ÜRETKENLİĞİNİN TEMELLERİ ÜZERİNE

ÜLKELERİN ÜRETKENLİĞİNİN TEMELLERİ ÜZERİNE

 

Ülkelerin üretime yönelik kaynaklarını, ekonomistler şöyle sıralarlar:

Tabii sermaye      : Doğal kaynaklar

Fiziki sermaye      : Makine, inşaat, kamu varlıkları

İnsan sermayesi  : İnsanının bilgi ve verimlilik seviyesi

Sosyal sermaye   : Aile, cemaat, sivil kuruluşların durumları

Yukarıda sayılan dört unsur içerisinde bizce en önemli olanı, insan sermayesidir. Eğer, Japonya ile Çin’in kalkınmalarını ve ABD ile Latin Amerika devletlerinin kalkınmalarını karşılaştırırsak, insan sermayesinin önemini daha iyi anlarız. Dolayısıyla, ülkelerin üretkenliklerinin en önemli göstergesi, insanlarının bilgi ve yeteneklerini ülkelerinin menfaatine kullanma istekleridir..

Vatandaşlarının yeteneklerinin yeterli olmadığını gören ülkeler, genel anlamda iki yöntem uygularlar. Bunlardan birisi, kendi insanlarının kabiliyetlerini geliştirmek için, onları eğitmeye çabalarlar. Yaptıkları eğitime rağmen yeterince sonuç alamayanlar, başka memleketlerin kabiliyetli insanlarını kendi ülkelerine getirebilmek için gayret ederler. Fakat bunu başarabilen ülkeler çok sınırlıdır. Çünkü yabancı devletlerden yetenekli insanları getirebilmenin çeşitli şartları vardır. Bu şartları sağlayabilmek için, zaten, kendi insanlarının kabiliyetleri ve diğer etkenler sayesinde kalkınmış olmaları lâzımdır.  Sadece maddeten gülü olmaları yetmez, sistemlerini de kurmuş olmaları gerekir. Dolayısıyla, ilk şart, kendi insanlarının yetenekli olmalarıdır.

Günümüzde ülkelerin çoğu, vatandaşlarını eğiterek kabiliyetlerini artırabilmek için, onları eğitmeye çalışmaktadırlar. Kendi verdikleri eğitimleri yeterli görmeyen ülkeler, zeki gençlerini, eğitimde daha başarılı üniversitelerin olduğu ülkelere göndermektedirler.

Diğer taraftan, insanların yeteneklerini geliştirmek için, ülkelerin uyguladıkları eğitim yöntemi yetersiz kalmaktadır. İnsanların kabiliyetlerinin hayata yansıtılmasını sağlayacak eğitim hususunda, ülkelerin büyük çoğunluğunun, uyguladıkları bir yöntem bile yoktur. Hattâ, ülkelerin bazısında, son dönemlerde uygulanan eğitim yöntemlerinin, yeteneklerin ortaya çıkmasını sağlamak şöyle dursun, insanların yeteneklerinin gelişmesini engelleme yönünde işlev yaptığı bir gerçektir.

Liselere ve üniversitelere giriş sınavlarında, standart test sistemi uygulanmaktadır. Bilindiği gibi testlerde, cevap şıkları verilir. Testleri hızlı çözebilmek esastır. Bu nedenle, çoğu zaman, cevaplar üzerinden fikir yürüterek çözüme ulaşmaya çalışılır. Fakat hayatta karşılaşılan sorunların büyük çoğunluğunda, cevap şıkları yoktur. Dolayısıyla çözüm için test pratiğini kazanmış olan zekâ, yetersiz kalmaktadır. Test çözme yönteminin, insanlardaki pratik zekâyı bile geliştirdiği hususunda ciddiye alınacak bir araştırma ve tespit bile yapılamamıştır. Buna rağmen, uygulanan bu test yönteminden, insanların farklı yönlerdeki kabiliyetlerini ortaya çıkarmasını beklemek, ıssız bir adada iken,  kurtulmak için bir geminin geçmesini beklemeye benzer konumda olmaktır.

Üniversite veya liseye girerken yapılan test imtihanında başarılı olan öğrenci, kendisini en kabiliyetliler arasında görmeye başlamaktadır. İlginç olan, öğrencilerin eğitimini üstlenmiş öğretim üyelerinin birçoğunun bakış açılarının da aynı olmasıdır. Test yöntemiyle iyi bir üniversiteye girmiş öğrencinin kabiliyetli olduğunu düşünen öğretim üyelerinin çoğu, yaptıkları imtihanlarda yine test yöntemini uygulamayı sürdürüyorlar. Dolayısıyla aynı hata, öğrencinin eğitimi süresince de devam ediyor. Eğitim sistemi, kendisini böyle bir çıkmazın içine sokunca, öğrencinin kabiliyetlerinin geliştirilmesi, öğrencinin kendi çevresi ve gayretine kalıyor.

