NUR SURESİNİN BAŞLANGIÇ AYETLERİ

NUR SURESİNİN BAŞLANGIÇ AYETLERİNDEN ANLADIKLARIM

 

Ayetlerle ilgili olarak herhangi bir fikir beyan etmeden önce, ilk beş ayetin mealini verelim. Sonra anladıklarımızı paylaşalım.

1: “(İşte bu ayetler) bizim indirdiğimiz ve (hükümlerini üzerinize) farz kıldığımız bir suredir. Belki düşünüp öğüt alırsınız diye onda açık açık ayetler indirdik.”

2: “Zina eden kadın ve zina eden erkekten her birine yüz sopa vurun; Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsanız, Allah dini(ni tatbik) hususunda sizi sakın acıma duygusu kaplamasın! Müminlerden bir grup da onlara uygulanan cezaya şahit olsun.”

3: “Zina eden erkek, zina eden veya müşrik olan bir kadından başkası ile evlenemez; zina eden bir kadınla da ancak zina eden veya müşrik olan erkek evlenebilir. Bu, müminlere haram kılınmıştır.”

4: “Namuslu kadınlara zina isnadında bulunup, sonra (bunu ispat için) dört şahit getiremeyenlere seksener sopa vurun ve artık onların şahitliğini hiçbir zaman kabul etmeyin. Onlar tamamen günahkârdırlar.”

5: “Ancak bundan sonra tövbe edip ıslah olanlar müstesnadır. Çünkü Allah çok bağışlayıcı ve merhametlidir.”

Görüldüğü gibi, surenin başlangıç ayetinde gayet net bir ifade var. Yüce Yaradan, bu suredeki hükümleri, bizlerin mutlaka uygulamamızı istiyor. Bizlerden, bu hükümler üzerinde düşünmemizi bekliyor. Sadece düşünmemizi değil, aynı zamanda bu hükümlerden öğüt almamızı umuyor. Bütün bunları yapabilmemiz için de, ayetleri kolay anlaşılacak açıklıkta aktarıyor.

Surenin 4üncü ayetindeki açıklamalara baktığımızda, bir insanı suçlamanın yöntemini net bir şekilde anlıyoruz. Bir insanı suçlayıp ispat edemezsek, biz de, suçlu olan şahsın alacağına yakın bir oranda cezalandırılmayı hak ediyoruz.

Demek ki, iftira atmak çok büyük suçtur. Bize yapılan bir suçlamadan kendimizi kurtarmak için, kabahati başkalarına yüklemeye çalışmak, cezalandırılması gereken bir davranıştır. Bilhassa, mahkeme huzurunda ifade verirken, kendini temize çıkarmak veya kendisinin suçu sabitse, başkalarını da kendisiyle birlikte batırmak için yalan söylemek daha büyük suçtur. Çünkü mahkemede ifade vermeden önce doğruyu söyleyeceğine dair yemin edilir. Bu nedenle, verilen ifadeler, hem yapılan yeminden dolayı, hem de mahkemeler Hakk’ı temsil ettiğinden, doğrudan Yüce Yaradan’ın huzurunda verilmiş gibi değerlendirilir.

Aynı surenin 6ıncı ve 7inci ayetlerinin sonunda şöyle der: “…eğer yalancılardan ise, Allah’ın lânetinin kendi üzerine olmasını ifade etmesiyle (cezadan kurtulması) yerine gelir.”

Ayetin net bir şekilde aktardığına göre, insanlar şahitlik yaparlarken, yalan söyledikleri takdirde, Allah’ın lânetinin kendi üzerlerine olmasını kabul ederlerse, şahitlikleri geçerli olur. Yoksa geçersizdir. Hattâ, yalan ifadelerle başka insanları suçlamaya çalıştıkları için, kendi cezaları artar.

Dolayısıyla mahkemelerdeki ifadelere dayanarak, başkaları suçlanamaz. Bilhassa davalıların ifadeleri, çok daha ince elenip sık dokunduktan sonra değer kazanmalıdır. Yani, verilen ifadeler, suçlanan kişi hakkında somut deliller var ise geçerli olmalıdır.

Surenin 2inci ayeti, verilecek cezanın yöntemi hakkında bize fikir vermektedir. Suçu sabit görülen insana ceza verirken, acıma duygusuna kapılmamamız tembihlenmektedir. Verilen cezanın da, toplum önünde verilmesi istenilmektedir.

İnsanlığı ilgilendiren önemli bir suçu işleyen kişinin cezasını çektiğini, toplumun görmesi ve bilmesi gerektiği vurgulanmaktadır. Ayetteki bu ifadelerden anlaşılan o ki, kimse görmeden veya bilmeden çekilen cezanın, kimseye bir faydası yoktur. Gerçekten de, gözden ırak bir şekilde uygulanan cezaların, ne toplumdaki diğer insanlara ne de suçu işleyene gerçek anlamda bir yararı görülmez.

Toplumsal suçlarda verilecek cezalar, benzer suçları işlemeye meyilli olan başka insanların vicdanlarına ve akıllarına hitap ederek, onları benzer suçları işlemekten vazgeçirirse bir anlam ifade eder.

Toplum önünde uygulanan cezalar, aynı zamanda insanlardaki hukuka olan güveni artırır. İnsanlık haysiyetine ve insanların hayatlarına yönelik suçların cezasız kalmadığını görmek, kamu vicdanını rahatlatır.

Diğer taraftan toplum önünde cezalandırılan kişi de, halkın tepkisi karşısında, yaptığı yanlışı net bir şekilde görür. Tövbe edip, kendisini düzeltme ihtimali artar. Nitekim aynı surenin 5inci ayetindeki beklenti bu yöndedir.

Bilindiği gibi, Yüce Yaradan, insanları cezalandırmaktan daha çok kazanmaya çalışmaktadır. İnsanları cehenneminde yakmayı değil, cennetinde yaşatmayı arzulamaktadır. Bu husustaki düşüncelerimizi, bu sitede yayınladığımız “İslâm’ın Amacı Cezalandırmak Değil, Kazanmaktır” başlıklı makalemizde ifade etmiştik. Zaten, Yüce Yaradan’ın kelâmı olan Kur’an’ı dikkatlice okuyan her insan, suç işlemekte ısrarcı olanlarla ilgili olan Allah’ın gazabının şiddetini de, tövbe ederek salih ameller işleyenler için rahmetinin genişliğini de görür.

Surenin 3üncü ayetindeki ifadeler de nettir. Halk içerisinde söylenen bir deyişle benzer anlamdadır: “Hacı, hacıyı Mekke’de; Hoca, hocayı tekkede bulur.”

Dolayısıyla, bir şahsın kimlerle işbirliği yaptığına veya kimleri korumaya çalıştığına bakarak, o kişi hakkında kanaat sahibi olursak, yanılmayız. Çünkü insanlığın huzurunu bozan işler, müminlere haram kılınmıştır. Bu durumda, Hakk’ı tesis etmeye çalışanlara düşen, suçluları koruyanlar hakkındaki kanaati kesinleştirmek için delil toplamak olacaktır.

Allah’ım, insanların, yanlışlarından dönerek güzel işler yapabilmeleri için, onlara irade gücü ver, zihin açıklığı ver.

Senin her şeye gücün yeter.

Bu yazı KUR'AN ÜZERİNE kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.