ŞEYTAN, HAYATI ANLAMLANDIRAN OLGUDUR
Bu sitede yayınladığımız “İslâm’da Şeytan Konusu” adlı makalemizde konuyu Kur’an ayetlerinin ışığı altında irdelemeye çalışmıştık. Bu yazımızda hayatın anlamı açısından yaklaşacağız.
Bir an, şeytanın olmadığını düşleyelim. Bizleri kötülüklere yönlendiren şey yoksa aslında hayatımızda kötülük de olmayacaktır. Her bir insan için aynı durum söz konusu olunca, bütün dünya üzerinde kötülük olmayacaktır. Hattâ kötülük fikri bile olmayacaktır. Her insan güzel şeyler düşünecek ve dolayısıyla güzel şeyler yapacaktır.
Peki, insanlar, bu yaptıklarının güzel olduğunu nasıl bilecekler? Tabii ki karşılaştırılacak bir referans noktası olmayınca bilinemeyecektir. Nasıl hızla giden uzun bir trenin içerisinde trenin gittiği istikametin ters yönünde yürüyen bir insanın yaptığını tanımlamak için referans noktası gerekiyorsa, iyilik yahut kötülüğün tanımı için referans noktası gerekmektedir.
Nasıl trenin içerisindeki herkes, trenin gittiği yönün tersine doğru yürürse, konu daha karmaşık hale gelirse, dünyadaki bütün insanların aynı şekilde davranmaları da, bizlerin hayatını anlamsız hale getirir. Tren içerisinde ters yönde yürüyen insanların en başlarında olmanın nasıl bir anlamı yoksa aynı yönde davranan insanlar içerisinde en önlerde olmanın da bir anlamı olmaz.
Hayatın anlamı üzerine daha önceki yazılarımızda bazı düşünürlerin kendilerine sordukları soruları dile getirmiştik. Bunlardan birisi “ben daha meşhur olacağım da ne olacak” sorusu idi. Bu soruyu, “ben trende ters istikamette yürüyenlerin içerisinde önlerde olacağım da ne olacak” şekline çevirebiliriz.
Bir diğer soru, “ben daha üst makamda olacağım da ne olacak” şeklinde idi. Bunu da tren içerisinde ters yönde yürüyenlerin başında makinistin olduğunu düşleyerek soralım.
Düşünürlerin sorduğu diğer bir soru, “çok zengin olacağım da ne olacak” sorusuydu. Her insanın sadece iyilik düşündüğü bir ortamda, bu soru anlamsızlaşır. Çünkü hepimiz biliyoruz ki, çok zengin olmak için sadece çalışmak yetmez. Başkalarına kötülük yapmak veya hak etmeden kazanmaya çalışmak gerekir. Normal şartlarda kimseyi ezmeden, rüşvete bulaşmadan, başkalarını kandırmadan, üretim konumuzda tekel olmadan, rakiplerimizi elemek için hileye başvurmadan çalışılırsa, çok zengin olunmaz. Zaten de, sadece iyilik düşünen bir insan, zengin olmayı hedeflemeyebilir.
Kötülüğün olmadığı bir ortamda, iyi-daha iyi konusunu ayırt etmek de çok zor. Bu hususta daha önce yayınladığımız “İslâm’da Salah-Aslah, Yani İyi-Daha İyi” başlıklı yazımızda bazı irdelemeler yapmıştık. Bazı felsefecilerin ve âlimlerin “kâinatın yaratılışında mevcuttan daha iyi olunabilir miydi” diyerek yaptıkları sorgulamalardan bahsetmiştik. Yüce Yaradan’ın yaratış sistemi hakkında, insanlar böylesine sorgulama yaparken, insanların yaptıkları iyi davranışlar konusunda anlaşma sağlanması ihtimali zayıftır.
Aslında Yüce Yaradan, kâinattaki her şeyi zıddıyla yaratmıştır. Karanlık olmasa, aydınlığı tanımlayamayız. Soğuk olmasa, sıcaklığı bilemeyiz. Melekler olmasa, şeytanın yaptıklarını sorgulayamayız. Demek ki her şey, karşılığı ile yaratılmış ki, her birinin konumunu ayrı ayrı anlayabilelim. Bu durum bize, ilmi çalışmalarımızda da yol gösterir. Bir artı kutup olduğunu bulmuşsak, bunun karşılığında bir eksi kutup olacağını düşünerek araştırmalarımızı yönlendirmeliyiz. Uzayda enerji yayan bir kaynak tespit etmişsek, bunun karşılığında mutlaka enerjileri yutan bir kara delik olacağını düşünmeliyiz.
İşte, insanı yaratan Yüce Yaradan, bu ikilemi aynı insanın içerisine yerleştirmiş. İnsanı güzelliklere, iyiliklere yönlendirmek için akıl ve vicdan vermiş. Fakat aynı insanın içerisine, kötülükleri telkin eden bir de nefis vermiş. İnsanın içerisindeki bu zıtlıkların çatışmasında iyiliklerin galip gelebilmesi için de insana irade vermiş.
Allah, insana, sadece irade vermekle kalmamış. İnsanı, gönderdiği elçilerle desteklemiş. Kutsal kitaplara baktığımızda, Yüce Yaradan’ın, insanları şeytana uymamaları için uyardığını görürüz. Bu ikazlar, ilk peygamber Hz. Âdem’den itibaren her peygambere yapılmıştır. Allah, şeytana uyanları cezalandıracağını, ona uymayanları mükâfatlandıracağını ifade etmiştir.
Diğer bir bakış açısından konuyu irdeleyelim. Eğer şeytan olmasaydı, insanlar, melek gibi olurlardı. Bu durumda, hem insanın hem de kâinatın yaratılmasındaki anlam çok değişirdi. Hattâ Yüce Yaradan’ın Kur’an’da bahsedilen isim ve sıfatlarının bazısı anlamsızlaşırdı. Dolayısıyla Allah’ın mutlak kemali ve güzelliği tam olarak tecelli etmemiş olurdu ve bu durum Yüce Yaradan’ın hikmetine uygun düşmezdi.
Demek ki, insanın tamamen masum olması, yaratılış maksadına da uymuyor. Hattâ şeytanın olmaması, ahiret hayatının da varlığının anlamını düşürüyor. Cennet ve cehennemin anlamı kalmıyor.
Sonuç olarak şeytanın olmaması, hem bu dünya hayatını hem de ahiret hayatını anlamsızlaştırabilir. Hayatın ve ahiretin anlamı, Yüce Yaradan’ın bizlere verdiği akıl, vicdan ve iradeyi kullanmamızla oluşur. O halde, geç kaldık demeden, hayatımızı anlamlandırmaya çalışalım. Allah’ın bize verdiği akıl, vicdan ve iradeyi Onun gösterdiği yolda kullanarak, yanlışımızdan dönelim. İçimizdeki şeytan olan nefsimize karşı mücadele edelim. Kendi başımıza bu mücadeleyi kazanamayacağımızı düşünürsek, önce Yüce Yaradan’dan, sonra çevremizde bu işi başarmış insanlardan yardım isteyelim.