OSMANLILIK RUHU VE ENVER PAŞA
Osmanlı Türk Devletinin anlayışı, Türklerin tarih boyunca sergiledikleri ortalama davranışın aynısıdır. Yani Osmanlılık diye ayrı bir şey yoktur. Osmanlılık ruhu, Türk tarihinin bütününden soyutlanamaz. Hele, sömürgecilik anlayışıyla hiç ilişkilendirilemez.
Orta Asya tarihini ve Türklerin iki bin yılını inceleyen Jean Paul Roux, Türklerin medeniyet anlayışlarını şöyle özetler: “Türklerin hoşgörülü davranışları, dünya uygarlıklarına yaptıkları en önemli hizmetlerdendir.”
Fransız Türkolog Roux, Osmanlı Devletinin gerileme döneminde Türklerin, yaşadıkları her türlü sıkıntıya rağmen mücadelelerini över. Ama “kendilerinin ciddi bir yarar sağlamayacakları bu savunmayı, üstün bir gayret ve fedakârlıkla” yaptıklarını görerek, bu davranışlarına büyük bir saygı duyar.
Osmanlının gerileme değil, çöküş olarak nitelenebilecek bir döneminde yaşanan Trablusgarp (bugünkü Libya) olayı ve Enver Paşa’nın tavırları, Roux’nun sözlerinin ne kadar doğru olduğunu ispatlar.
Bilindiği gibi, 1911 yılında İtalyanlar, Trablusgarp’ı işgal etmek amacıyla çıkarma yaparlar. Bu sırada Enver Paşa, Berlin’de askeri ateşe olarak görev yapmaktadır. Haberi duyunca hemen ve kendiliğinden İstanbul’a gelir. Harbiye nazırına Trablusgarp’a müdahale etmemiz gerektiğini söyler. Nazır, orada çok az ( binden az) askerimiz olduğunu ve orayı gözden çıkardıklarını söyler.
Enver Paşa Türk tarihine uygun bir cevap verir. “Orada tek umutları biz olan mazlum insanlar var, onları yalnız bırakamayız.”
Ancak devletin Trablusgarp’a yardım edecek gücü yoktur. Enver Paşa az sayıda arkadaşıyla, tebdil-i kıyafetlerle Mısır üzerinden Trablusgarp’a gider. Sunusi Arapları teşkilatlandırır. İtalyanları durdurur.
Görevde olduğu Berlin’de oturduğu yerden ahkâm kesmeyen Enver Paşa, belki yaşadığı onlarca ölüm tehlikesine rağmen, ne kendinin ne de devletinin maddi hiçbir faydası olmadığı halde, mazlum insanları kurtarır.
Günümüzde, bazı Türkiye vatandaşı İslâmcı görünümlü yöneticiler, Enver Paşa’ya olmadık hakareti ederler. Onu ırkçılıkla suçlarlar. Kendileri söylemlerinde Türkiye’de 36 çeşit halk olduğundan bahsederler. Sadece Türkiye’deki değil, bölgedeki halkların koruyuculuğundan bahsederler. Ama eylemleriyle, Enver Paşa’nın tam tersini yaparlar.
Irak’ta Saddam Hüseyin’i iktidardan düşürmek için, Hıristiyan kuvvetlerle iş birliği yapabilmek maksadıyla T.B.M.M.’den onay tezkeresi geçirmeye çalışırlar. Sonunda Irak kan gölüne döner. Uzun yıllar düzeltilmeyecek düşmanlıklar oluşur.
Irakta’ ki bu gelişmelerden ders almayan İslâmcı görünümlü yöneticiler, aynı şeyi Suriye için yaparlar. Beşar Esad’ın iktidardan düşürülmesi için NATO’YU göreve çağırırlar. NATO karışmayınca kendi başlarına kalırlar. Olaylar Iraktakine benzer gelişir. Her iki ülkede de kaybeden Müslüman halktır ve ülkeleridir.
Bütün bunlar, en iyi niyetli ve hafif deyimiyle, beceriksizlik olarak nitelenecek olaylardır. Ancak, aynı kabiliyetsiz yöneticilerin olaylardan hiç ders çıkarmadıkları, yeni söylemlerinden anlaşılıyor.
Şimdi de Osmanlıcılıktan bahsediyorlar. Hâlbuki dönüp geriye bir baksalar, en azından kendilerini düzeltme imkânını bulurlar. Çevrelerindeki Müslüman ülkelerle ilişkilerinin sonucuna bakmaları yeter. Irak, Suriye, Libya, Mısır bu örneklerin en önemlileridir.
İslâmcı görünümlü bu yöneticiler, Osmanlılık ruhunun sonuçlarını daha iyi anlamak isterlerse, Enver Paşa’nın 1916 yılı başlarında, yani I. Dünya Savaşının tam ortasında Orta Doğu bölgesine yaptığı seyahatteki yaşananları dikkatle incelesinler.
Bu konuda Kürt Muhammed Ali’nin “Enver Paşa’nın Orta Doğu Seyahati” isimli kitabı ışık tutacaktır. (Kitabevi; Doğu Kütüphanesi, milletler arası ISBN: 9944-397-01-6) Süleymaniye doğumlu olup, Şam’da yaşamış ve 1953 yılında vefat etmiş olan yazarın Türk olmaması, hatta günümüzde oluşturulmaya çalışılan anlayışa göre Türklere düşman bir gruptan olması önemlidir.
Muhammed Ali kitabında, kendi düşüncelerinden çok, bölgedeki diğer halkların insanlarının fikir ve hareketlerine yer vermiştir. Bölge insanının, sevdiği veya yerdiği kişilere karşı abartılı bakışını göz ardı edersek, söylenenler örnek gösterilmeye değerdir.
Dünyanın en az uzlaşan ve en sorunlu bölgesinde, Enver paşa tarafların ortak idealidir. Paşa’yı övenler, onun Türk olduğunu söylerlerken onun davranışlarında, Türklüğün, mazlumları koruyan ve adaletle hükmeden asaletinin varlığını gördüklerini vurguluyorlardı. Enver Paşa ise, kendisine yapılan her türlü övgüye rağmen, mütevazılığını koruyordu.
Enver Paşa, bir insanın kendi soyunu inkâr etmeden, mazlumlara nasıl hizmet edilebileceğini, hak ve adaletle nasıl hükmedileceğini gösteren atalarının izinden gitmiştir. Onu taklit etmek isteyenler, önce kendilerini, sonra bütün Türk tarihini iyi bilmelidirler. Yoksa, kötü bir kopya olarak gülünç olmaktan ileri gidemezler.