ŞURA İLE DEMOKRASİ ARASINDAKİ FARK
Bu sitede yayınladığımız “İslâm ve Demokrasi” ve “Demokrasi Bir Rejimin Adı mıdır” “Demokrasi, Elektokrasi Değildir” başlıklı yazılarımızda demokrasi hakkındaki fikirlerimizi belirttik. Bu yazımızda bir başka açıdan değerlendirme yapmaya çalışacağız.
Bilindiği gibi, günümüzde en güzel yönetim tarzı olarak demokrasi benimsenmiştir. Buna rağmen insanlar, demokrasinin ne olduğu üzerinde tam olarak anlaşma sağlayamamışlardır. Fikir birliğine varılan hususlar, daha çok, demokrasinin ne olmadığı hakkındaki düşüncelerdir. Bu tanım sorunu, sadece maddeten geri kalmış ülkelerde değil, maddeten kalkınmış ülkeler için de geçerlidir.
Demokrasi hakkındaki her üç yazımızda ifade ettiğimiz aksaklıkların temelinde yatan sebep, insana bakış açısından kaynaklanmaktadır. Demokrasi ile yönetilen hemen bütün ülkelerde, yöneticilerin büyük çoğunluğunun insana bakışları birbirine benzerdir. Bu anlayıştaki yöneticiler insana sadece “sayı” olarak bakarlar. Onlara göre insanın tanımı ile “oy” aynıdır. Bir “oy” fazla alan, kendini kral veya padişah gibi görür. Kendinde bütün yetkileri topladığını düşünür.
Bu durum sadece siyasi yöneticiler için değil, diğer kurumlar için de geçerlidir. Çünkü kurumların hepsi, aynı demokrasi sisteminin müesseseleridir. İster bir spor kulübünde, ister bir meslek kuruluşunda, ister aynı köyün veya ilçenin insanlarının kurduğu dernekte olsun, bakış açısı değişmez. Hepsinde de yönetime aday olanlar, insanlara “oy” gözüyle bakarlar. Onlarla ilişkilerini bu minval üzerine kurarlar. Bir yönetim adayı için, seçim dönemi geldiğinde, isterse dernekteki bütün insanlarla yıllarca birlikte yaşıyor olsun, farketmez. Bir aday için, birlikte arkadaşlık yaptığı insanlar bile, sadece “oy” hesabıdır.
Durum böyle olunca, demokrasi artık “istatistiğe” dönüşür. İstatistikte bir fazla olan vekâleti alır. Vekâleti kapan, eskilerin deyimiyle, parsayı toplar. Ortada toplanacak parsa olunca, “oy”un önemi artar. Oy vereceklere, toplanacak parsaya mahsuben küçük bir payın verilmesi gerekli hale gelir. Nitekim seçimle yöneticilerini seçen bütün ülkelerde, bütün kurumlarda, mevcut idarecilerin zamanlarının ve masraflarının %80’i yeniden seçilebilmek için harcanır. Böyle yapmayan yönetici bir daha seçilemez. Böyle yaptıkları halde bile, bazen seçilemezler. Çünkü kendilerinden daha çok para ve zaman harcayan, daha güzel yalan söyleyen rakipler çıkabilir.
Aslında, gerçekten uygun bir sistem olan demokrasiden, bütün dünyada şikâyetçi olunmasının sebebi, insana ”sayı” veya “oy” olarak bakılmasıdır. Eğer demokrasiyi gerçekten rayına oturtmak istiyorsak, insanın ilahi boyutunun olduğunu hatırlamamız gerekir.
Bu sitede yayınladığımız “Hayatın İlahi Bir Anlamı Olmazsa, Her Şey Manasızlaşır” başlıklı yazımızda, insanların mutluluğu ve huzuru için, hayatın ilahi bir anlamı olduğunu görmemiz gerektiğini ifade etmiştik. Buradan hareketle, hayatın ilahi anlamı olduğunu düşünen insanların oluşturdukları demokrasi sistemi, güzel bir anlam kazanır. Böyle bir ortamda demokrasi “istatistik” olmaktan çıkar. Bir “şura” haline dönüşür.
