TÜRKLERDE KADIN

TÜRKLERDE KADIN

(Not: Bu yazı Tarihin Aydınlattığı Gelecek adlı kitabımdan alıntıdır.)

Türkler, tabiat şartlarının en zor olduğu bölgelerde yaşadılar. Bu nedenle kadınlar da erkekler gibi mücadeleci bir hayat sürüyorlardı. Nitekim kadınların, atlara erkek gibi bindiklerini gören Avrupalılar çok şaşırmışlardır. Bu konuda, Arap tarihçi ve bilim insanı El Cahiz şöyle der (s.77): “Türklerin kadınları, erkekleri gibidir. Hayvanları da, kendileri gibi Türk özellikleri taşır.” Dolayısıyla Türklerde cinsiyet ayrımı çok fazla gelişmedi. Nitekim Türkçe’ de cinsiyet ayrımı yoktur. “O” denilince hepsi birden kastedilir. Erkek, dişi ayrımını anlatmak gerektiğinde, cinsiyeti söylenir. Hâlbuki erkek ve dişi konusu, diğer dillerde ayrıca nitelendirilir. Hattâ Fransızca ve Almanca ’da cisimlerde bile erkek-dişiler için ayrı ön edat vardır. Türkçe ‘de böyle hiçbir ayrım yoktur. Arapça ’da erkek ve kadınlarla ilgili kelimeler bile ayrıdır. Ama Türkçe ’de ayrım yoktur.

İslâmiyet öncesi Türklerde, kadınların aile içerisinde olduğu gibi toplumda da saygın bir yeri vardı. Kadın hem yuvasının etkili bir üyesi, hem de ailenin geçimi için birlikte çalışan insandı. Yani kadının gerek aile gerekse toplum içerisinde etkili bir konumu vardı. Türklerde kadın, bir insan olarak etkindi (fonksiyoneldi). Zaten insanları, önce kadın ve erkek şeklinde ayırmak, sonra eşitlemeye çalışmak yanlıştır. Allah, bütün varlıkları değişik yapıda hâlk ettiği gibi, her iki cinsi ve her insanı farklı özelliklerde yaratmıştır. Esas olan kişileri cinsiyetlerine göre değil, insan olarak değerlendirmektir.

Döneminin en medeni devleti olan Uygurların bayraklarını, genç bir erkek ve genç bir kızın yan yana vesikalık resimleri süsler. Halen, dünyada hiçbir milletin bayrağında böyle bir resim yoktur. Uygur Türklerinin bayrağı, Türklerin insana bakışlarını simgeleyen eşsiz bir semboldür.

Çin kaynakları, Büyük Hun Türklerinin Hakanı Mete’nin hanımı hakkında bilgi vermektedir. Atilla’nın hanımı Arıg-hanla ilgili bilgileri ise elçi Priskos’un yazılarından öğreniyoruz. J.P.Roux ve İ. Kafesoğlu’nun aktardıklarına göre, Gezginler, iki hanımın da, elçileri ayrıca kendilerinin de kabul ettiklerini o döneme göre hayretle ifade etmişlerdir.

İbrahim Kafesoğlu (s.47), Hunlarda ilkbaharın sonunda 5. ayda  (bugünkü Haziran) devlet meclisi niteliğinde büyük çaplı toplantı yapıldığını aktarır. Bu toplantılarda çeşitli gösteriler, kurban kesmeler vb. törenler olurdu. Bu sırada da ülke sorunları tartışılır ve karara bağlanırdı. Bu aynı zamanda Devlet Meclisi nitelikli toplantı sayılırdı. Tartışmalara Hakan (Tanhu) başkanlık eder, yanında da hatunu otururdu. Hakanların hanımlarını Çin kaynakları, Yin-çü ya da Yen-Shih diye adlandırmaktadır.

