NASREDDİN HOCA HİKÂYELERİNDEN ALINABİLECEK DERSLER 4
Nasreddin Hoca ile irtibatlandırılan hikâyelerin yorumlarına, yine o dönemlerin en yaygın konusu olan eşek temalı fıkralarla devam edelim.
HİKÂYE: ÜSTÜNDE OLSAYDIM
Hoca eşeğini yitirmiş. Hem arıyor hem de şükrediyormuş.
_ Hoca! Eşeğini yitirmişsin de niye şükrediyorsun? diye sormuşlar.
_ Üstünde bulunmadığıma şükrediyorum, demiş Hoca. Yoksa ben de kaybolacaktım.
YORUM:
Hoca, “beterin de beteri var” anlayışının, toplumda yayılmasına vesile olmak istemiş. Küreselleşmenin ve hızlı şehirleşmenin etkisinin giderek arttığı dönemlere kadar, çoğu toplumda olduğu gibi, Türk toplumunun önemli bir bölümü de, olaylara “beterin beteri var” şeklinde bakar, sahip olduklarına şükrederdi. İnsanların çoğu, herhangi bir öğün yemeğinin sonunda karnı doyduğu için, “nice bunu bulamayanlar var” diyerek şükrederdi. Yaşadığı ortamı, kendisinden maddeten daha güçlülerle karşılaştırmaz, kendisinden maddeten daha zayıf olanlarla karşılaştırırdı. Böylece “beterin beteri var” anlayışına ulaşır ve haline şükrederdi.
Diğer taraftan Hoca, topluma, kötü olayların sonucunda bile, olayların iyi yönlerini görerek mutlu olunabileceğini anlatan bir psikolog gibi öğütler vermiş. Hoca bu hikâyede, eşeğini kaybetmiş birisi durumuna düştüğünden, maddeten kendisinden daha zayıf birisini hayal etmesi zordur. Böyle birisi, ancak, eşeğini borçla almış ve henüz borcunu veremeden eşeğini kaybetmiş birisi olabilir. Böyle bir şahsı, o dönemin pazarlıkla ve peşin olarak yürüyen pazar satış şartlarında bulmak da pek mümkün değildir. Bu sebeple Hoca, kendisini kendisiyle karşılaştırmış ve daha kötüsünü kendi şahsında düşünmüştür. Böylece başına gelen bu müessif olayın bile, kendisini mutlu edecek yönünü bulmuştur. Böyle bir çözüm üreterek de, bizlere, yaşanan kötü olaylar sırasında dâhi mutlu olunabileceğini uygulamalı olarak göstermiştir.
Hoca, ayağı taşa takılarak sendeleyen veya düşen bazı insanların, taşa kızmaları ve taşı tekmelemeleri gibi yapmamıştır. Başına gelen bu müessif olayda bile, taşa takılan bir ayağa sahip olduğu için sevinler gibi düşünmüştür.
HİKÂYE: SEN Mİ SATACAKSIN BEN Mİ?
Hoca bir ara turşu satmaya karar vermiş. Turşu küplerini eşeğe yüklemiş, sokak sokak dolaşmaya başlamış.
Ama ne zaman “Turşu!” diye bağıracak olsa, eşek anırmaya başlıyormuş. Bir iki böyle dolaşmış. Sonunda bakmış ki eşek kendini bağırtmayacak:
_ Bana bak arkadaş! demiş. Turşuyu sen mi satacaksın, ben mi?…
YORUM:
Hoca, çevresinde tanınmış, itibarlı birisidir. O dönemlerde Anadolu’ya göç eden Türkler, yerleşik hayata geçmişlerdi. Yerleşik hayata geçildikçe, ticaret yapanların sayısı her geçen gün artıyordu. Ancak, kahramanlık ve gazilik ruhuna sahip Türklerde ticaret yapmak, hor görülmeye başlanmıştı. Nasreddin Hoca, bu anlayışa rağmen ticaret yapmaya kalkışarak, ticaretin hor görülmesinin önüne geçmeyi hedeflemiş olabilir.
