SEÇİMLERİMİZİN VE GENLERİMİZİN YAŞAMIMIZA ETKİLERİ ÜZERİNE

SEÇİMLERİMİZİN VE GENLERİMİZİN YAŞAMIMIZA ETKİLERİ ÜZERİNE

 

Ben dâhil hepimiz, yaşamımızdaki beğenmediğimiz olumsuz ortamların sebeplerini, başka şeylere yüklemeye yatkınızdır. Eğer Yüce Yaradan’a inanıyorsak, başımıza gelen olumsuzlukların sebepleri olarak, kaderimizi gösterme ihtimalimiz kuvvetlidir. Yani, alın yazımız olarak nitelediğimiz, ama tam olarak açıklayamadığımız kaderimizi suçlamaya çalışırız. Eğer tek olan Tanrı’ya inanmıyorsak, kabahati, egemen güçlerin üzerine atarak kendimizi temize çıkarmayı düşünürüz.

Bu sitede yayınladığımız   “İnsanın Özgürlüğü Üzerine”, “İnsanların Yaşamları Ezelde mi Belirlenmiştir”, “Allah Dilemezse Biz Dileyemeyiz” ve “Kaza ve Kader Üzerine” başlıklı yazılarımızda, insanın kaderinin doğmadan önce belirlenmediği kanaatine varmıştık. Yüce Yaradan nezdinde her insanın aynı olduğunu, bizlerin davranışlarımıza bakarak fiillerini oluşturduğunu, Kur’an’dan örnekler vererek açıklamaya çalışmıştık. Bu yazımızda biraz farklı bir açıdan irdelemeye çalışacağız.

Halk arasında yaygın olan, kendini değil, başka şeyleri suçlama anlayışının geçerlilik derecesi üzerine fikir yürütmeye çalışalım.

Önce, bizim seçimimiz olmayan, ama yaşamımıza etkisi olan unsurlara bir bakalım. Acaba böyle bir durumda bile yapabileceklerimiz var mıdır, irdelemeye başlayalım.

İnsanın kaderinde doğuştan etkili olan en önemli unsurun, genlerimizden gelen özellikler olduğu açıktır. Ebeveynlerimizden bize geçen genler, sadece bazı kabiliyetlerimiz değildir. Hastalıkların da genlerle bize geçtiği bilinmektedir. Ancak, bilim insanlarının söylediklerine göre, ebeveynlerimizden bize geçen genlerimiz, en fazla %35 civarındadır. Dolayısıyla, her kardeşe aynı genler geçmemektedir. Bu sebeple, kardeşler birbirinden farklı yapıda olabilmektedir. Nitekim halk arasında söylenen “beşkardeşin, beşi birbirine benzemez” sözü de bu durumun göstergesi olarak düşünülebilir.

Kardeşlerin birbirlerine benzememelerinin, başka bazı sebepleri daha vardır. Bir nedeni, anne ve babanın, farklı özelliklerdeki genlere sahip olmalarıdır. Bilindiği gibi, bazı genlerin çocuklara aktarımında, kiminde annenin, kiminde ise babanın geni baskındır. Atalarımızdan aktarılan genlerin, bizim sahip olduklarımızın üçte birinden az olması ve anne ya da babadan etkilenmemizin aynı olmaması dolayısıyla, kardeşler arasında farklılıkların görülmesi normaldir.

Ayrıca, doğduktan sonraki çocukluk dönemimizde, sahip olduğumuz vasıfların ne şekilde yoğruldukları da önem arz etmektedir. Bir insanın çocukluğunda içinde yaşadığı ailesinin, aile içi uygulamalarında kardeşler arasında ayrım yaptıklarını düşünmesi, bizim özelliklerimizi etkiler. Benzer şekilde, akrabalarla ve arkadaşlarla ilişkilerimizin, bizim gelişmemizde tesirleri olduğu muhakkaktır. Her çocuğun akraba ve arkadaşlarıyla ilişkileri farklıdır. Kardeşler aynı çevrede yaşasalar bile, aralarındaki samimiyetler ve güvenler farklıdır. Bu fark, bazen yaşadığımız olayların farklı olmasından, bazen onların bize, diğer kardeşlerimizden farklı davranmasından, bazen de bizim seçimimizden kaynaklanır.

