ALLAH HER ŞEYİ BİLİR

ALLAH’IN HER ŞEYİ BİLMESİ ÜZERİNE

 

Bizler insanlar olarak, Yüce Yaradan’ın bize verdiği ilim kadarıyla bilebilir, yine verdiği akıl kadarıyla düşünebiliriz. Gerçeği, her şeyin yaratıcısı olan Allah bilir. Bizler, her konuda olduğu gibi, bu konuda da bize verilen akılla ve bize gönderilen Kur’an ile yürüyerek fikir oluşturmaya çalışacağız.

Bakara Suresi 29: “O ki, yeryüzünde ne varsa hepsini sizin için yarattı. Sonra göğe yöneldi, onları yedi gök olarak düzenledi. O, her şeyi bilir.”

Ayette bahsedilenin konumuzla ilgili olanını daha net anlamak için, aşağıdaki ayetleri de incelemekte fayda var.

30: Bir zamanlar Rabbin meleklere: “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım” demişti. (Melekler): “A! Orada bozgunculuk yapacak ve kan dökecek birisini mi yaratacaksın? Oysa biz Seni överek tespih ediyor ve seni takdis ediyoruz” dediler. (Rabbin): “Ben sizin bilmediklerinizi bilirim.” dedi.

33: (Allah) “Ey Âdem, bunlara onları isimleriyle haber ver.” dedi. Bu emir üzerine Âdem onlara isimleriyle onları haber verince, (Allah): “Ben size, Ben göklerin ve yerin gayblarını bilirim, sizin açıkladığınızı da, içinizde gizlediğinizi de bilirim” dememiş miydim?” dedi.

Üç ayeti birlikte değerlendirdiğimizde Yüce Yaradan’ın bizlere anlatmak istedikleri daha netleşiyor. Bakara 33üncü ayetinde Allah, yerin ve göklerin gaybını yani, geleceğini bilirim diyor. Demek ki Yüce Yaradan, göklerde ve yerde bundan sonra ne olacağını tamamen biliyor. Sebebini de 29uncu ayetteki ifadeden anlayabiliyoruz. Yeri, yerdeki her şeyi ve gökleri yaratan Allah, fiziksel, kimyasal, biyolojik vb kuralları bizzat Kendisi koymuştur. Dolayısıyla, evrende gelecekte olacak her şeyi bilmesi doğaldır.

Ancak aynı ayetin dikkat çeken bir tarafı, insanlar için söyledikleridir. Allah, göklerin ve yerin geleceğini bilirim dedikten sonra “sizin açıkladığınızı da, içinizde gizlediğinizi de bilirim” diyerek devam ediyor. Bu açıklamada, bizim yani insanların, ne açıklayacaklarını ya da ne gizleyeceklerini bilirim demiyor. Bizlerin içimizden düşündüklerimizi ve bazen iki kişi arasında da olsa açıkladıklarımızı bildiğini vurguluyor. Ne düşüneceğimizi bildiğini söylemiyor.

Yukarıdaki ayetleri destekleyen ve ilave bilgi veren bir ayet; Hac Suresi 70: “Bilmez misin ki, Allah, gökte ve yerde ne varsa hepsini bilir. Şüphesiz bunlar bir kitaptadır. Hiç şüphe yok ki bunlar Allah’a pek kolaydır.”

Ayette, “gökte ve yerde ne varsa” diyor. Ne düşünülecekse veya insanlar ne yapacaksa denilmiyor. Yine ayete göre, Allah nezdindeki kitapta, sadece gökte ve yerde olanlar yazılı. İnsanların ne yapacakları yazılı denilmiyor.

İnsanın özgürlüğü konulu makalemizde verdiğimiz bazı ayetleri, konumuz açısından incelemek için burada tekrar vereceğiz. Taha Suresi 43: “Firavuna gidin, çünkü o gerçekten azdı.”

44: “Varın da ona yumuşak söz söyleyin; olur ki, öğüt dinler yahut korkar.”

