KÜRESELLEŞTİKÇE, DİNLERİN BİRBİRLERİNE BAKIŞLARI YUMUŞUYOR

KÜRESELLEŞTİKÇE, DİNLERİN BİRBİRLERİNE BAKIŞLARI YUMUŞUYOR

 

Tarih boyunca, dünyadaki insanların hemen hepsi, dini inanışlarına sonradan değil, doğuştan sahip olmuşlardır. Bir insan, kendi özgür iradesiyle seçmediği bir dinin diğerlerinden üstün olduğunu, ancak diğer dinlerin mensuplarını tanımadan ve kendi gibi düşünenlerin arasında yaşarken savunabilir.

İşte bu sebeple, küreselleşmenin başlamasından önceki dönemlerde, her dinin mensupları diğerlerini dışlamışlar, en doğru dinin kendi inanışları olduğunu iddia etmişlerdir. Bir başka dinin mensubunu “öteki” olarak nitelemişlerdir. Aslında dinlerin başlangıcında, ötekileştirme görülmez. Fakat sonradan, günümüzün taraftarı en çok olan dinlerinin hepsinde, bu dışlama oluşmuştur.

Aslında günümüzde de, dini inanışların %99’u doğuştan geliyor. Bu sebeple “öteki” şeklindeki nitelemeler halen çoğunlukta. Fakat küreselleşmenin sonuçlarından dolayı, giderek çok sayıdaki insan diğer dinlerin mensuplarını dışlamıyor. Çünkü ülkeler arası seyahatler giderek artıyor. Değişik fikirlerdeki kitapların ve farklı araştırmacıların yazdıkları diğer dillere çevriliyor. Dinlerin kutsal kitaplarının, günümüze ulaşabildiği şekliyle, kaynaklarına ulaşım arttı. Bu kaynaklar da, diğer dillere çevriliyor. Günümüzde daha fakir olan Doğudan, daha zengin olan Batıya çalışmak ve öğrenmek için göç edenlerin sayıları hızla artıyor. Gazete ve televizyonların yayınlarına, internet ortamındaki bilgiler eklendi. Dolayısıyla herhangi bir ülkedeki internet kullanan bir insan istediği anda farklı bilgilere ulaşabiliyor.

Böylece geçmiş yüz yıllardaki gibi kapalı bir kutu şeklinde yaşayan her insanın ötekileştirdiği inançlar ve yaşam tarzları ile günümüz insanı, iç içe yaşıyor. Atalarının ötekileştirdiği insanların yaşamları ve inançları hakkındaki bilgiye görsel olarak hemen ulaşabiliyor ve internet üzerinden irtibat kurabiliyor. Bunun sonucunda atalarının, başka dünyalardan gelmişler gibi değerlendirdikleri ”ötekilerin”, kendisi gibi bir insan olduklarını yaşayarak görüyor. Hattâ bazen kendi inancındaki insanların çoğuna göre daha dost canlısı ve yardımsever olduğunu, bizzat müşahede ediyor. Diğer dinin mensuplarıyla okulda, iş yerinde, vakıfta, sokakta birlikte olduğundan, teologların anlattıklarını değil, kendi gözlemlerini dikkate alıyor.

Bu nedenle teologların artık çok daha dikkatli olmaları gerekiyor. “Öteki” diye bir şey olmadığını, farklı yaratıcıların olmasının mantıken mümkün olmadığını, dolayısıyla her insanın aynı Yaratıcının bir kulu olduğunu anlatmalıdırlar. Bazı insanlar, yaşantıların bir döneminde ateist veya natüralist düşünceye sahip olsalar bile, onların içerisinde, din adamlarına kızgınlıkla hareket edenlerin dışındaki sorgulayanlar da, aynı sonuca varmaktadırlar. Bu konudaki düşüncelerimizi “Evrenin Yaratılış Sebebi Üzerine Düşünceler” başlıklı yazımızda, eski bir ateist olan Antony Flwe’un “Yanılmışım Tanrı Varmış” adlı eserinden örnekler vererek belirtmiştik.

Teologların önemi, diğer mesleklerdeki insanlara göre çok fazla olduğundan, bunların yetiştirilme yöntemleri de çok mühimdir. Din adamlarını yetiştiren her kademedeki kurumlarda öğrencilere, diğer dinlerin ilk kaynaklarına dayanılarak bilgiler verilmelidir. Bu bilgilere sahip oldukları halde, diğer dinleri yanlış duyumlara dayanarak kötüleyen, aşağılayan ve onları düşman gibi gösteren insanlar, fikir hürriyeti kapsamından çıkarılarak yargılanmalıdırlar. Böyle insanlar, toplumdaki etkilerine göre, gerekirse, Uluslararası Mahkemelerde bile yargılanabilmelidir.

Dini inanışlardaki farklılıklar, Yüce Yaradan’ın isteği doğrultusunda vardır. Bilindiği gibi, Kur’an dışındaki bütün kutsal kitapların ilk halleri değişmiştir. Kur’an’da Yüce Yaradan bu hususta şu ifadeyi kullanmaktadır: “Biz isteseydik, hepinizi tek bir ümmet yapardık”.

