ÇOĞUNLUK DÜRÜSTLÜĞÜ ÖNEMSERKEN SAHTEKÂRLIK NİYE ARTIYOR

ÇOĞUNLUK DÜRÜSTLÜĞÜ ÖNEMSERKEN SAHTEKÂRLIK NİYE ARTIYOR

 

Bu konuda fikir yürütebilmek için, bazı kavramları ve dayandıkları temelleri irdelemekte fayda var.

Maslow ve Sigmund Freud gibi düşünürler, insanları dürüstlüğe yönlendirmek için, kişilerdeki süper ego dedikleri anlayışın gelişmesi gerektiğini söylemişlerdir. Böyle düşünenlere göre insanlar, toplum olarak bazı erdemlere sahiptir. Dolayısıyla bizler, toplum içerisinde yaşadığımız için, sosyal erdemleri de içselleştirmişizdir. Bu sebeple, bu içselleştirmemiz, bizlerdeki süper ego anlayışının gelişmesini sağlamaktadır. Maslow ve Freud’un savunmaları genel anlamda böyle.

Bu düşünürler, insanlardaki mutluluk veya mutsuzluğun nedenlerinden biri olarak bu içselleştirmelerdeki uyumlarını göstermişlerdir. Onlara göre, insanlardaki süper ego, toplumun erdem kurallarına uyduğunda, insanlar mutlu olmaktadır. Süper egoları toplumun ahlâk kurallarıyla uyuşmadığında ise, mutsuz olmaktadırlar.

Bu düşünürlere göre, bizlerdeki süper ego ve beynimizin algılaması şöyle olmaktadır. Bizler bir kurala uyduğumuzda veya bir iyilik yaptığımızda, yapılan eylemler, beynimizdeki ödül merkezlerini uyarmakta ve bizim mutlu olmamızı sağlamaktadır.

Eğer, süper ego dedikleri anlayışın temeli bu ise, bu temelin sağlamlığına nasıl kani olacağız? Süper ego tanımı, belki bazı psikologların, mutlu olmamız için çikolata yememizi tavsiye etmelerine göre daha sağlam bir temele dayanmaktadır. Ama acaba, süper ego anlayışımızın dayandığı temel ne kadar sağlamdır?

Bilindiği gibi, avukatlar ve doktorlar, öğrenimlerini bitirdikten sonra mesleklerini ifa etmeye başlamadan önce, meslek yemini ederler.

Avukatlar, “hukuka, ahlâka, mesleğin onuruna ve kurallarına uygun davranacağıma, namusum ve vicdanım üzerine ant içerim” şeklindeki yazılı bir metni okuduktan sonra imzalarlar. İmzaladıkları bu metin onların dosyalarına konulduktan sonra, kendilerine avukatlık yapma izinleri verilir.

Peki, böyle bir metni imzalayan avukatlar, sözlerinde ne kadar duruyorlardır? Bu soruya, her okuyucumuz, kendi yaşadıklarına göre bazı cevaplar verecektir.  Biz verecekleri cevapları kendilerine bırakarak, bu hususta, bizzat avukatların kendilerinin ne düşündüklerine bakalım.

Sahtekârlık ve dürüstlük konularında çeşitli anketler yapan Dan Ariely’nin aktardığına göre, Florida Barosu 2003 yılında baroya kayıtlı üyeleri için şu tespiti yapmıştır:

“Sayısı azımsanmayacak bir kesimin, paragöz, açıkgöz, hilebaz, içten pazarlıklı ve güvenilmez olduğu hakikati ya da adaleti hiçe saydığı, kazanmak için çarpıtmaya, manevra yapmaya ve örtbas etmeye istekli, küstah, küçümseyici, ağzı bozuk olduğu”

Avukatların önemli bir bölümünün ne halde olduklarını biz söylemiyoruz. Kendi meslektaşları ve yöneticileri söylüyor. Avukatlar Birliği anlamına gelen bir Baro’nun aktardığına göre avukatların çoğu, mesleğe başlarken okuyup imzaladıkları metinde yazılanların tam tersini yapmaktadırlar.

Meslek hayatına başlarken yemin eden bir başka gurup, tıp mensuplarıdır. Onlar da, Hipokrat yemini ederek mesleğe başlama izni alırlar. Bu yeminin metni, daha uzundur. Dolayısıyla, avukatlık yeminine göre, bağlayıcı yönleri daha fazladır.

Peki, doktorların büyük çoğunluğunun, yaptıkları Hipokrat yeminine uyduklarına, kaçımız şahitlik edebiliriz. Okuyucularımızdan ne kadarı, doktorların gereksiz ameliyatlar veya başka işlemler yapmadıklarını söyleyebilir. Bir doktorun, çalıştığı hastanenin ameliyathanesinde yaptığı bir ameliyat için, hastadan para istemediğine, kaç okuyucumuz şahit olmuştur. Özel laboratuvarlarla menfaat ilişkisinde olmayan doktor sayısının çok olduğunu söyleyebilir miyiz? Bazı laboratuvarlardan komisyon almadıklarını, döner sermayeden aldıkları payları artırmak için, yeni yapılmış bir tahlili bile kabul etmeyerek, kendi çalıştığı yerde veya göndereceği laboratuvarda yenisinin yapılmasını istemediğini, vicdan huzuruyla söyleyebilir miyiz?