Ayete göre Allah, Firavunun hangi yolu seçeceğini, yani öğüt mü dinleyecek yoksa korkacak mı önceden bilmiyor ki, “olur ki, öğüt dinler yahut korkar” diyerek ihtimallerden bahsediyor.

45: (Musa ile Harun) “Rabbimiz! Onun bize kötülük yapmasından veya azgınlığını artırmasından korkarız” dediler.

46: Allah buyurdu ki: “Korkmayın, zira Ben sizinle beraberim, işitir ve görürüm.”

Bu ayette de Yüce Yaradan, rahat bir tavırla, “korkmayın, o size bir kötülük yapmayacak” demiyor. “Korkmayın, zira Ben sizinle beraberim, işitir ve görürüm” diyerek peygamberlerine moral veriyor. Dolayısıyla, olayların gelişimine göre, ihtiyaç olursa, peygamberlerine yardım edeceğini ifade ediyor.

Aşağıdaki ayetlere ve benzeri başka ayetlere baktığımızda ise, yukarıdakilerden farklı bir ifade ile karşılaşıyoruz. Kur’an’da çelişki olması düşünülemeyeceğine göre, konuyu anlayabilmek için aşağıdaki ayetleri irdeleyelim.

Bakara 6: “Şu muhakkak ki inkâr edenleri uyarsan da, uyarmasan da onlar için birdir. Onlar inanmazlar.”

Nisa 155: “Verdikleri sözden dönmeleri, Allah’ın ayetlerini inkâr etmeleri, haksız yere peygamberlerini öldürmeleri ve “kalplerimiz kılıflıdır” demelerinden dolayı (başlarına türlü belalar verdik). Doğrusu Allah, inkârları sebebiyle onların kalplerini mühürlemiştir. Pek azı hariç onlar inanmazlar.”

Ayetlerden anladığımıza göre, Yüce Yaradan, inkârlarında ısrar edenlerin kalplerini mühürlüyor. Bu sebeple, kalpleri mühürlenenler artık, çok yönlü düşünme kabiliyetlerini kaybediyorlar. Olaylara tabiri caizse, değirmen çeviren atlarınki gibi, tek yöne bakan gözle bakıyorlar. Dolayısıyla sanki müzik aleti konumuna düşüyorlar. Müzik aletlerinde nereye hangi şekilde basınca nasıl ses çıkacağı bilinir.

İşte Yüce Yaradan da, böyleleri için Kendi fikrini söylüyor. “Onlar inanmazlar” diyor. Bu cümlede bile “onlar inanmayacaklar” demiyor. Nitekim Nisa 155 ayette “pek azı hariç inanmazlar” diyerek, yine de bir açık kapı bırakıyor. Çünkü bahsedilen konu, Allah’ın Kendisinin özgür irade verdiği insanlarla ilgilidir. Dolayısıyla insanların hepsi müzik aleti gibi olmadığından, bazen kendilerine verilen özgür düşünce yeteneğini kullanarak farklı davranabileceğinden, hepsinin kesin olarak ne yapacağını bilmek mümkün değildir. Hür bir insanın kendisi bile, gelecekte vereceği her kararı için tahmin yapamaz.

İşte Allah da, Bakara 6 ve Nisa 155’te, insanların inanma konusundaki kararları hakkında tahminlerini belirtiyor. Bu sebeple kelimelerinde –inanmayacaklar ya da pek azı inanacak gibi- gelecek kurgusu yapmıyor.

Aşağıdaki Yunus Suresi 40ıncı ayeti farklı tercüme eden mealler var. Bunlardan birisi, benim de tercümelerini çok kullandığım Elmalılı Hamdi Yazır’ın sadeleştirilmiş mealidir.  Yunus 40: “Onlardan ona (Kur’an’a) inanacaklar da var, inanmayacaklar da var. Rabbin fesatçıları en iyi bilendir.”

Tek başına bu meali okuduğumuzda yukarıda bahsettiğimiz ayetlerden farklı bir durum karşımıza çıkıyor. Ancak aynı tefsircinin aynı ekipçe sadeleştirilmiş Kur’an baskısında, takip eden ayetlere baktığımızda yukarıdaki sadeleştirmenin yanlışlığını anlıyoruz.