Düşünün, bütün insanlık tek bir ümmet olsaydı, “Engizisyon Mahkemelerinin” baskıları biter miydi? Bu baskılar sonucunda, insanlar ayrı fırkalara ayrılmazlar mıydı? Demek ki, farklı ümmetler halinde olmamızda, bizim tam olarak idrak edemeyeceğimiz hikmetler var. Ancak Kur’an’daki bu ifade, var olan bütün dinlerin ve inanışların hepsinin doğru olduğunu göstermez. Ama farklılıkları teyit eder. Yüce Yaradan’ın rahmetinin genişliğini anlatır.

Dünyadaki küreselleşme, aslında, en çok teologların dikkatli olmalarını gerektirmektedir. Çünkü yukarıda da belirttiğimiz gibi, teoloğun söylediklerinin kendi taraftarlarınca kabul görmesi, anlattıklarının hayat şartlarına ve fertlerin gözlemlerine aykırı olması durumunda, mümkün olmayacaktır. Dolayısıyla teoloğun etkisi giderek azalacak ve sonunda anlatmaya çalıştığı dini inanca zarar verecektir. Dünya küreselleştikçe onun anlattığı dini inançtan kaçışlar artacaktır. Avrupa tarihinde bu durumun çok fazla örnekleri vardır. Aydınlanma çağındaki ateistler, Kilisenin mantıksız anlatımları sonrasında nema bulmuştur.

Din adamlarının küresel mutluluk konusundaki sorumlulukları diğerlerine göre daha fazladır. Benzer şekilde, ekolojik mutluluk üzerindeki yükümlülükleri de daha fazladır. Eğer bu sorumlulukları çok bulan olursa, din adamlığı unvanını bırakmaları daha uygundur. Din adamları sorumluluklarını yerine getirebilmek için, diğer dinlerin din adamlarıyla daha çok diyalog içerisinde olmalıdırlar. Onlarla, mümkün olduğunca ortak hareket etmelidirler.

Daha önceki yazılarımızda, Yüce Yaradan’ın, insanları birbirleriyle savaştırmak için farklı dinler göndermeyeceğini, Hz. Âdem’den itibaren bütün vahiylerin ve mesajların aynı olduğunu, bunun da Allah’a teslim olunarak (diğer bir anlamıyla, İslâm olunarak) huzuru bulmak olduğunu vurgulamıştık. Budizm ve Hinduizm’den de örnekler vererek, onların da temelinde Tanrıya itaat olduğunu belirtmiştik. Zaten kabul edileceği gibi, Allah hiç peygamber göndermese bile, insanlara verdiği akıl, vicdan ve irade sayesinde kişiler, hem tek olan Yaratıcıyı bulacak, hem de iyiyi-kötüyü, doğruyu-yanlışı, haklıyı-haksızı belirleyebilecek kabiliyettedir.

Bütün insanların Kendisini bilmesini ve Kendisine kulluk etmesini arzu eden Yüce Yaradan’ın, Kendisini merhametli olarak ilan ederken, diğer taraftan Kendisini sadece belli bir toplumla ve belli bir zamanla sınırlaması düşünülemez.

Bu durum dünya küreselleştikçe daha açık olarak anlaşılmaktadır. Küreselleşmiş bir ortamda hiçbir dinin mensubu, karşılaştığı diğer inanıştaki bir insana, kendi inancını savunamaz. Çünkü bütün dinlerin tarihlerinde hem iyi hem de kötü olarak nitelenebilecek gelişmeler ve özellikler vardır. Dolayısıyla geçmiş olaylar açısından, kimse tamamen haklı değil.

En eski öğretilerden Hinduizm, kast sistemini günümüzde kimseye anlatamaz. Yahudiler, Tanrı’nın sadece kendilerine ait olduğunu izah edemezler. Müslümanlar, Budistler, Hindular, fakirliklerinin sosyal sebeplerini açıklayamazlar. Avrupalılar, sınıf ayrımcılığı konusunda kimseyi ikna edemezler. Hıristiyanlar, hem tanrı inançlarındaki teslisi, hem de yeni keşfettikleri toprakların yer altı ve yer üstü varlıklarını sömürmelerini, dinin hiçbir yerine koyamazlar. Müslümanlar, günümüzde içine düştükleri yalan, sahtekârlık gibi duyguların bataklığını dinleri ile bağdaştırıp anlatamazlar. Budistler, insanların bireysel haklarını hiçe sayacak kadar ihmal etmelerini açıklayamazlar. Bütün dinler ve inanışlar, kendi evliyalarından medet ummalarını, onları koruyucu olarak görmelerini, hayatla bağlantılı maddi isteklerini onlardan talep etmelerini anlatamazlar.

Bilhassa, günümüzde, insanlığın içine düştüğü uyuşturucu ve aile parçalanması bataklığını, kimse kimseye yükleyemez. Bekli ilk önce Batıda başlayan bunlar, din ayrımı yapmadan, bütün dünyaya yayılma eğilimindedir.

Sonuç olarak, farklı dinlerin mensuplarının, birbirlerine, tarihteki geçmiş olayları ve kendi hayatlarını örnek vererek üstünlük sağlamaları mümkün değildir. Hattâ bir insanın, ayna karşısında kendi gözlerinin içerisine bakarak ve yaşadığı hayatı kendi kendine anlatarak, inancı konusunda kendisini bile ikna etmesi çok çok zordur.

Dolayısıyla “öteki” kavramı, artık bitmelidir. Çünkü “öteki”, aslında, kendi içimizdedir.

Bu yazı Cemaat, Sosyal kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.