İBRET ALMAYANLAR, İBRETLİK OLURLAR

GEÇMİŞTEN İBRET ALMAYANLAR, GELECEKLER İÇİN İBRET OLURLAR

 

Başlıktaki söz, Mehmet Akif Ersoy’un bir vaazından uyarlanmıştır.  Şair ve mütefekkir bir insan olan Akif,  Balkan Savaşı sırasında toplumu “eğer geçmişten ibret almamakta devam edersek, Allah esirgesin, gelecekler için pek acıklı bir ibret olacağız” diye uyarıyor.

Akif’in yaptığı bu ikaz, Osmanlı Devleti Müslümanları içindir. Ancak biz bunun şahıslar ve guruplar için de geçerli olduğunu düşünüyoruz. Başka insanların başlarına gelenlerden ders almayanlar, bir gün başkalarına ibretlik olurlar. Dolayısıyla, kişiler de, guruplar da, toplumlar da başlarına gelen felaketlerin sebeplerini dışarıda aramamalıdırlar.

Uğranılan felaketlerin, yaşanan hüsranların sebebini kendimizde aramalıyız.  Kendi nefsimizi sorgulamalıyız. Eğer böyle yaparsak, çektiklerimizin kendi amellerimizin cezası olduğunu görürüz.

Rad Suresi 11inci ayet: “İnsanın önünde, arkasında dolaşan melekler vardır ki Allah’ın emriyle onu gözetirler. Şüphesiz ki, bir kavim kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez. Allah, bir kavme kötülük diledi mi, artık o geri çevrilemez. Onlar için Allah’tan başka hiçbir yardımcı da yoktur.”

Ayet, önce, her bir insan ile ilgili bilgi veriyor. İnsanın önünde ve arkasında dolaşan melekler olduğunun bilgisini bizlere veriyor. Bu melekler, Allah’ın emriyle hareket ediyorlar. Yüce Yaradan, meleklere, takip ettiğiniz insanı koruyun diye emir verirse, koruyorlar. Eğer Allah, o insan için bir ceza uygun görmüş ise, verdiği emirle cezayı melekleri aracılığıyla uygulatıyor.

Demek ki, insanı koruyan da, cezasını belirleyip uygulatan da Allah. Hiçbir fani kişilik, bir insanı kendi başına koruyamaz. Aynı şekilde, hiçbir fani beşer, bir insana kendi başına ceza veremez. Velev ki, ceza vermek isteyen bu kişi Yüce Yaradan’ın peygamberleri bile olsa, aynı kural geçerlidir. Aksi olsaydı, Allah ayetinde açıklık getirirdi veya Kur’an’ın başka bir ayetinde açıklardı.

Yüce Yaradan’ın korumayı murat ettiği bir insan hakkında, bir peygamber dahi ceza vermek istese, hiçbir sonuç çıkmaz. Allah, kulunu korur. Dolayısıyla o kişi hakkında verilen kararın haklı veya haksız olduğu böylece anlaşılır. Hakkında peygamberin veya Allah’a yakın diye bilinen bir başka insanın ceza verdiği bir insanı, Allah koruduysa, peygamberin ve diğerlerinin aldığı karar haksızdır anlamı çıkar. Korumadı ise, karar haklı demektir. Bu mantık sadece, Allah’ın korumayı murat ettiği kişiler için geçerlidir.

Diğer taraftan peygamberler gibi, Yüce Yaradan’ın elçileri olan insanlar, haksız karar almazlar. Eğer peygamber bile olsalar, haksız yere ve Allah’ın korumayı murat ettiği bir insana ceza vermeyi dilemiş olurlarsa, Yüce Yaradan, derhal o peygamberini cezalandırır. Bütün peygamberler de bu durumu en iyi bilenler oldukları için, böyle haksız kararlar almazlar. Hak ve adaletten ayrılan kararlar almaktan, Allah’a sığınırlar. Nitekim bilinen tarihte de, peygamberlerin yaptıkları böyle yanlışlar yoktur.

Yüce Yaradan, bütün peygamberlerini, Kur’an’da bizlere gösterdiği yoldan yürümeleri için desteklemiştir. Dolayısıyla bütün peygamberlerin takip ettikleri yol, Kur’an’da toplu hale getirilerek anlatılan yoludur. Peygamberlerle ilgili olarak anlatılacak başka hikâyeler geçersizdir.

Bir kul olarak bize düşen, Allah’ın ayetlerini içselleştirerek, peygamberlerini yürüttüğü yoldan yürümeye çalışmaktır. Yanlış yolda giden hiç kimsenin, Yüce Yaradan nezdinde ayrıcalığı yoktur.

Rad Suresi 11inci ayetin devamında ise, Yüce Yaradan toplumlara sesleniyor. “Bir kavim kendi durumunu değiştirmedikçe, Allah onların durumunu değiştirmez” diyerek bizim düşünmeye yönlendiriyor.

