İSLÂM’DA KÖLE VE ESİR KONUSU ÜZERİNE

İSLÂM’DA KÖLE VE ESİR KONUSU ÜZERİNE

 

Önceki makalelerimizden “İslâm’da Cariye Konusu Üzerine” başlıklı yazımızda, konumuzla da bağlantılı olan bazı bilgiler vermiştik. Yazımızda ifade ettiğimiz gibi, Kur’an meallerindeki bazı kelimelerin tercümelerindeki ciddiyet eksikliği, bizleri yanıltmaktadır. Yazımızın başlığıyla ilgili olan ve bizi yanıltan tercümeleri şöyle toparlayabiliriz.

İslâm âlimlerinin çoğunun köle olarak tercüme ettikleri kelimeler, Kur’an’da, aynı kelime olarak geçmemektedir. Kur’an’da “ma meleket eyman” olarak geçen ibarenin nasıl yanlış tercüme edildiğini, cariye konusundaki yazımızda örneklerle açıklamıştık. Meal yazan bu âlimler, Kur’an’da “rakabe”, “abdu” şeklinde ayrı ayrı geçen kelimeleri de, sadece “köle” olarak tercüme etmişler. Ancak Ali İmran Suresi 182 gibi bazı ayetlerin meallerinde, “abd” kelimesi “Allah’ın kulu” olarak çevrilmiştir.

“Abd” kelimesinin Türkçe karşılığı “kul” demektir. Kul ile köle arasında fark vardır. İnsanlar, Yüce Yaradan’ın “kulları”dır. Eski anlayışa göre halk, kralların veya padişahların “kulları”dır. Ama insanlar, ne Allah’ın ne de padişahların köleleri değildir. Kur’an bu ayrımı yapmaktadır. Kur’an’da, bizim anladığımız anlamda köle uygulaması için geçen söz “rakabe”dir. Kur’an bu kelimeyi, o dönemdeki mevcut uygulamayı anlatırken kullanır. Bu kelimeyi kullandığı her ayette de, “köle azat etmek gerekir” şeklinde bir ifade ile geçer. Nisa Suresi 92, Maide Suresi 89, Bakara 177 gibi ayetler, bu konuya birer örnektir.

Demek ki, Kur’an, bizim bildiğimiz anlamdaki ve Kur’an’ın indiği dönemde mevcut olan kölelik anlayışına karşıdır. Her fırsatta, köle azat etmemizi isteyerek, köleliğin kötü olduğunu insanların anlamasını sağlamaya çalışmaktadır.

Bazı meallerde, “köle” ve “esir” tercümelerinde de hata yapıldığını görmekteyiz. Bakara 177 de geçen “rıkabi” sözü, aynı tefsirde hem köle, hem de esir olarak çevrilmiştir. Hâlbuki bu ikisi, birbirinden farklı iki terimdir. Esirler, köle değildir. Köle yapılamaz.

Kur’an’da, esirler kelimesi “esra” olarak geçer. Esirler konusunu işleyen ve Mekke’de inen ayetler şunlardır:

76 İnsan Suresi 8: “Düşküne, yetime ve esire seve seve yemek yedirirler.”

9: “Size sırf Allah rızası için yemek yediriyoruz. Sizden ne bir karşılık, ne de bir teşekkür bekliyoruz.”

10: “Biz sert ve belalı bir günde Rabbimizden korkarız.” derler.

Yukarıdaki ayetlerin indiği dönemde, Müslümanların esirleri yoktu. Dolayısıyla Yüce Yaradan, esirlere seve seve yemek yedirirler derken, müşriklere esir düşmüş insanları kastetmektedir. Demek ki, Allah, bizden, kimlere esir düşmüş olurlarsa olsunlar, esirlere iyi muamele etmemizi istemektedir.

Medine’de inen Enfal Suresi ve Muhammed Suresinde de esirler konusu işlenir.

8 Enfal Suresi 70: Ey Peygamber, elinizdeki esirlere de ki: “Eğer Allah sizin kalplerinizde bir hayır bulursa, sizden alınandan daha hayırlısını size verir ve günahlarınızı bağışlar. Çünkü Allah bağışlayıcıdır.”

Yukarıdaki ayet peygamberden daha çok, esirlere yol gösteriyor. Eğer Yüce Yaradan, esirlerin kalplerinde düzgün ve hayra yol açacak düşünceler bulursa, Allah’ın, onlara eski hallerinden daha iyisini vereceği ifade ediliyor.

O halde, esirlere düşen ilk sorumluluk, kalplerinden kötülük fikrini atmaktır. Kalplerinde ne düşündüklerini karşılarındaki insanlar bilemeyebilir. Fakat Yüce Yaradan, her insanın içinden geçirdiklerini bilir. Bunda şüphe yoktur. Bu durumdan şüphe duyan esirleri, Allah, bir sonraki ayetiyle uyarıyor.

71: “Eğer sana hıyanet etmek isterlerse iyi bilsinler ki, bundan önce Allah’a hainlik ettiklerinden dolayı Allah onların ezilmelerine imkân verdi. Allah her şeyi hakkıyla bilen hüküm ve hikmet sahibidir.”

Demek ki, esirlerin bu hale düşmeleri, daha önce Allah’ın gösterdiği yoldan gitmeyip, aksine hıyanet etmeleridir. Bu hallerini, esirlerin kendileri iyi bilirler. Dolayısıyla, karar kendilerinindir. Ayetin sonundaki ifadeye göre, Yüce Yaradan, esirlerin karalarına karşılık verecektir. Her şeyi hakkıyla bilen Allah, tek hüküm ve hikmet sahibidir. Onun vereceği hükmü kimse değiştiremez.

Esirler konusuyla ilgili olarak, Kur’an’da geçen Medine’de inen diğer bir ayet:

47 Muhammed Suresi 4: “Savaşta inkâr edenlerle karşılaştığınız zaman hemen boyunlarını vurun. Nihayet onlara üstün geldiğiniz zaman bağı sıkı bağlayıp esir alın. Sonra harp ağırlıklarını atıp, savaş bitince de onları ya karşılıksız olarak, ya da fidye ile salıverin. Allah’ın emri budur. Eğer Allah dileseydi onlardan başka türlü de intikam alırdı. Fakat böyle olması sizi birbirinizle denemek içindir. Allah yolunda öldürülenlere gelince, Allah onların amellerini asla boşa çıkarmaz.”

Yukarıdaki ayet, savaşta esir alanlara hitabetmektedir. Ayet Medine’de indiği için, bazı savaşlarda, Yüce Yaradan’ın yardımıyla galip gelerek esirler alan müminlere yol göstermektedir. Ayet net olduğundan ayrıca bir yoruma gerek yoktur.

Demek ki, Kur’an’a göre, köle ile esir konusu birbirinden farklı şeylerdir. Kur’an, köleliğe karşıdır. Esirlere de, iyi muamele edilmesini istemektedir. Ama sorumluluğu sadece esir alanlara yüklememektedir. Esirlere de sorumluluk yüklemektedir. Hattâ denilebilir ki, esirlerin kalplerini düzeltme yükümlülükleri, çok daha önemli görülmektedir. Kendini düzelten ve Allah’ın yoluna giren esirlere, Yüce Yaradan, doğrudan Kendisinin yardım edeceğini ifade etmektedir.

Bu yazı KUR'AN ÜZERİNE, Sosyal kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.