ayrı bir yazı konusudur.)
Bütün merkez bankaları, ekonomik krizden çıkış için, kendi görev alanlarının dışına çıktılar. Üstlerine vazife olmayan işleri yaptılar. Bankaları kurtarırken, onların ellerindeki riskli kâğıtları aldılar. İpotekli konut kredisi destekli tahviller aldılar. Konut kredilerini devralmakla bankaların borçlarını üstlenmiş oldular. Yetmedi, hazine bonosu aldılar. Böylece her tarafın borçlarını üstlerine almış oldular. Yani durup dururken kendileri borçlandılar.
Bu hataları yetmedi. Yukarıda bahsedildiği gibi, piyasaları açmak için, piyasaya para sürmeye çalıştılar. Bütün bunlar yetmedi. Önceki yazılarımızda ifade ettiğimiz gibi, faiz oranlarını düşürdüler.
Merkez bankalarının ve hükumetlerin bu davranışları, yeni bir anlayışın gelişmesine vesile oldu. Asalaklık. Artık kurtarılan bütün kurumlar, yeniden kurtarılmayı bekleyerek, istedikleri gibi riskli hareketleri yapmakta beis görmediler. Merkez bankalarının asalağı konumuna düştüler. Eğer bunlar kendilerinin asalak gibi görülmesini istemiyorlarsa, merkez bankalarının, oluşacak bir ekonomik buhranda, eskisi gibi davranmaz ve onları kurtarmamaları, batışlarına izin vermesi halinde, itiraz etmemelidirler. Ama böyle bir davranışı sergilemelerini ve batmayı kabul etmelerini bekleyen insan sayısı, muhtemelen yoktur.
Eğer ülkede uygulanan ekonomik sistem, liberal ekonomi ise, zaten korumacılık yapmak kökten yanlıştır. Korumacılık yapılacaksa, krizin oluşmasında hemen hiçbir dahli olmayan vatandaş korunmalıdır.
Hükumetler ve merkez bankalarının ortaklaşa yaptıkları bir başka yanlış, sistemi oluştururken yapılmaktadır. Ticari bankaların, yatırım bankalarını satın almalarına göz yumulmaktadır. Bir başka hata, bankaların sigorta şirketleri kurmalarına izin verilmesidir. Hâlbuki bunların hepsi birbirinden farklı alanlardır. Bunları bir kuruluşun alt birimleri olarak değerlendirmek yanlıştır. Bu yanlışlar, ekonomik krizlerin tetikleyicisidir.