KÜRESEL UYGARLIK VE EKONOMİ ANLAYIŞI

KÜRESEL UYGARLIK İÇİN, EKONOMİYE BAKIŞIMIZI DEĞİŞTİRMELİYİZ

 

Küresel Uygarlık konusunu çeşitli açılardan irdeleyerek, düşüncelerimizi bu sitede yayınladığımız birkaç makalemizde ifade ettik.

Ekonomi konusunda günümüzdeki etkin anlayış, sömürgecilik dönemindeki Avrupalıların anlayışıdır. Bu ekonomi anlayışı, sadece bir ekonomik doktrin değildir. Hayatın her alanına hükmetmeye başlamıştır. O artık yalnızca bir ekonomi yönetimi değil siyaset, davranış bilimi, eğitim rehberi gibi olmuştur.

Ekonomiye bakışımız, bize, nasıl davranacağımızı öğütler. Bize, çocuklarımızı nasıl yetiştirmemiz gerektiği hususunda yol gösterir. İnsanlarla ilişkilerimizde nasıl tavır almamız gerektiğini dikte eder. Bizim adalet anlayışımızı oluşturur. Bizim özgürlük konusundaki fikrimizi temelden etkiler. Sonuç olarak düşüncelerimize hükmederek bize yön verir.

Günümüzdeki etkin ekonomi anlayışı kapitalizmdir. Bu anlayışın temelinde, ekonomik büyümenin her derdin ilacı olduğu iddiası vardır. Dolayısıyla bu ekonomi anlayışının tanrısı, ekonomik gelişmedir. Bu tanrı, ekonomik gelişme sağlanınca, mutluluğa ulaşacağımızı iddia eder. Ekonomik gelişme olunca, adaletin sağlanacağını savunur. Özgür olmanın temelinde ekonomik gelişmenin yattığını öne sürer.

Bu anlayışa göre, kârı artan girişimci, daha fazla kişiyi istihdam edecektir, böylece bütün toplumun refahı ve zenginliği artacaktır.

Aslında günümüzdeki ekonomi anlayışı, artık istidamı değil, sadece kendi kârını artırmayı hedeflemeye başlamıştır. Yani, 1776 da “Ulusların Zenginliği” kitabını yazarak, bir anlayış devrimi oluşturan Adam Smith’i de aşmıştır. Artık, kârı artırmak için, elde edilen kâr üretime yatırılmamaktadır. Artık, kârlar da üretimden daha çok finans oyunlarından kazanılmaktadır.

Günümüzdeki büyük şirketlerin bilânçolarına bakıldığında üretimden elde edilen kazancın yaklaşık iki katı, “sair gelirler” kaleminde ifadesini bulmaktadır. Dünyada dolaşan paranın ancak üçte biri üretime harcanmaktadır.

Bu yeni anlayış, Adam Smith’in söylemlerini de boşa düşürmüştür. Onun “üretimin kârı, üretime yatırılmalıdır” şeklinde oluşturduğu anlayışı terkedilmeye başlanılmıştır. Dolayısıyla “açgözlü bir kişinin zenginliği, toplumun yararınadır” aldatmacası bile aşılmıştır. Bilindiği gibi, bu aldatmaca sayesinde, insanların zenginleşirken başkalarını ezmeleri, toplum tarafından kabul görmekteydi. Çünkü zenginleşen şahsın üretime yatırım yaparak, toplumun da zenginlemesine vesile olacağı inancı oluşturulmuştu.

Kapitalizm öncesi dönemdeki zenginler, bizlere çok sayıda tarihi eser bırakmışlardır. Günümüzdeki zenginlerin varlıkları, eskilere göre mukayese kabul etmeyecek kadar çoktur. Fakat kazançlarından toplum faydalanamadığı gibi, eser bırakma çabaları da yok denecek kadar azdır. 1500 yıllarında dünyadaki mal ve hizmet üretimi için yapılan tahminler 250 milyar dolar civarında olduğu şeklindedir. Günümüzdeki rakam, 60-65 trilyon dolar dolaylarında tahmin edilmektedir. Kişi başına düşen üretim 1500’de 550 dolar tahmin edilirken, günümüzde dünya ortalaması 9.000 dolar civarındadır. Dolayısıyla, eski zenginlikle şimdiki arasındaki fark çok fazladır.

