TOLSTOY’UN DİN KONUSUNDAKİ BAZI TESPİTLERİ ÜZERİNE

TOLSTOY’UN DİN KONUSUNDAKİ BAZI TESPİTLERİ ÜZERİNE

 

Tolstoy yaşamı boyunca, birbirinden farklı anlayışlara sahip olmuştur. Zengin bir muhitte dünyaya gelmiştir. Dünyanın kendilerinin etrafında döndüğünü zanneden yazarlar ve şairler gurubuyla birlikte, kibirlendiği bir dönem yaşamıştır. Ancak sorgulayıcı bir yapıya sahip olduğu için, bir süre sonra kendisine bazı sorular sormaya başlamıştır. Kendisine soru sormaya devam ettikçe, eski savunduğu anlayışları reddederek yenisine yelken açmıştır. Orada da durmamış, sorgulamaya devam etmiş ve yeni guruplara katılmıştır. Denilebilir ki, fikri arayışlarını ölünceye kadar sürdürmüştür.

Tolstoy’un hayatında yaşadığı değişimleri, bu sitede yayınladığımız “Yaşamın Anlamı Üzerine Düşünceler” başlıklı makalemizde ele almıştık. Bu sebeple burada bahsetmeyeceğiz. Bu yazımızın amacı, yazarın yaptığı bazı tespitler hakkında okuyucularımızı bilgilendirmek ve varsa, aynı konuyla ilgili olan kendi fikrimizi ifade etmektir.

Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki, çok farklı hayatlar yaşamış olması, Tolstoy’un, halkın sosyal yapısının hemen her tarafı hakkında bilgi sahibi olmasını sağlamıştır. Dolayısıyla, yaşadıklarından esinlenerek yaptığı tespitler, birçok yazarınkine göre daha mantıklıdır.

Bu makalemizde, Tolstoy’un din hakkındaki fikirlerini ele alacağız. Tolstoy’a göre, insanlar nasıl kalpsiz yaşayamıyorlarsa, din olmadan da akılcı bir hayat yaşayamazlar.

Peki, insanların hayatında bu kadar önemli olan dinler, neden, doğup büyüdükten sonra ölüme doğru sürüklenmişlerdir?

Bilindiği gibi, dinlerdeki bu evreler, sadece tek Tanrılı dinlerde görülmemiştir. Çok tanrılı dinlerde de görülmüştür. Hattâ tanrısı olmayan dinlerde de benzer evreler yaşanmaktadır. Tek Tanrılı dinlerle, Budizm ve Hinduculuğun bugünkü halinin, ilk çıkışıyla aynı olduğunu hiç kimse söyleyemez.

Tolstoy, dinlerdeki değişimin iki nedeni olduğunu söyler. Birincisinin, Tanrı veya tanrılar ile insanlar arasında aracılık ettikleri düşünülen ve seçilmiş oldukları söylenen aracı kişilerdir. İkincisi, bu aracıların, söylediklerinin doğruluğuna insanları inandırabilmek için, kendilerince, deliller sunmalarıdır.

Yazarın birinci sebep olarak gösterdiği aracıların, günümüzde hangi guruplar olduğunu bir düşünelim. Hahamlar, Papazlar, Hocalar, Mollalar, Brahmanlar, Budist Rahipler bu gurupların en önemlileridir. Bu guruplardaki din insanlarının önemli bir bölümünün, insanları din konusunda doğru yönlendirdiklerini söylemek çok zordur. Nitekim Yüce Yaradan, Kur’an’ında bu hususta şöyle buyuruyor:

Tevbe Suresi 9/34: “Ey iman edenler, şurası bir gerçektir ki, Yahudi hahamları ile Hristiyan rahiplerinin birçoğu, insanların mallarını haksız yere yerler ve Allah yolundan saptırırlar. Bir de altın ve gümüşü hazineye doldurup, onları Allah yolunda sarf etmeyenleri bu yüzden acıklı bir azap ile müjdele!”