Yemin edilerek mesleğe başlanılan alanlarda böyle iken, yemin edilmeyenlerini hiç irdelemesek iyi olacak galiba.

Bu durumda birkaç ihtimal görünüyor. Birincisi, yaşadığımız toplumdaki sosyal erdemler, kaybolmuş. Toplumların anlayışı, Florida Barosunun şikâyet ettiği şekilde, ahlâksızlığa ve erdemsizliğe dönüşmüştür. Dolayısıyla, avukatlar da, içinde yaşadıkları cemiyetin özelliklerini içselleştirmişlerdir. Ancak, bu ihtimalin doğru olabilmesi için, hem toplumun hem de avukatların çok büyük bir bölümünün aynı yapıda olmaları gerekir. Eğer, büyük çoğunluğun, ahlâksız yapıda olduğunu düşünüyorsanız, insanlığın durumu içler acısı demektir. Bu durumda, çözüme ulaşmak için, en zorlu mücadeleyi vermek gerekir.

İkinci bir ihtimal daha var. Yapılan yeminin, insanın vicdanını harekete geçirecek bir yönü yoktur. Ayrıca, yeminine uymadığında karşılaşacağı ciddi bir yaptırımın olmamasıdır.

Avukatlar, doktorlar ve diğer meslek sahipleri, eğitimli kesimdir. Dolayısıyla, Sigmund Freud’un bahsettiği toplum içerisinde yaşadıkları için, cemiyetteki sosyal erdemleri içselleştirmiş olmaları en çok beklenenlerdir.

Demek ki, süper egomuzu besleyen kaynak yetersizdir. Süper egomuzu toplumun yönlendirmesi, pek bir işe yaramıyor. İnsanlara, sadece yol göstermekle yetinip, onları serbest bırakınca, şaşırabiliyorlar. Eğer, yöneticiler daha önce şaşırmış iseler, toplumun onlara uyması daha hızlı oluyor. Dolayısıyla, giderek şaşkın bir toplum oluyoruz.

Yapılan ahlâksızlıklara caydırıcı cezalar verilmediğinde, yolunu şaşıranlarımızın oranı artıyor. Diğer yandan da, şaşırmayıp düzgün yürüyene bir ödül verilmiyorsa, toplum, o kişiyi enayi olarak algılamaya başlıyor.

İlginç olan ise, yolunu şaşırmış insanlar, konuşurken, erdemden ve ahlâktan bahsederek, kendilerinin en erdemli olduklarını ifade ediyorlar. Çünkü her türlü ahlâksızlığı yapmalarına rağmen yakalanmadıkça ceza görmüyorlar. Takdir edileceği gibi, zaten yalnızca polisiye tedbirlerle sonuç alındığını söylememiz de mümkün değildir. Dünya üzerindeki uygulamalar, sadece polisiye tedbirlerin geçerli olmadıklarını gösteriyor.

Bu durumda, Freud’un bahsettiği anlayışın gerçekleşmediğini görüyoruz. Herkes erdemden bahsediyor. Ama erdemli davrananlar çok azınlıkta kalıyor. Demek ki, erdemin içselleştirilebilmesi hususunda, düşünürlerin söyledikleri toplumsal yaşam temeli yanlıştır.

Erdemli olabilmenin önemli bir yolu, ahiret hayatının varlığını, Yüce Yaradan’ın her şeyi bildiği ve gördüğünü, O’nu kandırmanın mümkün olmadığını ve ödül veya cezanın mutlak varlığını içselleştirebilmektir.

Tek olan Tanrı gerçeğini içselleştirememiş olanların, sahtekârlıklarını azaltabilmek amacıyla uygulanabilecek yöntemlerden bazıları şöyle olabilir. İnsanların tüketim alışkanlıklarının değişebilmesi için gayret etmek. Kanaatkârlık duygusunun yaygınlaşabilmesini sağlamak için uğraşmak.

Ancak insanların çoğu için, kendiliğinden bu anlayışı benimsemeleri zordur. Bu sebeple, toplumun gözü önünde olanların örnek olmaları gerekir. Bunlar kendilerini düzeltip güzel örnek oluşturmak istemezlerse, toplumdaki erdemsizlik ve sahtekârlıktaki hızlı gelişmeler, Yüce Yaradan’ın ahiretteki cezalandırmasından önce, başta önderler olmak üzere herkesi bu dünya yaşamında vurabilir.

O halde, erdemden bahsetme sahtekârlığını azaltabilmek için, Yüce Yaradan’ın vereceği ödül ve cezayı içselleştirmiş her insanın, cesurca davranarak elini taşın altına koymaları gerekmektedir.

Bu yazı Sosyal kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.