Şura, insanların ilahi boyutlarını düşünen şahıslarla, yani iman sahipleri ile yapılır. Böyle yapılan şuralar faydalı olur. Konuyu daha iyi anlayabilmek için, “Demokrasi Elektokrasi Değildir” başlıklı yazımızın sonunda yazdıklarımıza bir göz atalım:
“Şurası kesin bir gerçektir ki, demokrasi mücadelesi dünya çapında verilmediği zaman, ülkelerin kendi başlarına demokratikleşmesi çok zor olur.
Demokrasinin alt bileşenleri olan ekonomik, siyasi, hukuki, kültürel konularda demokratikleşmenin sağlanması, ilgili Kur’an hükümlerine uyulmasıyla doğru orantılıdır. Kur’an anlatımlarında, ekonomideki infak, siyasetteki emaneti ehline verme, hukuktaki düşmanınıza karşı bile adaletli davranma, kültürdeki halka en faydalı insanın takva olarak Allaha en yakın olan insan olması gibi konular bizlere demokrasiyi yerleştirmemiz için umut ışıklarıdır.”
Kur’an’da, Ali İmran Suresi 159uncu ayette, bu hususta bize yol gösterilmektedir: “Sen (o zaman), sırf Allah’ın rahmetiyle onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi. Artık onları sen bağışla, onlar için Allah’tan mağfiret dile. (Yapacağın) işlerde onlara da danış, bir kere de azmettin mi, artık Allah’a dayan. Muhakkak ki Allah kendine dayanıp güvenenleri sever.”
Ayetin başındaki ifadelerden anlaşıldığına göre peygamber Hz. Muhammed (s.a.v.), insanları sayı olarak görmüyor. Bilindiği gibi bu ayet Uhud Savaşı sonrasında inmiştir. Uhud Savaşı sırasında, okçuların emirleri dinlemeyerek ganimet peşine koşmaları sebebiyle, kazanılmış savaş kaybedilme seviyesine gelmiştir. İnsanların bu büyük hatalarına rağmen peygamber, onlara, Allah’ın rahmeti sayesinde, yumuşak davranmıştır. Yani onların ilahi bir boyutlarının olduğunu düşünerek davranmıştır. Onların iman sahibi olduklarını hesaba katmıştır.
Nitekim ayetin devamında Yüce Yaradan, peygamberinden, onları bağışlamasını ve Allah’ın bağışlaması için de, dua etmesini istemiştir. Eğer Yüce Yaradan, onların iman sahibi olduklarını, ama bir an için nefislerine yenildiklerini düşünmeseydi, peygamberine yumuşak davranması için yardım etmezdi. Ayrıca ayetin devamında da, onlarla ve diğer arkadaşlarıyla istişare etmesini emretmezdi.
Demek ki, insanların ilahi bir yönlerinin olduğunu hesaba katmak gerekiyor. Demek ki, insanların ilahi yönlerinin olduğunu düşünerek, onlara bir fırsat daha vermek faydalı oluyor.
Demek ki, iman sahibi olmak çok önemlidir. İman sahibi insanlar, hata yapsalar bile, hatalarını düzeltebilecek yapıya sahip oluyorlar. Demek ki, şuralar, iman sahibi insanlarla yapılırsa faydalı olmaktadır.
Şura ile günümüzdeki demokrasi anlayışı arasındaki temel fark, insanın ilahi bir yönünün olduğunun ciddiye alınıp alınmaması hususudur. Şura ve istişare, iman sahibi insanlarla yapılırsa faydalıdır. Demokrasi, insanın ilahi boyutunu ihmal ederse, istatistiğe dönüşür.