ÖZGÜR DÜŞÜNCE

İNSANIN ÖZGÜRLÜĞÜ ÜZERİNE

 

İnsanın özgür iradesinin olup olmadığı üzerine fikir yürüten filozoflar, birbirine tamamen zıt savunmalar yaparlar. Bu tartışmalara katılan psikologların da durumları aynı zıtlıktadır.

Determinizm açısından konuyu irdeleyenler, insanların özgür iradelerinin olmadığını savunurlar. Bunlar fiziksel determinizm ile psikolojik determinizm arasındaki ilişkiyi incelerken, kendileri de bir ikilemin yani çıkmazın içerisine girdiklerini farkederler. Çünkü bunlar da ruh, zihin ve bireyin ne tür bir şey olduğunu ve bedenlerle ilişkilerinin neler olduğu hakkında, kendilerini bile tatmin edecek netlikte bir cevap verememektedirler.

Hümanist olarak nitelenebilecek filozoflar ve psikologlar, insanın, davranışlarını tamamen özgür bir şekilde kendi istek ve eğilimlerine göre yönlendirdiğini düşünürler. Hattâ insanı, bunları dilediği gibi geliştirme imkânına sahip bir varlık olarak tanımlarlar.

Bizce bu zıt fikirlerin oluşmasının temel nedeni, bazılarının, insanı duygusal bir robot gibi değerlendirmesidir. Hâlbuki insan, daha karmaşık bir yapıda yaratılmıştır. İnsanın psikolojik yapısı, fiziksel yapısı kadar net değildir. Dolayısıyla insanın psikolojik yapısını formüle etmeye kalkarsak, irdelediğimiz konuda derinleştikçe, kendi fikirlerimizle çelişmeye başlarız.

Bilindiği gibi, aynı insanın psikolojik davranışı, zamana ve şartlara göre değişir. Bir insan, gençliğinde, orta yaşlarında ve ileri yaşlarında aynı konulara aynı tepkileri vermez. Nitekim meşhur filozofların bazısı kendi hayatları içerisinde, birbirine zıt fikirleri savunmuşlardır.

Bir insanın, aynı konuda, kimsenin görmediği ortamdaki tepkisi ile toplum içerisindeki tepkisi farklıdır. Bu toplumun kendi arkadaş gurubu olması halindeki davranışıyla, kendinden farklı fikirdeki insanlar arasında bulunmasındaki tepkisi farklıdır. Hattâ kendi arkadaş gurubu içerisinde, ilişkileri daha sıkı veya daha çok sevdiği, ya da menfaat bağlarının daha yoğun olduğu insanların bulunmasına göre, tepkisi yine değişir.

Aynı insanın aynı konuda, aldığı üzüntülü bir haberden ya da sevinçli bir haberden sonraki tepkileri değişik olur. Bir insan, kısa bir süre önce benzer bir olayı yaşamış ve kazık yediğini düşünmüşse, tepkisi farklı, kazık yediğini o an düşünmemişse tepkisi farklı olur.

Aynı insanın, aynı konuda, farklı tepki verebileceğini yaşayarak göreceğimiz bu durumların örneklerini çoğaltabiliriz. Ama sonuç olarak, aynı yere çıkarız. İnsanların psikolojileri formüle edilemez. Tıpkı, dünya ekonomisinin formüle edilemeyeceği gibi. Nasıl, dünya ekonomisini formüle etmeye kalkışan ekonomistler, kendileriyle çelişmek ve yanılmak durumunda kalırlarsa, insan psikolojisini formüle etmeye kalkan filozoflar da çıkmaz sokakta kalırlar.

Filozoflar arasındaki bu zıt fikirler, İslâm kelamcıları arasında da aynen vardır. Onlar da, ilâhi irade ve güç ile insani irade ve güç arasındaki ilişkileri incelemişlerdir. Kimileri, insani iradenin olmadığını, insanın fiillerinin ilâhi irade tarafından belirlendiğini savunmuşlardır. Kimileri de, hem ilâhi iradenin hem de insani iradenin olduğunu savunmuşlardır. Ancak, iki irade arasındaki ilişki konusunda net bir ayrım yapamamışlarıdır. Dolayısıyla külli irade ve cüz’i irade konuları hep tartışmalı olmuştur.

