İSLÂM VE HIRİSTİYANLIK TARİHİ ÜZERİNE 4

İSLÂM TARİHİ VE HIRİSTİYANLIK TARİHİNDEN ALINACAK BAZI DERSLER 4

Bir önceki yazımızda, Hz. Muhammed’in (s.a.v.) peygamberlik geldikten sonra Mekke’de yaşadığı dönemde uyguladığı strateji ve insan ilişkilerinin bazılarını irdelemeye çalışmıştık. Bu makalemizde, Medine’ye (Yesrib) hicret ettikten sonraki uygulamalarını irdelemeye gayret edeceğiz.
Peygamberin geldiği dönemde, Medine’de hem Hıristiyanlar hem de Yahudiler vardı. Bunlar, Allah inancı taşımalarına rağmen, kendi peygamberlerinden başka peygamber tanımıyorlardı. Bu sebeple, Hz. Muhammed’in gelişi, onlar için tehlike teşkil ediyordu. Medine’de, ayrıca Evs ve Hazrec kabileleri vardı. Bunların etkili bir kısmı Hz. Muhammed’in peygamberliğini kabul etmişlerdi. Bu sebeple Mekke’deki tehlikelerden kurtulması için, peygamberin Medine’ye gelmesini kabul etmişlerdi. Fakat bu iki kabile arasında, asırlardır süren bir husumet vardı. Dolayısıyla ortam karmaşık idi. Durum sosyal, dini ve siyasi risk taşıyordu.
Hz. Muhammed, önce Yahudilerle Müslümanlar arasında bir yardımlaşma anlaşması imzaladı. Hıristiyanların yaşadıkları yerler, daha çok Medine’nin dış mahalleleri olduğundan, fazla etkili değillerdi. Bu sebeple öncelikle tesirli bir gurup olan Yahudilerle anlaşıldı. Bu anlaşma ile Yahudiler de, Müslümanlarla (Evs ve Hazrec kabileleri ile Muhacirler dâhil) aynı hak ve ödevlere sahip oldular. Putperestler herhangi bir guruba saldırırsa, başkalarıyla değil, birbirleriyle ittifak yapacaklardı. Anlaşmanın uygulanmasında bir uyuşmazlık çıkarsa, peygamber hakem olarak kabul edilecekti.
Hiç kimse din değiştirmeye zorlanmadı. Herkese eşit muamele edilmeye çalışıldı. Farklılıklara saygı gösterildi. Bu dönemde Evs ve Hazrec kabilelerinin arasındaki eski çatışmaları kışkırtmak isteyenler oldu. Bu kışkırtmaları, kabilelerin içerisinden Müslüman olan Abdullah bin Uvey ve Ebu Emir’in yaptığı hususunda şüpheler oluştu. Onlara münafık gözüyle bakıldı. Fakat bu kişiler, haksız olan bir fiil oluşturmadıklarından, Hz. Muhammed, bunlara karşı hiç bir şey yapmadı. Ancak diğer Müslümanlar, onlara karşı hep mesafeli oldular.
Medine’ye göç eden Müslümanlar (Muhacirun) ile Medine’nin yerlisi Müslümanlar (Ensar) arasında, bazı sıkıntılar yaşanabilirdi. Çünkü hem insanlar daha Müslümanlığı içlerine sindirememişlerdi, hem muhacirler mallarını Mekke’de bıraktıkları için durumları zayıftı, hem de iki şehrin adetleri ve görgüleri farklıydı. Bu sebeple peygamber, Müslümanlar arasında bir kardeşlik akdi yaptırdı. Bu anlaşma ile her Muhacir, bir Ensar’a bağlanacaktı. Ensar da Muhacire yardımcı olacak, onunla mallarını paylaşacak ve onun en iyi şartlarda yaşamasını sağlayacaktı. Mekke’den gelenler de, sahip oldukları her türlü bilgiyi Medine’dekilere öğreteceklerdi.