Yunus 41: Eğer seni inkâr etmeyi sürdürürlerse, de ki; “Benim amelim bana, sizin ameliniz de size aittir. Benim yapacağım sizi ilgilendirmez, sizin yapacağınız da beni ilgilendirmez.”

42: “İçlerinden seni dinlemeye gelenler de var. Sen, sağırlara, üstelik akılsız da olanlara dinletebilir misin?”

43: “İçlerinden sana bakanlar da var. Fakat sen, körlere, üstelik basiretleri de yoksa hidayet edip yol gösterebilecek misin?”

44: “Şurası kesindir ki Allah, insanlara zerre kadar zulmetmez. Ne var ki, insanlar kendi kendilerine zulmedip duruyorlar.”

Dolayısıyla devam eden ayetlere baktığımızda, 40ıncı ayetin yukarıdaki mealinin yanlışlığı ortaya çıkıyor. Aksi varit olsa, 41inci ayette “Eğer seni inkâr etmeyi sürdürürlerse, de ki” şeklinde bir ifade olmaz. “Onlar inkâr etmeyi sürdürecekler” şeklinde ifade olur.

Bu sebeple 40ıncı ayeti aşağıdaki gibi tercüme eden mealler, Kur’an’ın bütününe uygundur. Yunus 40: “İçlerinden öylesi var ki ona (Kur’an’a) inanır; yine onlardan öylesi de var ki ona inanmaz. Rabbin bozguncuları daha iyi bilendir.”

Yine, birçok mealde aynı şekilde tercüme edilen bir ayet var ki, bizim yukarıda anlattığımız kalbi mühürlenenler hakkında daha net bilgi veriyor.

Hud Suresi 36: Ayrıca Nuh’a şöyle vahyettik: “Bil ki kavminden şimdiye kadar iman etmiş olanlardan başka artık kimse iman etmeyecektir. Onun için yaptıkları şeylerden dolayı kederlenme.”

Yüce Yaradan’ın bize bildirdiği üzere Hz. Nuh, 950 yıl yaşamıştır. Yukarıdaki ayetteki vahiy, bu sürenin sonunda gönderilmiştir. Dolayısıyla artık, geçen bu uzun sürenin sonunda, kalbi mühürlenenlerin içerisinden kendini düzeltme ihtimali olan kalmamıştır. Allah’ın sabrının da bir sınırı vardır. Bu sınırın, insanların kendi içlerinden güzel şeyler düşünmeleriyle de bağlantısı vardır.

Bakara 96: “Elbette onları insanların hayata en hırslı, en düşkün olanları olarak bulacak, hatta müşriklerden bile daha düşkün bulacaksın. Onların her biri bin sene ömür sürmeyi arzular, oysa uzun yaşamak kendisini azaptan kurtarıp uzaklaştıracak değildir. Allah, onların neler yaptığını görüp duruyor.”

Yüce Yaradan, insanların göğüslerinde düşündüklerini ve göğüslerinin özünü bildiği için, onların iflah olmayacaklarına karar verdiğinde, diğer insanlara zarar vermelerini önlemek için gerekirse hepsinin helâkına karar veriyor.

Hud 37: “Gözetimimiz altında ve vahyimize göre gemiyi yap. Zulmedenler hakkında bana bir şey söyleme. Çünkü onlar suda boğulacaklardır.” İnkâr edenleri en iyi Yüce Yaradan bildiğinden, Hz. Nuh’a onlar için bir şey talep etmemesini öğütlüyor.

Yunus Suresi ve Hud Suresinin ilgili ayetlerinden de anlaşılacağı üzere, Allah insanların hepsinin gelecekte ne karar vereceklerini bildiğini belirtmiyor. Kalplerini mühürledikleri için genel bir tahmin yapıyor. Fakat Hz. Nuh’u inkâr konusunda, net bir kanaat belirtiyor. Çünkü 950 yıl, kanaatleri netleştirmek için fazlasıyla yeterli bir süredir.

