SIĞINABİLECEĞİMİZ BAŞKA YERYÜZÜ YOK

SIĞINABİLECEĞİMİZ BAŞKA YERYÜZÜ YOK

 

Başlıktaki konumuzla bağlantılı olarak, bu sitede bazı makaleler yazmış idik. Yüce Yaradan’ın, kâinatı dünya için, dünyayı da insan için kurguladığını düşündüğümüzü ifade etmiştik. Fikrimizi destekleyen Kur’an ayetlerinden örnekler vermiştik. Bir başka yazımızda, insanların, Allah’ın dünyadaki vekil yöneticileri olduğunu, yine ayetlerden örneklerle belirtmiştik.

Bu makaleyi ele almamızın önemli bir sebebi, son birkaç nesildir yaşananlardır. İnsanlık var olduğundan beri, son nesillere kadar geçen sürede, yeryüzünde ciddi bir tahribat olmamıştı. Fakat maalesef, son nesillerde tahribat başladı. Bilhassa yaşayan nesiller olarak, bizim dönemimizde tahribat çok hızlandı.

Yeryüzündeki tahribatlar tek yönlü değil. Belki öyle olsaydı, çözüm üretmemiz kolaylaşırdı. En etkili tahribat, yiyeceklerin genetikleri ile oynanmasıdır. Verimi artırmak için, tohumlarda, yumurtalarda ve spermlerde yapılan tahribatlar kalıcı etkiler oluşturuyor. Genetiği değiştirilen yiyecekler, insan vücudunda tahribata sebep oluyorlar. Kendi hücrelerimiz, yine bizim hücrelerimizin bazısını düşman olarak algılıyorlar.

Bir cephede, aynı ordunun birliklerinin birbirlerini düşman olarak algıladıklarını düşünün. Kara, hava ve deniz kuvvetlerinin birbirlerine yardım etmeleri beklenirken, kardeşlerini düşman olarak gördükleri için saldırdıklarını düşünün. Böyle bir ordunun değil savaşı kazanması, ayakta kalması bile mucizelere bağlıdır.

Yeryüzünde yaptığımız bir başka tahribat, kaynakların hoyratça kullanılmasıdır. Milyonlarca yılda oluşmuş yer altı zenginliklerini, birkaç nesilde bitirmeye çalışıyoruz. İnsanlığın var olduğu günden beri çok az faydalandıkları petrolü, doğalgazı, madenleri, mermerleri vs. birkaç nesilde bitirebilmek için gayret ediyoruz. Hem yerin altını boşaltıyoruz, hem ortadan kaldırmakta zorlanacağımız hurda araçlar, makineler oluşturuyoruz.

Bir diğer tahribat, çevre kirliliğidir. Hava ve su gibi hayati öneme sahip maddeleri kirletiyoruz. Doğayı kirletiyoruz. Yeryüzünü koruyan gökyüzünün yapısını bozmaya çalışıyoruz. Yavaş gibi görünmesine rağmen hızlı ilerleyen bu tahribat, insanlığın geleceği açısından çok önemlidir. Bir orduyu düşünelim. Ordunun silahları yoksa bir işe yaramaz. Silahlar da, onların içerisine yerleştirilen mermiler, toplar, füzeler vs. olmazsa bir işe yaramaz. Mermiler, silahların havası ve suyudur. Eğer mermilerimiz bozulursa, ya ateş almazlar veya silahın içerisinde patlarlar. Dolayısıyla, silahlarımız tahrip olurlar. Yani vücudumuz tahrip olur.

Son birkaç nesilde yapılan bir başka tahribat, insanlar arasındaki muhabbettir. İnsanlar arasındaki dostluk, arkadaşlık ve yardımlaşma gibi duygular giderek azalmaktadır. Kapitalizmin kâr hırsının çok etkili olduğu bu tahribat, insanlığın geleceği açısından çok önemlidir. Yine cephedeki bir orduyu düşünelim. Ordunun kumandanları arasında muhabbet, dostluk, yardımlaşma yoksa o ordunun yenilmesi kaçınılmazdır. Nitekim Türkler böyle bir durumu I. Balkan Savaşı sırasında yaşamışlardır. Ordunun komutanları, birbirlerine yardım etmemişlerdir. Çünkü birbirlerine karşı muhabbet beslemiyorlardı. Sonuçta Türk ordusu kendi tarihinin en inanılmaz yenilgisini aldı. Ancak aynı Türkler, bu mağlubiyetten sadece iki yıl sonra, Çanakkale’de, Dünya tarihinde ender görülen bir başarı kazandılar. İşte muhabbet bu kadar önemli bir etki yapar.