Peygamberi ellerinden kaçıran Kureyşliler, yeni bir baskı yöntemi oluşturdular. Mekke’den göç eden Müslümanların, Mekke’deki mallarına el koyma kararı aldılar. Bu durum, zaten fakir olan Muhacirlerin konumunu daha da güçleştiriyordu. Bunun üzerine Hz. Muhammed, karşı bir atak yaptı. Kureyşlilerin kervanlarından Medine yakınlarından geçenlere seferler düzenleme kararı aldı. Bu seferlerin bazılarına bizzat kendisi katıldı. Hz. Muhammed’in katıldığı bu seferlere, gazve denilir. Kervanlara karşı yapılan seferlere sadece Muhacirler katılıyordu. Ensardan kimseyi yanlarına almıyorlardı. Çünkü bu seferlerden amaç, Müslümanların el konulan mallarını miktar olarak karşılayacak kadar geri almaktı. Nitekim, Mekkelilerin el koydukları mallara yakın bir ganimet elde edildi. Bu seferlerde, ne çarpışma oldu, ne de ölüm oldu. Mallarına el konulan tüccarlar, daha sonra yollarına devam ediyorlardı.
Bu dönemde Hz. Muhammed, istihbarat gurupları oluşturdu. Bu gurupların içerisinde Müslüman olmayanlar da vardı. Amaç, Kureyşlilerin yapabilecekleri ittifaklar hakkında bilgi elde etmekti. Gelen bilgilere göre, karşı atak yapmaktı. Peygamber bir taraftan da, Mekke’lilerin kervanlarının Kızıldeniz tarafından geçenlerini engellemek için, bölgedeki kabilelerle barış antlaşmaları yaptı.
Peygamber bu çalışmaları sürdürürken, Muhacirler açısından ters bir olay gelişti. İstihbarat toplamak isteyen guruplardan Abdullah bin Cahş, Mekke ile Taif arasında Nahle vadisinde bir kervan gördü. O gece, kabileler arasında savaşılmayan aylar olarak kabul edilen dört kutsal aydan, son ay olan Recep ayının son günüydü. Fakat Abdullah, saldırı emrini verdi. Saldırıda bir Kureyşli öldü. İki kişi esir alındı. Hz. Muhammed bu olaya çok kızdı. Ama olan olmuştu. Kureyşliler bu vakayı, Muhacirlerin aleyhine kullandılar. Peygamberin yaptığı anlaşmaların temelini sarstılar.
Bu olayı aktarmamızın bir sebebi var. Yukarıda kervan baskınlarını anlattık. Maksadın, Müslümanların Mekke’deki el konulan mallarının karşılığını almak olduğunu ifade ettik. Zaten başka bir sebeple sefer düzenlemek ve kervanın mallarına el koymak, İslâm’ın getirdiği anlayışa uymaz. Fakat demek ki, kervan seferlerinde de bazı taktik hataları yapıldı ki, Yüce Yaradan, Abdullah bin Cahş’ın bir gün daha beklemeyerek hata yapmasını engellemedi.
Kervan seferlerinde yapılan hata, muhtemelen, kervanların, Muhacirlerin mallarına el konulmasına önderlik eden insanlara ait olup olmadığına bakılmamasıdır. Belki de kervanda, Kureyşli olmayanların da çok miktarda hissesi vardı. Eğer, kervanların hepsi, Müslümanlara zulmedenlerin öncülerine ait olsaydı, Allah’ın Müslümanlara yardımı devam ederdi. (Kervan seferleri hususunda benim inancım, Hz. Muhammed’in, kervanlarda el konulan yüklerin kimlere ait olduğuna dikkat edilmesi gerektiğini hep hatırlattığı yönündedir. Eğer aksi olsaydı, Allah, peygamberini uyarırdı. Ayrıca Hz. Muhammed, başka hatalar yapanlara hep hoşgörü gösterirken, Abdullah bin Cahş’a sert bir şekilde kızmazdı. Nitekim, ileride göreceğimiz gibi, Uhud Savaşında kendilerine emanet edilen tepeyi, ganimet uğruna terk ettikleri için savaşta yenilmelerine sebep olanlara bile hoşgörü göstermiştir.)