Diğer taraftan, yapmaya başladığı ticaret, mahalle mahalle dolaşarak turşu satma işidir. Hoca gibi tanınmış ve itibarlı bir insan için yaptığı iş, küçük çaplı ve gezerek yapılan zor bir ticarettir. Dolayısıyla, Hoca bu hikâyeyle, ticaretin büyüğünün küçüğünün olmayacağını, küçük ticaret yapmanın, insanı küçük düşürmeyeceğini göstermeye çalışmış. Sonuçta, ticaretin bizzat kendisinin önemli bir iş olduğunu vurgulamak istemiş olabilir.
Hoca’nın vermek istediği bir başka mesaj şöyle olabilir. Hocanın amacının, “ticaret için birlikte yola çıkılacak arkadaşının mutlaka iyi seçilmesi gerektiği, aksi takdirde hayal kırıklığı yaşanabileceğini göstermektir” diye düşünürsek abartmış olmayız. Ortaklıkların çoğunun akim kalması, tarafların, ortak seçimlerinde yanlış yapmalarındandır. Aynı özelliklere sahip insanların ortaklık yapmaları halinde ileride anlaşmazlığa düşmeleri ihtimali kuvvetli olmaktadır. Hâlbuki birbirini tamamlayan özelliklere sahip ortakların birliktelikleri daha uzun sürebilmektedir.
Nasreddin Hoca’nın bize vermek istediği bir başka mesaj için de şöyle fikir yürütebiliriz. Ortaklar, birbirlerini tamamlayan özelliklerde bile olsalar, işe başlamadan aralarında anlaşma yapmayanlar, yarı yolda sıkıntıya uğrayabilirler. Dolayısıyla, anlaşmanın, Hoca’nın eşekle yapmaya çalıştığı gibi işin yarısında değil, başlangıcında yapılması gerekmektedir.
HİKÂYE: EŞEĞE Mİ İNANIYORSUN, BANA MI?
Bir gün komşusu gelmiş, Hoca’dan su taşımak için eşeğini istemiş.
Hoca:
_ Eşek evde yok, demiş.
Tam o sırada, eşek ahırdan anırmaya başlamaz mı!…
Komşusu:
_ Yahu Hoca! demiş, niye yalan söylüyorsun, işte eşek evde ya!…
Hoca:
_ Ne yani demiş, sen şimdi eşeğe mi inanıyorsun, bana mı?
YORUM:
Hoca, bir insanın, başkasına yardımcı olmaya gönlü olmayınca, her türlü bahaneyi uydurabileceğini göstermek istemiş. Halk arasında söylenen “urgana un sermek” terimi, bu gibi durumları açıklamak için oluşturulmuş bir deyimdir.
Ayrıca Hoca, yardım istenilen bir insana güvensizlik duymanın ve bunu yüzüne belirtmenin yanlış olduğunu vurgulamış. Bu şekilde suçlayıcı davranmanın sorunu çözmeyeceğini, aksine derinleştireceğini anlatmış.
Nitekim Hoca verdiği cevapla, eşeği o anda vermediği gibi, bir daha komşusunun gelip Hoca’dan eşeğini istemesinin de önünü kesmiş oluyor. Demek ki, komşusu Hoca’yı suçlayıcı konuşunca, sorunu çözmek bir yana, daha da derinleşmesine vesile oluyor. Komşusu da Nasreddin Hoca gibi hazır cevap olsaydı ve “benim zaten dışarıdaki eşeğin gelmesini bekleyecek vaktim yok, ahırdaki şu anıran eşek de benim işimi görür” mealinde konuşsaydı, belki sonuç farklı olurdu. Çünkü suçlanan insanlar, kendilerini temize çıkarmak için, savunma yapmak zorunda olduklarını düşünürler.