Kur’an ayetlerinin tercümelerine bakmaya devam ettiğimizde, yine ilk bakışta anlattıklarımızdan farklı anlamı olan bir ayetle karşılaşıyoruz.

Bakara 255: “Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur. O daima diridir (hayydır), bütün varlığın idaresini yürütendir (kayyumdur). O’nu ne gaflet basar, ne de uyku. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Onundur. İzni olmadan huzurunda şefaat edecek olan kimdir? O, kullarının önlerinde ve arkalarında ne varsa hepsini bilir. Onlar ise, O’nun dilediği kadarından başka ilminden hiç bir şey kavrayamazlar. O’nun kürsüsü, bütün gökleri ve yeri kucaklamıştır. Onların her ikisini de görüp gözetmek O’na bir ağırlık vermez. O çok yücedir, çok büyüktür.”

Ayetin tercümesinde bazı yanlış anlamalara meydan verecek anlatımlar var. Buna rağmen biz yine de mevcut anlatımın üzerine irdeleme yapalım. Ayetin siyahla yazdığımız bölümünde Yüce Yaradan, “Kendisinin izni olmadan kim şefaat edebilir” diye soruyor. Bu sorunun sorulmasının geçerli olduğu yer, ancak ahiret hayatıdır. Şefaat konusu, bu dünyada yaşanırken değil, kıyamet günü gündeme gelecektir. Dolayısıyla, insanların hepsi ahirete intikal etmiş olacaklardır.

İşte Yüce Yaradan, biz insanlar ahirete vardığımızda “O, kullarının önlerinde ve arkalarında ne varsa hepsini bilir” demektedir. Allah bizim bu dünyada yaptıklarımızın gizlisini de açığını da, zaten bilmektedir. Bu bilgileri ışığında ve zerre kadar haksızlık etmeden, bizim ahiret hayatımızın nasıl olacağının kararını da, bizzat Allah’ın Kendisi verecektir. Dolayısıyla bizim arkamızdakini yani, ahiretteki geleceğimizi de elbette ve sadece Yüce Yaradan bilir.

Kur’an ayetlerini incelemeye devam ettiğimizde, yine ilk bakışta konumuz açısından farklı algılanan bir başka ayetle karşılaşıyoruz.

Enbiya Suresi 28: “Allah, onların önlerindekini de arkalarındakini de (yaptıklarını da yapacaklarını da) bilir. Onlar, O’nun razı olduğu kimselerden başkasına şefaat etmezler ve hepsi O’nun korkusuyla titrerler.”

Ama sağlıklı bir yoruma ulaşmak adına, ayette “onların” denilirken, kimlerin kastedildiklerini anlamalıyız. Bunun için hemen önceki ayetlere bakmak gerekiyor.

26: (Böyle iken) “Rahman, çocuk edindi” dediler. O, böyle şeylerden uzaktır, yücedir. Hayır, (evlat diye niteledikleri) o melekler ikrama erdirilmiş kullardır.

27: “Onlar Allah’tan önce söz söylemezler ve hep O’nun emriyle iş görürler.“

Demek ki, Yüce Yaradan’ın “onların” diyerek kastettikleri, yaptıklarını ve yapacaklarını bildiğini söylediği, insanlar değil, meleklermiş. Melekler, Allah’ın emrinin dışına çıkmaktan korkuyla titredikleri ve meleklere de emirleri sadece Allah verdiği için, meleklerin gelecekte ne yapacaklarını, Yüce Yaradan’ın bilmesi kadar doğal bir şey yoktur.

Kur’an ayetlerini incelemeye devam ederken, çoğu tercümede konumuzla ilgili olarak farklı algılanabilecek iki ayete rastlıyoruz. Biz aşağıda, çok farklı tercümelerden kelimelerin aslına daha uygun olanını yazdık.

Taha Surasi 103: “Kendi aralarında gizli olarak görüşecekler. Orada sadece on (Arapçası, aşrâ) kaldınız” (On kelimesinin yanında yevm yoktur. Dolayısıyla on gün veya on dönem diye tercüme edilmesi yanlış olur.)