Ayette tanımlanan yapıdaki din insanlarının bir kısmı, muhtemelen kendilerinden önceki din insanlarından etkilenerek yanlış yolda olduklarını bilememiş olabilirler. Bu konuda Kur’an şöyle söyler:

Araf Suresi 7/30: “Allah, bir kısmına hidayet etti, bir kısmına da sapıklık lâyık oldu. Çünkü onlar Allah’ı bırakıp şeytanları dost edinmişlerdi. Kendilerinin de doğru yolda olduklarını sanıyorlardı.”

Ancak her kesimde olduğu gibi, din insanları arasında da art niyetli olanları mutlaka olmuştur ve insanlık var oldukça, olacakları söylenebilir. Aslında şeytanı dost edinmiş olan bazı din insanları, kendilerinin söylediklerinin doğru olduğunu ispatlamak için, kendilerince deliller uydururlar. Somut delil bulamayacakları için bunların çoğu, bu görevin kendilerine rüyalarında verildiğini söylerler. Bir kısmı ise, peygamber için söylenmiş bazı ayetleri, kendileri için söylenmiş gibi sunarlar. Bazı ayetleri de, nasıl yaptıklarını anlayamadığımız bir şekilde değiştirerek sunarlar.

Kendisinin evliya olduğuna dair deliller sunduğunu, yazdırdığı kitaplarda anlatan bir şahsın kitabından bazı alıntılarla bu hususu biraz açıklayalım.

Zariyat Suresi 51/21: “Kesin olarak inananlar için, yeryüzünde ve kendi nefislerinde nice ibretler vardır. Hiç görmüyor musunuz?”

Yukarıdaki bu ayeti kendilerinin evliya olduğuna delil olarak kullanan bu zat, kitabına koyduğu bu ayeti, sadece şu haliyle yazıyor: “İçinizde… Görmüyor musunuz?” Ayeti böyle garip bir şekilde yazdıktan sonra, kitabının devamında, Allah’ın böyle buyurduğunu ve inananlara duyurduğunu söylüyor.

Yukarıda aslını verdiğimiz bu ayeti, ”İçinizde… Görmüyor musunuz?” şeklinde değiştirip, kendisinin evliyalığına delil olarak göstermek, sahtekârlıkta sınır tanımayan ciddi bir marifet gerektirir.

Yine bir başka ayetin yorumunu nasıl yaptığının örneğini verelim.

Araf Suresi 7/181: “Yine bizim yarattığımız insanlardan öyle bir ümmet var ki, onlar hakka yol gösterirler ve o hak ile adaleti yerine getirirler.”

Evliya olduğundan dem vuran bu şahıs, bu ayeti doğru haliyle yazdıktan sonra, arada nasıl bir bağ kurduğunu anlayamadığımız bir şekilde şöyle yorumluyor:

”Bu tertemiz vazife, manevi bir miras olarak nebilerden âlimlere intikal etmiştir. Buradaki âlimlerden murad, kibar-ı evliyaullahtır. Her zamanda olduğu gibi bugün de tasavvuf aynen mevcuttur. Bilhassa Tarikat-ı Nakişbendiye’de kıyamete kadar Pîr eksik olmayacaktır.”

Kitabından örnek verdiğimiz ve evliyalığı kendinden menkul olan bu zat, anlatımına güya deliller vererek şöyle devam etmektedir:

“Abdülkadir Geylani ve Muhyiddin İbn-ül Arabi Hazretleri gibi birçok şeriat ve tarikat büyüklerinin eserlerinde ‘şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır’ sözü sık sık ifade ve beyan buyurulmuş ve bunun manasının doğruluğu, pek çok Ayet-i kerime ile sabit olmuştur.”

Sözde evliya olan bu şahıs yazısına, şeyhliğiyle ilgili deliller sunduğunu düşünüp aşağıdaki ayeti vererek devam eder.