İnsanların kabiliyetlerinin geliştirilmesini engelleyen bir başka husus daha var. Yukarıda ifade ettiğimiz gibi, test yöntemi öğrencinin kabiliyetini belirlemediği gibi, gelişmesine de yardımcı olmuyor. Buna rağmen, kendi kabiliyetinin kısmen farkında olan öğrencilerin çoğunluğu da, yapılan test sınavı sonucunda, istemediği ve ilgisiz bir meslek dalını seçmek zorunda kalıyor. Takdir edileceği gibi, istemediği bir meslek dalında eğitim gören bir öğrencinin başarılı olma ihtimali düşük olacaktır.

Bazı öğrenciler ise, kabiliyetlerinin olduğunu düşündükleri meslek dallarına girmeye hak kazanıyorlar. Fakat bu insanlar da, hem üniversite girişte hem de üniversitede test yöntemine alışmış olduklarından, zamanlarının önemli bir kısmını, testleri daha çabuk çözmenin yollarını aramaya çalışıyorlar. Bu şekilde yetişen bir bilgisayar mühendisinin, Google’da işe girdiğini düşünelim. Bu mühendislerin bir kısmı, pratikliğe dönük bu kabiliyetini, internette dolaşan insanları aldatmak için kullanmak zorunda kalıyorlar. İnsanlar internette dolaşırken, aradıkları bir konuyu tıkladıklarında,  konunun aralarına, tıklayanların ilgileneceklerini anladıkları reklamları yerleştirebilmek için, bütün pratiklik kabiliyetlerini kullanıyorlar. İnsanları yönlendirebilmek için kafa yoruyorlar. Burada bilgisayar mühendislerinin bazısının düştüğü durumdan bahsettik. Ancak hemen her meslek dalında bu konuda örnekler bulmak mümkündür.

Öğrenciliklerinde bu şekilde yetişen kişiler, elde ettikleri bu tür test kabiliyetlerini, iş hayatlarında da uyguluyorlar. Ama genellikle, şahsi menfaatleri için kullanıyorlar. İşyerlerinde verilen performansa dayalı teşvikler hususunda, alıştıkları pratik zekâlarını kullanarak, daha az performans ile daha çok teşvik almanın yollarını araştırıyorlar. Elbette, içlerinden, gerçekten yeteneklerini ortaya koyan ve kendilerini geliştirmeye çalışanlar var. Ama bunların sayıları giderek azalmaya başladı.

Eğitimleri sırasında test sonuçlarına odaklananlar, sadece öğrenciler olmuyor. Aileleri de çocuklarını, test sonuçlarına göre değerlendiriyorlar. Öğrenci ve ailesinde anlayış böyle olunca, mezuniyet sonrasında işe girerken, iş seçimini, aynı bakış açısıyla değerlendiriyorlar. Girdikleri işte de, aynı zaviyeden bakıyorlar. Dolayısıyla, yaptıkları işin insanlığa faydalı olup olmadığını düşünmüyorlar. İşlerinden ne kadar kazanç elde edebileceklerini hesaplıyorlar.

Eğitim yöntemi, sadece öğrencileri ve onların ailelerini etkilemekle kalmıyor. Ülke insanlarının çoğunu tesiri altına alıyor. Artık, toplumdaki insanların çoğunluğu da, eğitim görmüş bir kişinin yaptığı işin, insanlığa faydalı olup olmadığına bakmıyor. İşini yapanların, insanları kandırıp kandırmadıklarıyla ilgilenmiyor. Aksine, bir şahıs insanlığa faydalı olacak işler yapıyor, işinde insanları aldatmıyorsa, ama az para kazanıyorsa, o kişiyi “enayi” olarak niteliyorlar. Çünkü cemiyetlerin de, eğitim görmüş bir insandan beklentisi değişmiş. Toplumun, eğitim görmüş bir kişiden beklentisi, daha çok para kazanması veya daha çok maaş alması şekline dönüşmüş.

İnsanların, alınan maaşlara ve kazanılan paraya odaklanmasının, elbette, başka sebepleri de var. Ama eğitimde uygulanan test yönteminin, zekâyı, çabuk sonuca ulaşacak pratikliğe yönlendiriyor olması, bu odaklanmanın nedenlerinin önemlilerindendir. Kendi kabiliyetlerini geliştirmenin çok zor olduğunu bilen bir kişi, mevcut kabiliyetleri sayesinde para kazanamayacağını görmektedir. Dolayısıyla, başka çaresi olmadığından, çabuk kazanç getirecek yöntemlere yönelmektedir.