Bizler bu konularda, sadece Yüce Yaradan’ın Kur’an’ında gösterdiği yoldan yürümeye çalışarak fikirlerimizi oluşturacağız. Bilindiği gibi, Kur’an’da en çok geçen sözlerden birisi de “hiç düşünmez misiniz? veya “hiç akıl erdirmez misiniz?” sorularıdır. Eğer Allah, insanlara özgür düşünme kabiliyeti vermemişse, neden bizlerden düşünmemizi istesin? Yüce Yaradan’ın, yarattığı kullarıyla alay etmesi düşünülebilir mi?

Diğer taraftan herkesin kabul ettiği bir husus, eğer bir insan düşünebiliyorsa, o insan özgür demektir. Kendi düşünme kabiliyetini başkasına devretmiş yani başkalarının fikirleriyle hareket eden insan özgür değildir. Ancak, bir insanın düşüncesini başkasına ipotek etmiş olması, o insanda, özgür düşünme kabiliyeti yoktur anlamına gelmez. Çünkü Allah, akıl verdiği her insana düşünme kabiliyeti vermiştir.

Yüce Yaradan, insanları, kararlarını alırken serbest bırakmıştır. Kur’an’da bu durumu anlatan çok sayıda ayet vardır. Biz, Hz. Musa ve karşısındakileri irdelediğimiz geçen yazımızda, Firavun ile ilgili olarak yazdığımız ayetleri tekrar hatırlatmakla yetineceğiz.

Araf Suresi 130: “Gerçekten biz, Firavun sülâlesini, senelerce kıtlık ve gelir noksanlığı içinde tutup kıvrandırdık ki, düşünüp ibret alsınlar.”

131: “Fakat kendilerine iyilik geldiği zaman, işte bu bizim hakkımızdır, dediler, başlarına bir kötülük gelince de, işte bu Musa ile yanındakilerin uğursuzluğu yüzünden, dediler. İyi bilin ki, onların uğursuzluğu Allah katındandır. Lâkin çoğu bunu bilmezler.”

Taha Suresi 43-44: “Firavuna gidin, çünkü o çok azdı. Varın ona yumuşak söz söyleyin, belki nasihat dinler veya korkar.”

Yüce Yaradan yukarıdaki üç ayetinde de Firavun ve çevresindekilerin düzgün bir şekilde düşünmeleri için fırsatlar vermiştir. Onları kararlarında serbest bırakmıştır. Hattâ Araf 134-136ıncı ayetlere göre, onların verdikleri kararları doğrultusunda Kendisinden istediklerini yerine getirmiştir.

Araf Suresi 134: Ne zaman ki, azap üzerlerine çöktü, dediler ki, “Ey Musa! Bizim için Rabbine dua et, sana olan ahdi hürmetine eğer bizden bu azabı kaldırır uzaklaştırırsan, yemin olsun ki, sana kesinlikle iman edeceğiz. Ve İsrailoğullarını seninle birlikte göndereceğiz.”

135: “Ne zaman ki, belli bir süreye kadar onlardan azabı kaldırdık, derhal yeminlerini bozdular.”

136: “Biz de, ayetlerimizi inkâr ettikleri ve onlara kulak vermedikleri için kendilerinden intikam aldık da hepsini denizde boğduk.”

Ayetlerde anlatıldığına göre, Firavun ve ekibi, Allah’tan, kendilerinden azabı kaldırması karşılığında, özgür iradeleriyle bazı sözler verirler. Yüce Yaradan da, onların üzerinden azabı kaldırır. Fakat onlar, yine kendi hür iradeleriyle yeminlerini bozarlar. Hem burada belirtildiği gibi yeminlerini bozmaları, hem de diğer bazı ayetlerde anlatıldığı şekliyle, Hz. Musa’nın uyarıları karşısında sürekli oyunbozanlık yapmaları birleşince, Allah da hepsini helâk eder?

Eğer Yüce Yaradan, onları uyardıktan sonra kararlarında özgür bırakmasaydı ve onlar kararlarında gerçekten özgür olmasalardı, neden onları helâk etsindi? Kendi üzerine rahmetini farz kılan bir Allah’ın, gerçek anlamda özgürlük vermediği insanları, cezalandırması veya ödüllendirmesinin ne anlamı olurdu?

Bu yazı Genel kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.