Yasin Suresi 36/60: “Ey Âdemoğulları! Şeytana tapmayın, o size apaçık bir düşmandır ve bana kulluk edin, doğru yol budur, diye size emretmedim mi?”

Kendinden menkul evliya bu ayeti yazdıktan sonra, bir de “kalpler Allah’ı zikredince, şeytan ümitsiz olarak geri çekilir” anlamında bir hadisi vererek açıklamasına şöyle devam eder: “Zikrullah şeytanı uzaklaştırır. İşte bunun içindir ki, dünyada iken bir Tarikat-ı aliye’ye intisab etmek ve mürşidin öğretip telkin edeceği zikir ile kalbini ihya eylemek her mümin için önemli ve lüzumludur.”

Yukarıda kısaca verdiğimiz örnekler ve okuyucularımın vereceği misaller, Tolstoy’un tespitini doğruluyor. Dinleri bozanlar, Tanrı veya ilahlar ile insanlar arasında aracı olanlardır. Ve böylelerinin, söylediklerinin doğru olduğunu savunabilmek için –aklı başında insanlar açısından saçma da olsa- cahil insanları kandırabilecek deliller göstermeleridir.

Bilindiği gibi, Tolstoy, insan hayatının değişik alanlarıyla ilgili birçok fikirlerini doğrudan veya hikâyeler yoluyla ifade etmiştir. Bunların bazılarını daha önceki bazı makalelerimizde ele almaya çalıştık. Bundan sonrasında da, fırsat bulursak yenilerini irdelemeyi sürdüreceğiz.

Tolstoy’un, yazımızın konusuyla ilgili çözüm teklifi şöyle:

“İnsanlar neden birbirlerini kazıklayarak yaşıyor da, daha kazançlı olabilecek ortak çalışmalar yapmak yoluna gitmiyorlar?

Eşitsizlik ortadan kalksaydı, çatışmalar da ortadan kalkmış olurdu.

Bütün insanlar birbiriyle kardeştir ve eşittir. Herkes, kendisine nasıl davranılmasını istiyorsa, başkalarına da öyle davranmalıdır. Bu yüzden bütün sorun, uydurma bir din ve din düzeni yerine, gerçeğinin konulması ile çözülebilir.”

Tolstoy’un uydurma bir din ve düzeni yerine, gerçeğinin konulmasının sorumluluğu kimlerde olabilir. Bu konuda Kur’an bize şöyle yol gösteriyor:

Ali İmran Suresi 3/19: “Şüphesiz Allah katında din İslâm’dır. Kitap verilmiş olanlar, kendilerine ilim geldikten sonra sırf, aralarındaki ihtiras ve aşırılık yüzünden ayrılığa düştüler. Kim Allah’ın ayetlerini inkâr ederse, bilsin ki Allah hesabı çok çabuk görendir.”

Demek ki, konular hakkında bilgisi olanlar sorumludurlar. Çünkü bunlar, kendilerine ilim gelmiş olanlardır. Eğer, kendilerine ilim gelmiş olanlar, “sırf aralarındaki aşırılık ve ihtiras yüzünden” sessiz kalmayı ve insanları kandırmayı sürdürürlerse, ayet net bir şekilde uyarıyor.

Tanrı hakkında bilgi sahibi olanların ve kendilerine ilim gelmiş kişilerin, “Allah, hesabı çabuk görendir” ikazının önemini, diğer insanlardan daha iyi kavramış olacakları düşünülür. Bu sebeple, bu konumdaki insanların, yanlışlıklara sessiz kalmaları bile kabul edilemez.

Buna rağmen, Tanrı’nın varlığını bilenler ve kendilerine ilim gelmiş olanlar, ihtiraslarına yenilerek, uydurma bir din ve düzeni yerine gerçeğini koymaya uğraşmazlarsa, Yüce Yaradan huzurunda sorumluluk sahibidirler.

Bu yazı Sosyal kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.