104: Aralarında ne konuştuklarını en iyi biz biliriz. Görüşü en üstün olan: “Siz ancak bir gün kaldınız”.

Anlatılan bu olay, bir önceki ayete göre, kıyamet günü olacaktır. Taha 102: “Sura üfürüleceği gün ki biz suçluları o gün, (gözleri korkudan) göyermiş olarak mahşerde toplayacağız.”

Dolayısıyla ayette bahsedilen konuşma gayretleri mahşerde yapılmış olacağından, Allah’ın, insanların aralarında görüşeceklerini söylemesi doğaldır. Şu yaşadığımız dünyada bile, birbirimizle karşılaştığımız her yerde hemen dedikodu yapıyorsak, mahşerde de yapmamız gayet normaldir.

Dünyada ne kadar kaldığımız konusunda mahşerde belirtilecek fikirlerin, on veya bir gün gibi rakamlar olması da normaldir. Nitekim Müminun Suresi 112: (Allah inkârcılara) “Yeryüzünde kaç yıl kaldınız?” diye sorar.113: “Bir gün veya günün bir kısmı kadar kaldık. İşte bilenlere sor.” derler.

Diğer taraftan Kehf Suresindeki gençler, mağarada ne kadar kaldıkları konusunda aralarında görüşmüşler ve benzer şeyleri söylemişlerdir. Zaten ayetlerin konumuzla ilgili olan kısımları, fiillerdeki gelecek veya geniş zaman ifadeleridir. Fakat gün konularını da dikkatinize sunmamızın nedeni, Kur’an tercümelerindeki farklılıkların kaynağının Kur’an değil, tercüme edenlerin yorumları olduğunu vurgulamaktır.

Kur’an ayetlerinde yine konuyu farklı algılatabilecek bir ayetle karşılaşıyoruz. Kasas Suresi 56: (Resulüm!) “Sen sevdiğini hidayete eriştiremezsin; bilakis, Allah dilediğine hidayet verir ve hidayete girecek olanları en iyi O bilir.”

Ayetten anlaşılan şudur.  Allah insanların zihinlerinde aldıkları kararları ve içlerinden geçirdikleri düşüncelerini bildiği için, iyiye yönelenlere hidayet verebilir. Biz, diğer insanlar olarak, o kişinin iç durumunu bilmediğimizden, görünüşte yaptıklarına ve söylediklerine göre karar vereceğimizden yanılabiliriz. Dolayısıyla “hidayete girecek olanları en iyi O bilir” sözü gayet doğaldır. Gerçekleşmemiş gelecek bilgisine göre değil, mevcut durumdaki düşüncelerin bilgisine göre karar verilecektir. Karar verecek olan da sadece Allah’tır. Bu sebeple, Kendisinin kimi hidayete erdireceğini -hem düşüncelerimizi hem de yaptıklarımızı bilmesinden ve kararı da Kendisi vereceğinden dolayı- elbette, sadece Yüce Yaradan bilecektir.

Yukarıda yazdıklarımızın dışında, Allah’ın, olayları, konuşulanları, göğüslerde gizlenenleri ve her şeyi bildiğini ifade eden çok fazla sayıda ayet vardır. Kur’an’daki bu ayetlerden konumuz açısından aynı anlama gelenlerini yazımızda zikretmeye gerek duymadık. İsteyenlerin bakmaları için bazılarının numaralarını veriyoruz: 2/77, 2/158, 2/181, 2/215, 2/224, 2/227, 2/235, 2/256, 2/270, 3/92, 4/45, 13/8, 15/24, 16/91, 22/68, 23/51, 23/92, 24/18, 24/21, 24/29, 27/74, 28/69, 29/45, 29/60, 30/54, 31/16, 31/23, 31/34, 33/1, 33/51, 34/2, 35/8, 35/38, 36/76, 39/7, 40/19, 41/36, 42/12, 42/50, 43/84, 44/5, 47/30, 49/7, 49/18, 51/30, 57/4, 57/6, 64/4, 67/13, 87/7