Peki, bu durumu nasıl değiştireceğiz? İnsanların kabiliyetlerini artırıp, gösterecekleri çabaların, sadece maddi hedef için olmamasını sağlamayı nasıl başaracağız? Daha çok kazanç sağlayabilmek için başkalarının hakkını yemekten çekinmeyen böyle insanların, kabiliyetlerini artırmamız ne kadar işe yarayacaktır? İnsanların alışveriş kararlarını yönlendiren, doğayı tahrip etmekten çekinmeyen ve sadece paraya odaklanmış anlayışı nasıl değiştireceğiz?

Öğrencilere test çözme pratiğini değil, soruların cevaplarını bulmak için doğru mantık oluşturma yöntemini öğretmeye çalışmalıyız. Bu şekilde yetişen bir şahıs, iş hayatında karşılaştığı bir sorunda, pratik ve çabuk sonuçlar peşine düşmez. Konuya doğru bir mantık oluşturup çözümleme yoluna gider.

Öğrenciler ve ailelerinin, yüksek maaş veya kazanç arzularının yerine, yüksek itibar kazanma isteğini yerleştirmeye çabalamalıyız. Ticari marka oluşturmaya çalışanların ve bu markalarının konumlarını muhafaza etmeye gayret edenlerin, hareketlerinin temelinde “itibar” kazanma arzusunun yattığını örnekleriyle vurgulamalıyız. Zengin ama itibarsız kişinin sadece yüzüne karşı iyi davranıldığını, arkasından ise, her türlü kötü düşüncenin ifade edildiğini, misalleriyle anlatmalıyız. “Dürüst ve itibarlı insanın sallandığı halde yıkılmayacağı, dürüst olmayan kişinin ise, düştüğü zaman bir daha kalkamayacağı” şeklindeki atasözünün gerçekliğini kafalara nakşetmeliyiz.

Eğer, bütün bu anlattıklarımızı taçlandırmak istersek, ilave bir yöntem uygulayabiliriz. Kazancını değil, insanlığı ön plana alan dürüst bir kişinin bu dünyada itibarlı olma ihtimali gibi, ahirette de Yüce Yaradan nezdinde itibarlı olması ihtimalinin kuvvetli olduğunu kutsal kitaplardan örneklerle vermeliyiz.

Elbette, bu söylediklerimizi anlatmak ve uygulamak çok zordur. Ama yılmadan gayret etmeliyiz. Öğrencilere, kazandığı test pratiğini iş hayatına uygulayarak zengin olanları değil, bilimsel çalışmalar yapanları örnek verebilmeliyiz. İnsanlara, sporu para için yapan pratik zekâlıları değil, amatör ruhla spor yapan başarılı insanları misal vermeliyiz. İnsanları coşturan müzikler yapan pratik zekâlı müzisyenleri değil, müzik sanatının gereğini icra edenleri gösterebilmeliyiz. Bütün bu örnekleri verebilmemiz için ise, pratik zekâlıları değil, insanlığa ve mesleğine hizmet edenleri ödüllendirmeliyiz. Böylelerinin ödüllerini, itibarlı kuruluşlar tarafından verilen teşekkür yazıları veya basit madalyalar ile sınırlı tutmamalıyız.

İnsanların eğitimi sadece okullarda yapılmaz. Yazılı ve görsel basın ile ibadethaneler, yardımcı eğitim kurullarıdır. Bu sebeple, buralarda da, yukarıda ifade ettiğimiz konular işlenerek insanlar bilgilendirilmelidir. Bu bilgilendirmeler, isteğe bağlı bırakılmamalıdır. Gerekirse, teşvik edici ve hattâ zorlayıcı tedbirler alınabilir.

Unutmayalım ki, biz öğrencileri, ailelerini ve toplumu, maddi kazanç için yönlendirmekle, onların kabiliyetlerini artırmış olmuyoruz. Kabiliyetleri geliştirilmeyen insanların ülkelerinin, üretkenliğinin yeterince artması mümkün değildir. Zaten az olan kabiliyetlerini şahsi menfaatleri için kullanmak zorunda kalan pratik zekâlı yeteneksizlerin, ülkede sosyal adaleti ve hakkı tesis etmeleri düşünülemez. Ayrıca, becerilerini şahsi menfaatleri için kullanan insanlar, kendi ülkeleri yerine daha çok kazanacakları başka devletlere hizmet etmeyi yeğlerler.

Demek ki, ülkelerin üretkenliğinin en önemli etkeni, insanlarının yapısı ve anlayışlarıdır. Küreselleşen dünyamızda, insanlığın üretkenliğinin en önemli etkeni de, insanların yapısı ve anlayışlarıdır. Üretkenliğin de amacı, insanlığın faydasına olacak işler yapmak olmalıdır. Kişisel veya gurup menfaati için yapılacak üretimler, görünüşte insanlara faydalı gibi durabilirler, ama insanlığın ve duyarlığın azalmasına sebep olurlar.

Bu yazı YAŞAM kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.