Diğer taraftan, isteklerimizin, kendi başımıza mücadele etmek zorunda kaldığımız konuların dozajının, zorluk derecelerinin ve sonuçlarının bizim hayata bakışımız ve karakterimiz üzerinde ciddi etkisinin olacağı aşikârdır. Aldığımız eğitim, öğretmenlerimiz, karşılaştığımız farklı insanlar ve olaylar gibi hususlar da, bizim şekillenmemizde etkilidirler.

Bütün bunlara ilaveten, bizim olaylar sırasındaki duygusal durumumuz, olaylar veya kişilere öfkeyle, kıskançlıkla veya sakin yaklaşmamıza neden olur. Bu farklı davranışımız sırasında, irade ile vicdanımızı hangi yönde kullandığımız da bizim şekillenmemize tesir eder. Bu şekillenmelere rağmen aynı insan, benzer olaylar karşısında duygusal haline bağlı olarak, bazen beklenmeyen bir şekilde farklı davranabilir.

Yaşamımızı etkileyen konulardan, bizim seçimimize bağlı olmayan en önemli etken, genlerle bize taşındığı söylenen hastalıklardır. Bazı önemli hastalıkların genlerle taşındığına kesin inanılmasının sebebi, bazı doktorların, şeker, tansiyon, kalp gibi hastalıklara yakalananlara ilk sordukları sorunun, aile büyüklerinde aynı hastalığı olan olup olmadığıdır. Aile derken, sadece anne ve baba kastedilmemektedir. Dedeler, nineler, büyük halalar, büyük teyzeler gibi geniş sülâlenin fertleri de araştırma kapsamına alınırlar. Vefat etmiş olanlar dâhil geniş sülâlemizi düşündüğümüzde, bu hastalıklara benim sülâlemde yakalanan hiç kimse yok diyebilecek bir sülâle mensubunun olduğunu zannetmiyorum. Yani bu ortam her sülâlede vardır.

Doktorlar böyle davranarak neyi çözmeyi amaçlarlar bilmiyorum. Ama çoğu vefat etmiş, bazıları yaşlanmış ve yaşadıkları hastalıklara neden yakalandıkları hakkında bilgileri olmayan insanları, hastanın gözünde suçlu hale düşürdüklerini fark etmezler. Hâlbuki bu suçlamalar hastanın durumunu da iyileştirmemektedir.  Atilla Hanın söylediği gibi, “Geçmişi kötülemek, geçmişteki olayları değiştirmez, Hunların yararına da olmaz.”

Aslında taşıdığımız bu genler, bizim de mutlaka aynı hastalığa yakalanacağımız anlamına gelmemektedir. Yani sülâle büyüklerimizde ve hattâ ebeveynlerimizde şeker, tansiyon, böbrek yetmezliği gibi bir hastalık varsa, bu bizde de olacak diye kesin bir şey yok. Bu durum, genlerle taşındığını düşündüğümüz hastalığa yatkınlığımız olduğu anlamındadır.

Hastalarını ve hastalıklarını önemseyen tabiplerin bizlere aktardıkları bu bilgi, bizim için önemlidir. Atalarımızın durumlarını bilerek, tedbirli davranmamız gerektiğini bize öğütlemektedir. Yani ebeveynlerimizde şeker vb hastalık varsa, bizde de olabileceğini düşünerek gerekli diyetleri yaparak, hastalığa yakalanmaktan kurtulabiliriz. Atalarımızın da tedbirli olmaları gerektiği açıktır. Biz daha çocuk iken, ebeveynlerimiz kendi hastalıklarının farkına varmış iseler, çocuklarının aynı duruma düşmemeleri için, çocuklarının yaşamlarını olumlu yönde etkileyecek şekilde tedbirleri almakla sorumludurlar. Fakat gerek ebeveynlerimizin, gerek kendimizin aldığımız tedbirlere rağmen, aynı hastalığa bizlerin de yakalanma ihtimalimiz, genlerle taşınmış olsa veya taşınmamış olsa bile, her zaman vardır.