Çin’de yüz elli yıldan fazla egemenlik süren Tabgaçlar, Budizm dinini kabul ettikten sonra nüfuslarının azlığının da etkisiyle Çinlileşmeye başlamışlardı. Ama bu Çinlileşme Hakan olan Topa (Tabgaç) Kiao döneminde azaldı. Bunun sebebi Kiao değildi. O Budizmden yana idi. Ama Jean Paul Roux’nun aktardığına göre (s.38), Kiao’nun yaşlı ve dul karısı Hu, Türk geleneğine göre yetişmişti. Gerek eşinin sağlığında gerekse ondan sonra kendi ölene kadar (528) yaptığı naiplik süresince soyluların Türklükten ayrılmalarına izin vermedi.

Türklerde kadınlar, vücutlarını sıkıca örtmezlerdi. Ama namus kavramı vatan yani “yurt”tan sonra, en değerli olandı. Çok önem verilirdi. Toplumda da aynı anlayış egemendi. Kafesoğlu’na göre, evli bir kadına tecavüz ettikleri belirlenenlerin cezası ise çok ağırdı. Bu konuda Çinliler ve İbni Batuta kişinin bedeninin ikiye bölünerek öldürüldüğünü söylerler. (Fuhuş konusunu çoğu millet şiddetli cezalar uygulayarak önlemeye çalışmıştır. Ceza vererek önleyemeyen Eski Yunan bilim ve devlet adamı Solon ise, para cezası vermek şeklinde tedbir almıştır. Ancak Gynaikonitis denilen fuhuş yapılan evleri önleyememiştir.)

İdil Bulgarlarının hanı Almış Han, Abbasi halifesi El-Muktedir’den 921 yılında İslâmiyet’i anlatması için bilgili ve yetkili insanlar istedi. Gönderilen bu kişilerden İbn Fadlan adlı şahıs, iyi bir ileri görüşlülükle, gördüklerini kaleme almıştır. Bu dönemle ilgili birçok konuyu böylece, onun yazılarından öğreniyoruz. J.P.Roux’nun aktardığına göre (s.143) İbn Fadlan, Türk kadınlarının giyim-kuşamda ve davranışlarında rahat olduklarını yazar. Kocalarının da, kadınlarının bu durumuna onay verdiğini belirtir. Bir olay üzerine kadının kocası, karısının, sıkıca örtünmeyerek erkeklerden saklanmamasını onaylamıştır. Bu durumunun kadının kendisini tehlikeden uzak gördüğünü ve ona erişilmesini yasakladığını gösterdiğini belirtmiştir. Ayrıca koca, saklamama durumunun, karısının bir yandan kendini saklayıp, diğer yandan da kendisine erişilmesine izin vermesinden iyi olduğunu açıklar.

J.P.Roux’nun Orta Asya adlı eserinde aktardığına göre (s.273), 9. yüzyıl yazarı İbni Rüşt (felsefeci olan zat değil) ve 11. yüzyıl yazarı El-Bekri, Türklerde kadınların eşlerini seçmede özgür olduklarını söylerler. Bu durumu yukarıda İbn Fadlan’ın anlattıkları ile birleştirince, doğru olması ihtimali yüksek görünüyor.

Dede Korkut’ta da kadın için “güzel düşünür, güzel konuşur”, “kocasına iyi öğütlerde bulunur”, “kocası da onu dinler” şeklinde iyi şeylerden bahsedildiğini anlatır. Aslında bu yapı, günümüze kadarki Türklerde, genelde, aynı kalmıştır.

Türklerde kadınların ayrıcalıklı değeri, J.P.Roux’nun Orta Asya eserinde aktardığı güzel bir lirik şiirde şöyle anlatılır (s.274):; “Kırk kahraman ve bir Bey oğlu, bir güzel için ölmüş, ne olmuş ki” denir. Roux, Nizamülmülk’ün, Türklerdeki kadının durumunun İslâmiyet için tehlike oluşturduğunu düşündüğünü anlatır (s.274). Bu nedenle, halktaki anlayışı değiştirmek için uğraştığını söyler.

