NEFSİNİ İLAH EDİNEN, KİMSEYE MERHAMET ETMEZ
Bilindiği gibi, küreselleşmenin en önemli göstergesi, ulaşım ve iletişimdeki gelişmelerdir. Bu açıdan bakılınca çağımıza, medya ve iletişim çağı denilebilir. Bu özelliği nedeniyle de çağımız, nefsini ilah edinenler için bulunmaz nimetlere sahiptir. Çünkü nefsini ilah edinen bir kişi, çok meşhur olmayı, insanların sürekli kendisinden bahsetmesini ister. İletişim çağı, ona bu imkânı fazlasıyla verir.
Bu yapıdaki kişi, kendisinden bahsedilmesini sağlamak için, önce, başkalarının dedikodusunu yapar. Başkalarının başlarına kötü şeyler geldiğinde sevinir. Onların acziyete düşmelerinden zevk alır. Fakat kendisinin dedikodusunun yapılmasına şiddetle karşı çıkar. Kendi acziyetinden, kendi kötülüklerinden bahsedilmesini istemez. Sadece kendisini övenleri duymak ister. Sürekli takdir edilmek ister. Bu ruh hali, kendisini öyle bir noktaya taşır ki, övgülerini abartmayanları yetersiz bulmaya başlar. Böylelerini çevresinde oluşturduğu birinci halkadan çıkarır. Birinci halkanın içerisinde sadece dalkavukları bırakır.
Durum bu hale gelince, nefsini ilah edinen kişi, artık gerçek bir zorba ve çekilmez bir zalim olur. Adil ve merhametli birini gördüğünde, ondan nefret eder. Çünkü adil ve merhametli insanlar çevrelerinde iyi anılırlar. Fakat zalim bir kişiyi dalkavukları dışında iyi anan pek olmaz. Bazen eski arkadaşlarından biri veya birkaçı, onun insanlar arasında giderek kötü tanınmaya başladığını ima ederler. Ama o, onlara da vaktiyle niye söylemediniz diye karşı çıkar. Onların kendisini kıskandıkları için böyle söylediklerini düşünür ve bildiğini yapar. Hâlbuki onlar geçmişte de benzer şeyleri söylemeye çalıştıkları için birinci halkadan uzaklaştırılmışlardır. Çevresinde kalanlar, onun duymak istediğini söyleyenlerdir. Çevresindekiler onun ne kadar adil ve merhametli olduğunu söylemektedirler. Bu söylenenlere giderek kendisi de inanıyormuş gibi tepki verir. Fakat gerçekler, gece yatağa yattığında peşini bırakmaz. İşte bu sebeple kendisinin yapamadığını yapan, adil ve merhametli insanları kıskanır ve onlardan nefret eder.
Bu kıskançlık ve nefret duyguları, giderek kendisini esir almaya başlar. Kendi çevresinde olmayan bazı insanlar, kendisinin yaptığı zalimlikleri ve olan bitenleri söylerler. Bu söylenenleri duyar, ama yalnızca kulağıyla duyar. Yüreğiyle duymaz. Duyduklarını sorgulayacak şuuru kapanmıştır. Bu durum, Yüce Yaradan’ın “onların kalplerini mühürledik” ifadesi ile örtüşmektedir.
Nefsini ilah edinen kişi, bazen, içine düştüğü kötü durumu anlar. Vaziyetini kurtarmak için, sahip olduklarını başkalarıyla paylaşır. O kişi eğer devletin imkânlarını kullanacak bir makamda ise, devletin varlıklarını da paylaşmaktan çekinmez. Böyle bir paylaşım yapmaktan maksadı, eğer, yardım ettiği insanların kendisini kutsamalarını sağlamaktır. Bu nedenle, yaptıklarını gösteriş içerisinde yapar. Gösterişini, en etkili reklamlarla destekler. Böylece kendisini kullarına lütfeden bir Tanrı gibi görmeye başlar.
Kendisini Tanrı gibi gördüğünü, elbette dile getirmez. Hattâ, çevresindekilerin fikri yapılarına uyması için, tam tersi şeyler bile söyleyerek, onların kalplerini fetheder. Peki, böyle bir kişinin insanları kandırıp kandırmadığı nasıl anlaşılır? Bir insanın, kendisini Tanrı gibi görmeye başlamasının bazı göstergeleri vardır. Birinci göstergesi, yardım ettiği, menfaat ilişkisi kurduğu insanları aşağılamasıdır. İkinci göstergesi, gücünü kaybettiğinde düşeceğinin ve bir daha kalkamayacağının korkusuyla, daha da gaddarlaşmasıdır. Üçüncü göstergesi, birinci derecede yakını bile olsalar, kendinden başka kimseye merhamet etmemesidir. Dördüncü göstergesi, eski dostlarını suçlaması ve daha önce düşman olduğu insanlarla veya guruplarla dost olmaya çalışmasıdır.
