MEDENİYET ANLAYIŞLARI ÜZERİNE

MEDENİYET ANLAYIŞINDAKİ FARKLI BAKIŞLAR

 

Kapitalizmin medeniyet anlayışı, tüketim üzerine kurulmuştur. Dolayısıyla, daha medeni görünebilmek için, daha çok tüketmek gereklidir. Bu anlayışa göre, sadece karnını doyuracak durumda isen, medeniyetle ilgin an alt seviyede demektir. Kullandığın eşyaların görünürlüğü çok önemlidir. Bir şahsın giyim kuşamı, arabası, evi lüksleştikçe, kapitalizmin anlayışında, o insanın medenilik seviyesi artmaktadır. Bu açıdan bakılınca, yani kapitalizme göre, medeni insan, sanki daha çok satın alabilen bir hayvan gibidir.

Kapitalizmin tam zıddı bir sistem kurduğu düşünülen Karl Marks’ın medeniyet anlayışı ile ilgili bazı görüşlerini, Güney Amerika, Asya ve Afrika’daki insanları gayri medeni gördüğünü ve Batılıların onları ezmediğini, aksine onlara medeniyet götürdüğünü savunduğunu, bu sitede yayınladığımız birkaç makalemizde ifade etmiştik. Bu nedenle burada aktarmayacağız.

Ancak, Marks’tan bir süre sonra yaşayan ve özgürlük mücadelesinin öncülerinden olarak bilinen Bertrand Russel’ın bir sözünü bahsedeceğiz. Emperyalizme karşı mücadele ettiklerini iddia eden sosyalistlerin ön saflarındaki bu şahsın konumuzla ilgili olan ifadeleri şöyle: “Petrol, medeniyetin malıdır. Filan kabile veya milletin malı değil; medeniyetin malıdır, sanayinin malıdır, insanlığın malıdır.”

Yukarıdaki sözlerden anlaşıldığı üzere, Russel’ın da medeniyet anlayışı, tüketim esasına dayanmaktadır. Dolayısıyla petrol üreten ülkelerin, eğer, petrolü kendileri tüketecek sanayileri yoksa onlar medeni sayılmadıklarından petrol onların malı değildir. Sanayisi olmayanlar, insanlık olarak da görülmemektedir.

Bu sitede yayınladığımız “Aydın ve Entelektüelin Farkları” makalemizde, peygamberleri aydın olarak niteledik. Çünkü peygamberlerin bir bölümü, toplumlarını dönüştüren insanlar oldular.

Hz. Musa, bu dönüşümü gerçekleştiren peygamberlerden biridir. Bilindiği gibi, Mısır’da Firavunlar, İsrailoğullarını aşağılamış ve köle gibi davranmıştır. Bu zalimce uygulamalar, İsrailoğullarının çoğunluğunun karakterlerini de kötü yönde bozmuştu. Yaşadıkları zor şartlar, onları, bireysel menfaatlerinin peşinde koşan ve paraya neredeyse tapacak kadar bağlanan insanlar haline getirmişti. Zavallı ve hakir durumdaydılar. Mazlum ve çaresiz bir durumda olmaları, tek olan Tanrı’nın yardım elini uzatmasına sebep oldu. Hz. Musa ve devamındaki peygamberler, Yüce Yaradan’ın ciddi yardımlarıyla, zelil duruma düşürülmüş bu topluluğu, yeni bir tarih inşa edecek konuma getirdiler.

Hz. Musa, Hz. Davud, Hz. Süleyman gibi güzel peygamberlerin gayretleri ve Yüce Yaradan’ın yardımıyla dönüşümü gerçekleştiren İsrailolğullarının bu anlayışları kısa sürdü. Bir süre sonra, içlerinden bazıları, peygamberlerini öldürmeye başladılar. Artık, oluşturulan medeniyet anlayışı eskide kalmaya başladı. Ve çoğunluğu, menfaatleri peşinde koşan, paraya neredeyse tapan hallerine geri döndüler. Yüce Yaradan’ın gönderdiği Hz. İsa, onlar için son şans oldu. Ama kullanamadıkları gibi tam ters davrandılar. Dolayısıyla, İsrailoğullarının büyük çoğunluğu, firavunların ezdiği mazlum ve çaresiz halk konumundan uzaklaşmakla kalmadılar, zalimliğe başladılar. Böylece, denizi yararak, onları firavunların zulmünden kurtaran Yüce Yaradan’ın desteğini, büyük ölçüde kaybettiler. İsrail Devleti kurulana kadar ömürleri sürgünlerde geçti. Ama, günümüz nesillerinin büyük çoğunluğunun, halâ, atalarının yaptıkları hataları anladıkları söylenemez.