Nitekim, Bedir Savaşı öncesindeki kervan hadisesi bu niteliktedir. Ebu Süfyan’ın yönettiği ve büyük çoğunluğu Kureyşlilere ait malların olduğu bir kervanın Suriye’den geldiği haberi alınır. Ebu Süfyan, Kureyşlilerin en ileri gelenidir. Ebu Leheb ve Ebu Cehil ile birlikte, Müslümanların en şiddetli düşmanıdır. Dolayısıyla mallarına el konulması, Yüce Yaradan’ın Müslümanlara tanıdığı kısas ölçüsü içerisindedir. Doğru bir davranıştır. Bu sebeple Hz. Muhammed, bu kervana saldırma kararı alır. Bu defa yanına Ensardan da insanlar alır. Çünkü bu kervan seferinde amaç ikiye çıkmıştır. Birincisi, Muhacirlerin mallarına karşılık gelecek şekilde kervanın yüküne el koymak, ikincisi, diğer kabileleri de Müslümanlar aleyhine kışkırtan Mekkelilere gözdağı vermektir.
Kervan’ın önünü, Bedir mevkiinde kesmek üzere yola çıkılır. Fakat Ebu Süfyan, haber alır. Hem Mekke’den yardım ister, hem de yolunu değiştirir. Müslümanlar kervanı bulamazlar. Ancak bu sırada Mekke’den bin kişilik bir ordunun yola çıktığı haberini alırlar. Hz. Muhammed’in yanındaki Müslümanlar 309 kişi civarındadır. Silah durumları da bir savaşa göre değil, kervan seferine göredir. Hz. Muhammed, kervanı kovalama ya da gelen orduyla savaşma veya Medine’ye dönme konusunda kararsız kalır. Sahabelerine danışır. Hem Muhacir hem de Ensar, net ifadelerle savaşmaya hazır olduklarını söylerler.
Ortam böylesine samimiyet ihtiva edince, Yüce Yaradan, Müslümanlara yardım eder. Kendilerinden üç kat güçlü olan Kureyşlileri net bir şekilde yenerler.
Bu anlattıklarımızla vurgulamak istediğimiz anlayışa benzer olan bir olay, Uhud Savaşında gerçekleşir. Kureyşlilerin üç bin kişilik ordu ile yola çıktıkları haberi gelir. Müslümanlar, bin kişi ile karşılamaya çıkarlar. Yolda Abdullah bin Uvey, 300 kişilik gurubunu basit bir bahaneyle geri dödürür. Kalan 700 kişi, gözlerini kırpmadan üç bin kişye karşı yola devam ederler. Böyle bir ortamda yapılan bu savaşta da Allah, Müslümanlara yardım eder. Kendilerinin dört katı sayıda olan Kureyşlileri yenerler. Ganimetler toplanmaya başlanır. Bunu gören ve tuttukları tepeden ayrılmamaları emredilen Müslüman okçular, yerlerini terk ederek ganimet paylaşımına koşarlar. Yüce Yaradan, Müslümanların bu hatalarını anında cezalandırır. Tepenin arkasındaki Kureyşli atlıların komutanı Halid bin Velid, tepeyi dolanarak, savaşa müdahale eder. Savaşı Kureyşliler kazanır. Fakat onlar da çok ölü verdiklerinden, kendi yaralarını sarmak için, Müslümanların peşinden takip etmezler. Kendi yaralarını sardıktan sonra, istedikleri zaman, Müslümanların yaşadığı Medine’ye giderek, onları orada da yeneceklerini düşünürler.
İşte tam bu ortamda, Hz. Muhammed (s.a.v.), yeni bir strateji oluşturur ve uygular. Peygamberin bu yeni stratejisini ve daha sonraki taktiklerini bir sonraki yazımızda ele almaya çalışacağız.

Bu yazı Dini, Hz. Muhammed kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.