Türklerde kadının saygınlığı, Anadolu’da da devam etti. Gezgin İbni Batuta (1304-1377) gözlemlerinin sonucu şöyle der: “Türklerde kadınların gördükleri saygıyı gözlerimle gördüm. Gerçekten de kadınların Türklerde, erkeklerinkinden üstün bir yeri var.” Roux’ya göre (Orta Asya, s.275) Batuta, Türk kadınının bu konumundan, İslâmiyet adına, şikâyetle bahseder. İbni Batuta belki de, kendi milleti olan Arapların o dönemde kadınlarına bakışlarıyla karşılaştırdığı için, böyle bir ifade kullanmış olabilir. Ama gerçekten de, Türklerde kadınlar, erkeklere karşı saygılıdır. Erkekler de, kadınlara karşı daha çok saygılıdır. Erkeklerin saygıyı terk ettikleri tek konu, namus meselesidir.

Türklerde kadın, insan hak ve özgürlükleri sınırları içerisinde hürriyetlerden yararlanır. Türklerden bahseden hemen bütün yıllıklar ve kaynaklar, kadın konusunda Türklerin erdeminden bahsederler. Kadının ayrıcalıklı konumunun ve ona verilen değerin altını çizerler.

 Babür Türk İmparatoru Şah Cihanın, hastalıktan ölen eşi, Safevi Türklerinden Banu Begüm (Mümtaz Mahal) için yaptırdığı Tac Mahal gibi büyük bir eserin, anlam bakımından örneği azdır.

İslâmiyet, kadınlara değer verilmesini öğütleyen çok sayıda ayet getirmiştir. Kız çocuklarını diri diri gömen cahiliye dönemi Arapları için, bu değişim çok büyüktü. Halbuki gezginlerden, tarihi belgelerden anlaşıldığına göre, Türklerin İslâmiyet öncesi ve sonrasındaki anlayışlarında önemli bir fark olmadı.

Prof. Djevad’ın aktardığına göre (s.72) De Amicis, Osmanlı İmparatorluğu’nda hiç kimsenin, sokaktaki kadına el kaldırmaya kalkışmadığını söyler. Hiçbir askerin, isyan ve kargaşa zamanında bile olsa, en şamatacı ve gürültücü kadına dahi, elini bile dokunduramadığını yazar. Hele “ana”ya karşı saygı sonsuzdur, der.

Bu yazımızın konusu Türklerin kadına bakışları olduğundan İslâm’a göre kadın konusuna girmeyeceğiz. Fakat günümüz Türklerinin bu konudaki anlayışlarını etkilemesi bakımından çok kısa bir bilgi vermek istiyoruz.

İslâmiyet’ten sonra Araplarda da genç kızlar erkeklerle serbestçe sohbet eder, edep içerisinde arkadaşlık yaparlardı. Ancak Hayati Ülkü yazdığı İslâm Tarihi adlı eserinde (s.601), Emevi Halifesi II. Velid‘in (743-744) çok kısa süren iktidarı zamanında, kadınların erkeklerden ayrı yaşama usulü getirildiğini anlatır. Bu anlayışın Araplara İranlılardan geldiğini söyler. J.P.Roux’nun Nizamülmülk’ün kadınlara düşmanlığını aktarırken anlattıkları, bu iddiayı doğrular niteliktedir. Fakat İran’a da Bizanslılardan geçme ihtimali vardır. İran’dan da Selçuklulara geçmiştir. Ama sadece kadının kapanması şeklinde etkilemiş, sosyal açıdan uzun süre değişiklik olmamıştır.

Müslümanların kadına bakışını, Emeviler değiştirmiştir. Müminlerin çoğu, Emevilerin Cebriyecilik düşüncesi vb. birçok uygulamalarıyla, Müslümanlığı rayından çıkardığı görüşünde hemfikirdir. Bu demektir ki, İslâm’ın kadına bakışı şimdiki Müslümanların çoğunun algılamasından çok farklıdır.

İslâm’ın kadına bakışı konusunda “İslam’da Kadın Yönetici” başlığıyla bir makale yayınlamıştık. Daha sonraki bir yazımızda da, Kur’an’ın kız evlatlara bakışını inceleyeceğiz.

Bu yazı Sosyal, YAŞAM kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.