Kendi seçimimiz olmadan, genlerle taşınarak yakalandığımız bir hastalıktan çıkaracağımız başka dersler olduğu muhakkaktır. Alınabilecek bir ders, bizim yaşadığımız bu ortamı çocuklarımızın yaşamaması için, seçimlerimizde daha titiz olmamız gerektiğidir. Öncelikle evleneceğimiz eşimizi seçerken bu gibi hususları da araştırmamız gerektiğini bilmeliyiz. Titizlikle yaptığımız bu seçime rağmen, çocuklarımızı korumak için ne gibi tedbirler almamız gerektiğini araştırmalıyız. Doktorlardan tavsiyeler almalıyız. Sadece elimizden geleni değil, daha iyisini yapmamız gerektiğini unutmamalıyız.

Tedbirli davranışlarımıza rağmen, gerek kendimiz ve gerekse çocuklarımız genlerle taşıdığımız hastalığa yakalanabiliriz. Bu gibi durumlarda, başka insanların ve çocukların, genlerle taşımadıkları halde, aynı hastalığa yakalanabildikleri gerçeğini görmeliyiz. Dolayısıyla, yaşadıklarımıza ve genlerini aldıklarımıza kahretmemeli, hayata küserek başkalarını suçlamamalıyız. Çünkü genlerle taşımadıkları halde aynı hastalığa yakalananlar da, bizimle aynı sıkıntıları çekmektedirler. O insanlarda da, vücutlarının yapısından kaynaklanan veya kendi hatalarının sonucu benzer hastalıklar meydana gelmiş olabilir. Bazı insanların, genleriyle taşınmadığı halde yakalandıkları hastalıkların, bazen bizimkinden daha tehlikeli ve zorlu olduğunu çoğu zaman göremeyiz. Çünkü biz, sadece kendi derdimize odaklanmışızdır. Hâlbuki “beterin beteri var” anlayışıyla moralimizi biraz olsun düzeltirsek, yakalandığımız hastalıktan kurtulmamız veya zararlarını çok azaltmamız ihtimali artacaktır.

Bizim seçimimizin dışında, taşıdığımız genlerle yakalandığımız hastalıklarda bile, gerek bizim seçimlerimiz ve gerekse ruhi yapımız, hastalıklardan kurtulmamıza veya yaşamımızın kalitesinin düşmesine ya da yükselmesine etki etmektedir. Dolayısıyla, hastalandığımız zaman bile, diğer davranış, düşünce ve hareketlerimizdeki seçimlerimizin, yaşamımızdaki tesirlerinin daha önemli olacağı aşikârdır.

Takdir edileceği gibi, kaderimizi, daha başlangıçta Tanrı’nın yazdığını düşünmemiz, Tanrı’nın adaletine inanmadığımız anlamına gelecektir. Ayrıca, Tanrı’nın bize verdiği özgürlüğü, bizim hiçe saydığımız anlamı da çıkar. Bu durumda, kendi seçimlerimizi oluşturmayı düşünmeyeceğimiz için, kaderimize razı olarak, çözümsüzlüğe mahkûm olmamız ihtimali kuvvetlidir. Hâlbuki tek olan Tanrı, bu gibi durumlarda da çözüm üretebilmemiz için insanlara akıl vermiştir.

Eğer Tanrı’ya pek inanmıyor ve başımıza gelen sıkıntıları egemen güçlere bağlayan bir anlayışta isek, yaşamımız boyunca benzer sıkıntıları yaşamak zorunda kalabiliriz. Çünkü bizim, kendi güçsüzlüğümüzü kanıksamamız, bizi ezen egemenlerin, güçlü olarak kalmaları ihtimalini her zaman yükseltir. Eğer, biz durumumuz için ciddi bir çözüm üretemezsek, dirayetsiz davranışlarımız sonrasında, benzer olumsuz şartlara mahkûm olmamız ihtimali artacaktır.