Yukarıda, Kur’an ayetlerini, Allah’ın bize verdiği akıl ve özgür düşünme yeteneği çerçevesinde irdeleyerek yaptığımız incelemelerden, şu sonuçlara varıyoruz. Gökleri ve yeri, yani kâinatı yaratan Yüce Yaradan, evrendeki sistemlerin işleyişleriyle ilgili olarak gelecekte olacak her şeyi bilir. Fakat kalplerini mühürlediği insanların haricindeki kullarının, ne karar verecekleri konusunun, Allah’ın bilgisi dışında olduğudur. Buna karşın Allah, gizli ya da açık her kararımızı bilir.

Kullarının, onlara, Kendisinin verdiği özgür iradeleri ile ne karar vereceklerini Allah’ın bilmemesi, Yüce Yaradan’a bir eksiklik getirmez. Çünkü insanlar kendi hür iradeleriyle hangi davranışı seçmiş olurlarsa olsunlar, her hareketleri Allah’ın külli iradesi sınırları içerisinde gerçekleşir. Hiç kimse Allah’ın yardımı olmadan Onun fiziksel, kimyasal, biyolojik vb kurallarının hilafına hareket edemez.

Diğer bir açıdan baktığımızda, eğer Allah dilerse, sevdiği kullarına tuzak kuranların tuzaklarını başlarına geçirir. Bozgunculuk ve hainlik yapmak isteyen insanlar, Allah dilemezse, Allah’ın sevdiği kullarına karşı, hiçbir başarı gösteremezler. Tıpkı Hz. İbrahim’in ateşe atılışında, tıpkı Hz. İsa’nın çarmıha gerilişinde, tıpkı Hz. Muhammed’in evinin etrafını sararak öldürülmek istenilmesinde başarısız oldukları gibi başarısız olurlar. Dolayısıyla insanlar özgür iradeleriyle hangi yolu seçerlerse seçsinler, Allah’ın külli iradesi dışında hiçbir şey olmaz. Allah, insanların verdiği her türlü gizli kararı bilir, bazen hemen cevap verir, bazen bekler ve gerektiğinde gerekeni yapar. Allah bir zalimliği engellemek isterse, anında önler.

Diğer taraftan, eğer Yüce Yaradan, insanların ne yapacaklarını ezelde biliyorsa, Onun peygamberler göndermesinin mantığı ne olabilir? Ezelden azgın olduklarını ve değişmeyeceklerini bildiği bir kavmi, gönderdiği peygamberini dinlemediler diye helâk etmesi, Allah’ın hangi vasfıyla bağdaşır? İnsanlara yasaklar koyarak bu yasaklardan kaçınmalarını öğütlemesi, Kendisine itaat edilmesini istemesi, bu arada insanların her yaptıklarını meleklerine kayda aldırması nasıl izah edilebilir? Bu soruları kolayca çoğaltabiliriz.

Bazı insanların yukarıdaki sorular çerçevesinde, Yüce Yaradan’ın kötü olduğunu düşündürtecek yorumları, Allah’ın yüceliğinden hiçbir şey eksiltmez. Allah, her türlü kötü vasıftan tamamen münezzehtir. Allah’ın her şeye gücü yeter. Allah, bir şeyin olmasını istediğinde, Onun sadece “ol” demesi yeterlidir.  Dilerse, insanlara verdiği özgürlüğü iptal eder. Herkesi tek bir ümmet veya tek tip düşünen varlık yapar. Böylece, insanların ne düşüneceğini de bilmiş olur.

Yazımızın giriş bölümünü tekrar edersek, gerçeği, her şeyin yaratıcısı olan Allah bilir. Biz, Yüce Yaradan’ın verdiği aklı, özgür irademizle kullanarak, Allah’ın kelâmı olan Kur’an’dan anladıklarımızı aktarmaya çalıştık.

Allah’ım, bizlere, Seni daha iyi anlamak ve anlatmak için ilim ve hikmet ver.

Bu yazı Dini, KUR'AN ÜZERİNE kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.