Son dönemde yapılan bir başka tahribat, ekonomik alandadır. Bizler ekonomik buhranlardan ders almadıkça, buhranların sayısı artıyor. Neredeyse her üç yılda, bir yerlerde ekonomik kriz meydana geliyor. Krizin vurduğu bölgeler ekonomik durgunluğa giriyor. Büyük çoğunluğu bu durgunluktan çıkamıyor. Biz ders almadıkça, muhtemel oluşacak ekonomik buhranların şiddeti de artacak.

Her ekonomik buhrandan sonra gözlemlenen bir olgu var. Her kriz sonrasında zenginlerin zenginlikleri, fakirlerin fakirlikleri artıyor. Yani, zenginler daha çok zenginliyor, fakirler daha da yoksullaşıyor. Bu durum, dünyanın birbirine olan düşmanlığını artırıyor. İnsanlar ve guruplar arasında artan düşmanlığın, ne zaman ve nasıl patlak vereceği tahmin edilemez. İnsanların içlerine attıkları bu kin duyguları ne kadar çok birikirse, patlamanın şiddeti de o kadar çok olur. Belki de hiç beklenilmeyen bir şey olur ve insanlığın sonunu getirir.

Dünyadaki tahribatlar için, başka alanlardan da örnekler verilebilir. Bilhassa, insanlığın ulaştığı silah gücünün yapacağı tahribat bile, tek başına yeterlidir. Ama bizim amacımız bazı hususlara dikkat çekmek olduğundan yukarıda verdiğimiz, örnekler yeterlidir.

Burada düşünmemiz gereken bir başka husus daha var. Bilindiği gibi insanlar yapıları gereği, sıkıştıkları yerde Yüce Yaradan’dan medet umarlar. Allah da, çoğu zaman sıkıntıda olanın duasına icabet ettiğini, Kur’an’ın da ifade etmektedir. Fakat Kur’an’da bize yapılan bazı uyarılar vardır. Bunlardan bir tanesi, Yüce Yaradan’ın yardımı gelip sıkıntımızı atlattığımızda, hemen Allah’ı unutup, eski yanlış yolumuza gittiğimiz uyarısıdır. Bir başka ikaz da, Yüce Yaradan’ın bize verdiği akıl, vicdan ve irade ile hareket etmemizdir. Biz eğer sahip olduğumuz bu değerleri iyilik yönünde kullanırsak, bize on misli iyilikle gelineceği, kötülükte kullanırsak misliyle cezalandırılacağımızdır. Bir diğer uyarı da, Firavun hadisesindedir. Bütün ikazlara ve kendisine gösterilen hünerlere rağmen Hz. Musa’ya inanmayan Firavun, öleceğini anlayınca, Yüce Yaradan’a inandığını söyler. Ama ölümün soğuk yüzünü gördükten sonra inandığı için, kabul edilmez.

Demek ki, insanlığı bitirme noktasına getirdiğimizde, hatamızı anlamamız bir işe yaramayacaktır. Yüce Yaradan muhtemelen insanlara yardım etmeyecektir. Bu durumun böyle olacağını, Kur’an’daki, bazı kavimlerle ilgili olarak anlatılan hikâyelerden tahmin edebiliriz. Kavimler uyarılmalarına rağmen, kendilerini düzeltmedikleri için helâk edilmişlerdir. Hattâ Yüce Yaradan, Nuh Tufanı oluşturmuştur.

O halde, vaziyetin ciddiliğini önceden anlayıp, kendimizi düzeltmemiz gerekiyor. Peki, bu anlayışı ve düzelmeyi kimler yapmalı? Biz böyle devam edelim, insanlığın mirasını har vurup harman savuralım, torunlarımız düzeltsin mi diyeceğiz? Yoksa kim düzeltirse düzeltsin, “bize ne” mi diyeceğiz?

Yazımızda çok kısa olarak aktardığımız gibi, yeryüzündeki tahribatın önemli bir kısmından sorumlu olanlar, yaşayan nesillerdir. Yani, günahkâr olan bizleriz. Belki de bizden öncekilerden de günahkâr olanlar vardı. Ama onlar ahirete gittiler ve günahlarının cezalarını çekecekleri muhakkaktır. Biz de günahkâr olduğumuza göre, biz de ahirete gidince cezamızı çekeceğiz. Hiçbir güç bizi cezadan kurtaramaz.

Bizi cezadan tek kurtarabilecek olan, Yüce Yaradan’dır. O da, bizim kendi akıl, vicdan ve irademizle yaptığımız davranışlarımızı değerlendirerek, kurtarmaya karar vereceğini, Kur’an’ında beyan ediyor. O halde, bizim, günahlarımızdan ve cezadan kurtulabilmemiz için çok güzel bir fırsat var.

Eğer, bu fırsatı iyi değerlendirirsek, hem bu dünyada iyi anılırız, hem de ahirette iyi karşılanırız. Seçim bizim.

Unutmayalım, bu kâinatta kaçıp sığınabileceğimiz bir başka yeryüzü ve ahirette kaçacağımız bir yer yok.

Bu yazı Genel kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.