Her bir insanın önünde, arkasında dolaşan melekler olduğuna göre, bireylerden oluşan bütün toplumun yaptıkları da kontrol altında demektir. Dolayısıyla Allah, tolum içerisinde her bir insanı ayrı değerlendiriyor. Ama kişiler kendi benliklerini bırakarak toplum psikolojisinin peşine bilinçsizce takılırlarsa, o zaman bütün kavim aynı uygulamayı hak ediyor. Eğer toplum içerisinde, toplumun psikolojisinden etkilenmeyerek, Allah’ın gösterdiği yoldan gidenler olursa, Yüce Yaradan, rahmetiyle onları kavimlerinden ayrı tutarak koruyup kurtardığını, ayetlerinde sıkça beyan ediyor.

Ayetin devamı, “Allah, bir kavme kötülük diledi mi, artık o geri çevrilemez. Onlar için Allah’tan başka hiçbir yardımcı da yoktur.” Demek ki Yüce Yaradan, sabrının sonunda o topluluk için ceza vermeyi murat ettiği zaman, o ceza geri çevrilemiyor. Nasıl bir kişi için Allah’ın aldığı ceza kararı çevrilemiyorsa, toplumun tamamı için de hiç kimse bir şey yapamıyor. “Artık onlar için Allah’tan başka yardımcı yoktur” ibaresi hiç kimsenin cezayı engelleyemeyeceğini ifade ediyor.

Burada “onlar için Allah’tan başka yardımcı yoktur” ifadesine dikkatimizi yoğunlaştırmamızda fayda var. Yüce Yaradan bu son cümleyi başka şekillerde de ifade edebilirdi. “Allah’ın her şeye gücü yeter” diyebilirdi. “Hiçbir kavmin gücü, Allah’ın gücüne yetişemez” diyebilirdi. Ama Yüce Yaradan, “onlar için Allah’tan başka yardımcı yoktur” ibaresini kullanmış. Demek ki Allah, halen o kavme bir hak daha tanıyor. Muhtemelen” gelin, Allah’ın size gösterdiği yoldan ilerleyin, eğer böyle yaparsanız size yardımcı olurum” şeklinde bir son uyarı yapıyor. O ikazları dikkate alarak kendilerini düzelten toplumlara, bir şekilde yardımcı oluyor.

Merhum Mehmet Akif, yazının başlığındaki bu uyarısını, kendi ifadesiyle “üç beş dua ve üç beş uydurma hadis ezberleyince kendini hoca zanneden” ve “hani vaiz denilen maskaralar var ya” diye nitelediği insanlar için yapıyor. Dolayısıyla Kur’an’ın anlatmak istediklerini bilmeyen,  cahiller ve halkı yanlış yönlendiren yarı okumuşlar için yapıyor.

Allah, Osmanlı Devletinin içerisindeki Mehmet Akif gibi, Enver Paşa gibi, Atatürk gibi, Elmalılı Hamdi Yazır gibi, Ömer Seyfettin gibi isimleri saymakla bitmeyen güzel insanların gayretlerine en güzel şekilde cevap verdi ve ortaya yeni bir devlet çıktı. Böylece, tarihe başkaları için ibretlik vakalar zinciri olmaktan kurtardı. O dönemde hiçbir bağımsız Türk Devletinin ve hiçbir bağımsız başka Müslüman ülkenin olmadığı bir ortamda, halka rehberlik ederek, kendi menfaatlerini düşünmeden mücadele eden o bahtiyar önderler olmasaydı, utanç verici Balkan Bozgunundan sonra, Akif’in deyimiyle, Türkler de; eski Mısırlılar, eski Hintliler ve eski Yunanlılar gibi tarihsel varlıklar olabilirdi.

Merhum Akif’in döneminde yaşayan halkın, kısmen de olsa kendini savunacağı bir dal var. O devirde Kur’an’ın Türkçe tefsirleri ve Türkçe mealleri yok denecek kadar az idi. Ama şimdi her bir insanın kolayca ulaşabileceği kadar çok. Bu konuda internet emrimizde. Her çeşit meal ve tefsir var.

Eğer biz halen cehalet içerisinde olursak, Kur’an’ı okuyanlarımız kendi menfaatleri doğrultusunda davranırlar ve konuşmalarıyla halkı yanlış yönlendirirlerse, maazallah, Akif’in uyarısı gerçek olur.

Akif’in ikazları, bir dönem ile sınırlı değildir. Bizim devrimiz için de, gelecek nesiller için de geçerlidir. Bu uyarı; hem her bir insan için, hem guruplar için, hem de milletler için geçerlidir. İsterse kişi kendisini evliya gibi görsün, isterse gurup kendilerini en dindar olarak düşünsün, isterse millet kendilerini en takva sahibi olarak telâkki etsin, hiç fark etmez. Çünkü Allah, insanların birbirinden sakladıkları bütün gerçekleri bilir. Karşılığını da gerçeklere göre verir. Ama derhal, ama sonra verir. O Allah’ın ilmindedir. Bizim bilmemiz gereken, cezanın mutlaka verileceğidir. Diğer taraftan kendilerini düzelterek güzel ameller işleyenlere de, Allah’ın yardım edeceğini vaat ettiğini unutmamalıyız.

Bu yazı Genel kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.