Konuya bir de egemen dediğimiz güçler açısından bakalım. Yönetici konumda veya çok zengin olan egemenlerin, az bir kısmı hariç, Tanrı’ya gerçek anlamda inanıyor olmaları ihtimali düşüktür. Tanrı’ya inanan zenginler bile, kendi hatalarını kabul etmek yerine, suçu, yönettiği insanlara veya rakiplerine atmayı tercih edebilirler. Tanrı inancı güçlü olmayanlar veya hiç inanmayanlar da, kabahati, yönettiklerine ve maddi gücü zayıf olanlara atmaya meyillidirler. Her iki anlayıştaki egemenler; insanların (halkın) tembel olduğu, üretmeden tüketmeye çalıştıkları, zenginlere düşman oldukları, söğüt gölgesinde yatarken para kazanmak istedikleri gibi şeyleri düşünürler. Yani egemenlere göre de suçlu, kendileri dışındaki odaklardır. Onlar da böyle düşününce, üretebilecekleri ortak ve dengeli çözümler sınırlı kalmaktadır. Doğru dürüst çözüm üretemeyince yapabilecekleri şeyler; yalan söylemek, başkalarını küçük görmek, sadece kendi menfaatlerine odaklanmak, insanları (aslında kendilerini) kandırmak gibi hususlar olmaktadır. Dolayısıyla egemenler (zengin veya tepe yöneticisi), yönettikleri kişilerle konuşurken, onları insan olarak görmeyebilirler. İnsanlarla değil de, sanki onların taştan yapılmış büstleri ile konuşuyormuş gibi hissetmek şeklinde garip düşüncelere kapılabilirler.

Yukarıda çok kısa olarak aktardıklarımızdan anlaşılan o ki, başkalarını suçlamamız ve başkalarının seçimlerine bağlı yaşamamız bizi mutlu etmediği gibi, bir çözüme ulaşmamızı da engellemektedir. Yani işlediğimiz hatanın suçunu başka yerlerde arama seçimimiz, aslında kendimizi kandırmak olmaktadır. Sonuçta da, kendi yaşamımızı, yine kendimiz olumsuz yönde etkilemeye devam ettiğimiz anlamına gelmektedir.

Başına gelen sıkıntıların sebeplerini, dış güçlere, yani, Tanrı’nın yazdığını düşündüğü kaderine veya egemen güçlere yahut da yönetilenlerin tembelliği ile üretmeden tüketme isteklerine bağlayarak, hep kendimizden başka unsurları suçlamakla varabileceğimiz olumlu bir yer yoktur. Bu gerçeği ne kadar çabuk anlarsak, o kadar erken mutluluğa doğru yol almaya başlarız.

Dolayısıyla, yaptığımız seçimlerimizin, genlerimizle karşılaştırıldığında, yaşamımız üzerinde çok daha etkili olduğunu anlayabilmemiz için, saçlarımıza ak düşmesini beklememeliyiz. Fakat ak düştükten sonra bile hatamızı anlarsak, geç kaldık diye düşünmeyelim. Ne kadar olduğunu bilmediğimiz kalan ömrümüzün huzurlu geçmesi için, seçimlerimize dikkat edelim, genlerimizi veya başka şeyleri suçlamayalım. Hayatımızın huzurlu olup olmamasının, kendimize daha çok bağlı olduğunu hatırımızdan çıkarmayalım.

Bazı insanlar hem maddeten hem ruhen güçsüz olabilirler. Gerek zalimlerle mücadele edecek güçleri gerekse maddi imkânları yetersizdir. Bu sebeple kendi gayretleriyle huzur bulamazlar. Bunları korumak ve onların huzur içerisinde yaşayacakları bir ortam oluşturmak, güçlülerin sorumluluğundadır.

Unutmamamız gereken bir başka husus da, bu dünyadaki yaşamımızın imtihan olduğudur. Yani her insan sıkıntı çeker. En çok sıkıntı çekenler de, Yüce Yaradan’ın peygamberleri olmuştur.

Dolayısıyla, sıkıntıya düşünce “niye ben” diye sormak yanlıştır. Zaten, güzel günlerinde “niye ben” diye sormayanın, sıkıntılı günlerde bu soruyu sorması anlamsızdır.

Anlamlı olan, seçimlerimizin genlerimizden daha etkili olduğunu görerek, “nasıl çözerim, nasıl atlatırım, nasıl sabrederim, insanlara nasıl faydalı olurum, nasıl mutlu olurum” şeklindeki sorularla huzur bulmaya gayret etmektir.

Bu yazı YAŞAM kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.