Hz. Muhammed de, içinde yaşadığı toplumunu dönüştüren bir başka peygamberdi. Kendisine peygamberlik görevi verildiğinde, çöl şartlarında yaşadıkları için fakir bir topluluk vardı. Kız çocuklarını işe yaramayan bir boğaz olarak gördüklerinden, yok edilmesi gereken fazlalık olarak görenler azımsanmayacak kadar çoktu. Fakirlik ile cehalet bir araya gelince, kinci bir toplum haline gelmişlerdi. Kabileler arasında her türlü entrika vardı. Toplumun tamamını yöneten kral gibi merkezi bir gücün olmaması, kabileler arasındaki sıkıntıların çözümünü zorlaştırıyordu. Kabileler arası savaşlar, Mekke’nin tek geliri olan hacıların ziyaretlerini engelliyordu. Bu sebeple, savaşları azaltabilmek için, yılın dört ayı, savaşılmayan aylar olarak kabul edildi. Dört ay sabretmek zorunda kalanların bir kısmı, süre bitince daha gaddar olabiliyordu. Diğer taraftan; mimari, felsefe, edebiyat, müzik gibi medeniyetin somut alandaki göstergesi olan hususlarda ciddi hiçbir çalışma yoktu. Sadece şiire karşı biraz merak vardı.

İşte Hz. Muhammed, Allah’ın desteği sayesinde, böyle bir topluluktan, yeni bir medeniyet oluşturabilecek bir temel oluşturdu. Bölgede devlet kavramı ve kurumları yok iken, aynı halk kısa sürede büyük bir imparatorluk kurdu. Bilimle bağlantısı olmayan bir bölgeden çok sayıda bilginler yetişti. Geleceğin medeniyetinin mimarları, Hz. Muhammed’in attığı temeller sayesinde değişime imza attılar. Cündeb bin Cünade, kervan soygunculuğuyla geçinen bir Arap iken, Ebuzer Gifari haline gelmesi, Hz. Ömer ve diğerlerindeki değişimler, Hz. Muhammed’in vesile olduğu dönüşümün, kişiler üzerindeki göstergelerinden birisidir. Fakat bir süre sonra bu insanların da çoğunluğu, eski ayarlarına geri döndüler. Türkler ve diğer bazı milletlerin Hz. Muhammed’in ümmeti içerisine girmesiyle yeniden bir toparlanma oldu. Fakat sonradan yine bozulma başladı. Günümüzdeki Hz. Muhammed ümmetinin çoğu, atalarından bazılarının yaptıkları hataları halen anlamıyorlar.

Şimdi son iki yüz yıldaki anlayışa bakalım. Son iki yüz yılda bilimdeki ilerlemeler hızlandı. Bu durum insanlarda yeni bir anlayışın yerleşmesine sebep oldu. İnsanlar, bilimdeki ilerlemenin, insanlığın medeniyet seviyesini artıracağını düşünmektedirler. Günümüzün gerçeğine bakarsak, bilim, maalesef, insanın tüketimini artırmak için kullanılmaktadır.

Peki, bu durumda medeni olmak ne anlama gelmelidir? İnsanlığın medenilik seviyesini artırmak için nasıl bir yol izlemeliyiz?

İzleyebileceğimiz yollardan birisi; medeni olmayı, öncelikle, düşüncede olumlu yönde devrim yapmak anlamında alarak, gayretimizi, fikirlerimizi düzgünleştirmeye yönlendirmeliyiz.

Medeni olmak için, önce kendimizin gidişatını doğru teşhis edebilmeye çalışıp, hakikate ulaşmaya gayret etmeliyiz. Öncelikle kendimizin gidişatını toparlayıp hakikate ulaştıkça, insanlığa da katkı vermeye başlamış oluruz.

Medeni olduğumuzun göstergelerinden birisi, kendimize ve insanlara faydalı olacak yeni bilgiler edinmeye çalışmaktır. Edindiğimiz bilgileri, hakikatin ışığında analiz etmeye gayret edersek, medeniyet yolunda ilerlemiş oluruz. Biz bu yolda ilerledikçe, insanlığın medeniyetine de katkı verdiğimizi görürüz..

Medeni olmak için, hayatımızı anlamlandırma konusunda inkılap yapma peşinde olmalıyız. Biz kendi hayatımızı anlamlandırdıkça, insanlara güzel örnek oluşturmaya başlarız. İnsanların çoğunluğu her zaman güzel örnekleri takip etmeye gayret ederler.

Bir insanın medenileştiği, o insandaki insani vasıfların olumlu yöndeki değişimlerinin gözlemlenebilmesiyle doğru orantılıdır. İnsani vasıfları olmayan ve sadece maddeten temsil edilen medeniyet, şair Mehmet Akif Ersoy’un deyimiyle “tek dişi kalmış canavar” haline dönüşmeye meyillidir.

Anlaşılan o ki, kapitalizm ve komünizm anlayışında medeniyet, bir Pazar yani bakkal alışverişidir. Hâlbuki medeniyetin ölçüsü, sadece maddi kalkınma değildir. Medeniyet; sohbettir, yardımlaşmadır, insanları ve toplumu ıslah etme gayretidir. Medeniyet, insanların huzur ve güven içerisinde yaşamalarını sağlamıyorsa, hiçbir anlamı yok demektir.

Bu açılardan bakılınca, medeniyetin gerçek mimarlarının, filozof, sosyolog veya bilgin olması beklenmemelidir. Çünkü eğer, medeniyetin mimarları bunlar olsaydı, günümüzdeki medeniyetin göstergesi “tüketim” olmazdı. Medeniyetin mimarları, peygamberler ve onların izinden giden ıslah edici aydınlardır. Filozoflar ve bilginler bu yönde çalışma yaparlarsa, medeniyete daha çok katkı sağlamış olurlar.

Bu yazı Sosyal kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.