Görüldüğü gibi, nefsini ilahlaştıran kişi, bütün hıncını çevresinden çıkarmaktadır. Çevresi giderek mazlum durumuna düşmektedir. Fakat aslında, onun bu duruma gelmesinde, çevresi de suçludur. Çünkü çevresi, geçmişte zalim olduğunu bilmesine rağmen, ondan menfaatlenmek için, onun tanrılaşmasına göz yummuştur. Zalimin içine düştüğü, kendini Tanrı gibi görme serabından etkilenecek ikinci gurup, olaylara karşı duyarsız kalan ve “neme lazım” zihniyetini taşıyanlardır.
Artık, zalimin çevresindeki birinci halkadan başlayarak sonraki halkalar, zulme maruz kalırlar. Fakat bir şey yapamazlar. Çünkü zulümden paylarına düşene karşı duracak kuvveti kaybetmişlerdir. Eğer kendi nefsini ilah edinen bu kişiye, vaktiyle karşı çıkmış olsalardı, hem Allah indinde, hem de insanlar nezdinde haysiyetli konuma gelirlerdi. Şimdi ise, hem Yüce Yaradan indinde, hem de adalet ve merhamet sahibi insanlar nezdinde, onurlarını yitirdiklerinden, kendilerini çok güçsüz görmektedirler.
Durum şöyle tanımlanabilir. Kendi nefsini ilah edinen kişi, serap görmekte ve kendisini Tanrı gibi hissetmektedir. Tanrılar, ölümsüzdür. Bu sebeple o da, ölümsüz olmayı istemektedir. Hâlbuki kendisinin de mutlaka öleceğini bilmektedir. Fakat bilmemezlikten gelmektedir.
Bu arada, onu vaktiyle ilahlaştırmış olanlar, şimdi mazlum hale gelmişlerdir. Çünkü ilahlaştırdıkları insan onları aşağılamaktadır. Dalkavukların, neme lazımcıların aşırılıkları, dönmüş kendilerini vurmuştur. Bu defa onlar da kendilerinden daha alt konumdakilere, kendilerine davranıldığı gibi tavır koymaya başlarlar. Onlar da kendi çevrelerindekileri aşağılamaya başlarlar.
Gelinen bu ortam, kendini Tanrı gibi gören zorbanın ölümden korktuğu, geçmişte onun dalkavukluğunu yaptıkları halde mazlum hale düşenlerin, zalimliğe soyundukları bir ortamdır.
Artık kısır bir döngünün içerisine düşülmüştür. Bu çemberden çıkmak için tek çare, Allah’ın ipine sarılmaktır. Fakat çoğunda, bunu yapacak kudret kalmamıştır. Kendilerini çok aciz olarak görmeye başlamışlardır. Çünkü kimseye güvenemez olmuşlardır. Güvensizlik, onları yalnızlaştırmıştır. Karşıdan bakılınca hep birlikte imiş gibi görünürler. Fakat içten bakılınca hepsi yalnızdırlar.
Bu yalnızlıklarını ve acziyetlerini bastırmak için çabalamaya başlarlar. Fakat Yüce Yaradan’ın yol göstericiliğine sığınamazlarsa, bu gayretleri beyhudedir. Aksine, giderek, onlar da, sadece kulaklarıyla duymaya başlarlar. Yürekleriyle duyamazlar. Görürler, ama görmemezlikten gelirler. Hiçbir şey hissetmemeye başlarlar. Bu durum onları, daha da gaddarlaştırır. Gaddarlıkları arttıkça, yalnızlaşırlar. Yalnızlaştıkça, hissizleşirler. Hissizleştikçe, “benden sonrası tufan” anlayışına kapılırlar. Fakat bir gün bakarlar ki, kendileri son bulmadan tufan oluşmuştur. Bu tufan da, başkalarını değil, kendi arkadaşlarını ve kendilerini vurmuştur. Çünkü Allah zalimler güruhunu sevmez ve masumları korur.
Duymayan insan, kendi varlığından kaçıyor demektir. Kendisinden kaçan insan, bir gün en sıkıntılı zamanda kaçtığıyla karşılaşır. Tarih bütün bu anlattıklarımızın örnekleriyle doludur. O halde, zararın neresinden dönülürse kârdır.
Sayıları az da olsa, tarihte görülen güzel örnekler de vardır. Bunlar, tarihin en kirli sayfalarında yer almak üzereyken, ahirette en şiddetli cezaları hak eder duruma düşmüşken, kendilerine gelenlerdir. Onlar, insanların değil, Allah’ın rızasını kazanmaları gerektiğini anlamışlar ve derhal, Yüce Yaradan’ın istediği salih amelleri uygulamaya başlamışlardır.
Allah’ım, insanları ve kendilerini yalanlarıyla kandıranların, yanlışlarından dönerek, doğru yolu bulmaları ve güzel işler yapmaları için, iradelerine güç ver. Onların, çevrelerinin baskısından kurtulmaları için, mücadele azmi ver.