Mevcut ekonomi anlayışı, küreselleşmeyle birlikte bütün dünyaya yayılmaktadır. Etki alanı genişledikçe, zengin ile fakir arasındaki fark da giderek açılmaktadır. İnsanlar arasında yapılan anketler, insanların dünya genelinde adaletsizliğin arttığını düşündüklerini göstermektedir. Yolsuzlukla mücadele kuruluşlarının raporları, gelecek için kaygı vericidir.

Günümüz gelir dağılımındaki adaletsizlik, 1500’lü yıllara göre daha fazla. O yıllarda Endonezya’daki veya Çin’deki bir işçi ya da Afrika’daki bir köylü evine günümüzdeki çalışmasından elde ettiğinden daha fazla gıda götürüyordu. 1500’deki kişi başına düşen üretimin dünya genelindeki dağılımına bakıldığında, ortalama olan 550 doların dağılımı arasındaki fark daha az idi. Günümüzdeki 9.000 dolar ortalamadaki dağılım farkı çok fazla.  Sadece Hindistan’da açlık sınırı civarında ve altında yaşayan 800 milyon insan var.

Paul Kennedy’nin verdiği rakamlara göre, 1775 yılında, Asya’daki üretim (Rusya dâhil) dünya ekonomisinin %80’i civarında idi. 1900’e gelindiğinde bu rakam Rusya ve Japonya dâhil %21 civarına inmişti. 1750’lerde kişi başına sanayileşme seviyeleri, Avrupa ile günümüzde üçüncü dünya olarak nitelenen ülkeler karşılaştırıldığında, halen birbirine çok yakın idi. Avrupa ve üçüncü dünya ortalaması %7-8 civarında idi. Fakat 1900’e gelindiğinde Avrupa %35’e yükselmişti, üçüncü dünya ülkeleri ise sadece %2 idi.

Bütün bu rakamlar dünya insanlığı arasındaki eşitsiz dağılımı göstermektedir. Nitekim günümüzde dünya nüfusunun %15’i, dünya gelirlerinin %85’ini paylaşmaktadır. Buna karşılık dünya nüfusunun %85’i ise, ekonomiden %15 pay almaktadır. Bu %15 paydan da, o ülkelerin zenginleri aslan payını aldıklarından, fakirlerin durumu 1500’lere göre içler acısıdır. Demek ki kapitalizmin uygulanışı, inanlar arasında adaletsizliğin artmasına vesile olmuştur. İnsanlar ister fakir olsunlar ister zengin, durumlarını değiştirebilmek için, her türlü hileli yola başvurmak zorunda kalmaktadırlar.

Diğer taraftan ekonomik gelişmenin özgürlüğümüzü artıracağı iddia edilirken, aksine hürriyetlerimizi kısıtladığını farketmekteyiz. Mevcut ekonomi anlayışı dünyayı ticari bir hapishane haline getirmiştir. Yani özgürlüklerimiz toptan kısıtlanmıştır. Bu kısıtlama, zenginler için de geçerlidir. Günümüzdeki çok zengin olan insanlar da, 1500’lerdki zenginlere göre, yaşamlarında ve hareketlerinde daha az özgürdür.

Bütün bu sonuçlar kesin olarak gösteriyor ki, günümüzdeki ekonomi anlayışı yanlıştır. Mutlaka yeni bir anlayış geliştirmemiz gerekmektedir. Çünkü ekonomi sistemindeki anlayışımız medeniyet tasavvurunu doğrudan etkilemektedir. Nasıl bir anlayış değişikliği olması gerektiği konusunu inşallah başka yazılarımızda ele alacağız.

Bu yazı Genel, Sosyal kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.