İSLÂM’IN ŞARTLARI YERİNE SERBEST PİYASA ŞARTLARI, TEK OLAN ALLAH YERİNE PİYASA TANRISI DİYENLER
Müslümanların sorunlarından birisi, yazının başlığında gizlidir. Aslında bu sorun, bütün dinlerin, kalpten değil, dilleriyle inananları için geçerlidir. Fakat her dinin mümin olanları için geçersizdir. Kimlerin mümin olduğuna ise, Allah karar verir. Bizler, kişinin söylemlerine ve görüntüsüne bakarak karar vereceğimizden, yanılabiliriz. Çünkü maalesef, topluma karşı çok başarılı tiyatro oynayabilenler çoğalmıştır. Dolayısıyla insanları aldatabilenlerin sayısı süratle artmaktadır. Fakat hiç kimse Allah’ı aldatamaz. Her şeyi, fısıltıları ve hattâ kalplerden geçeni dâhi bilen Yüce Yaradan, bu konuda zerre kadar haksızlık etmez.
Daha önce, bu sitemizdeki “Piyasa Tanrısı ve Piyasa Dini” ile “Piyasa Tanrısı ve Gerçek Tanrı” başlıklı yazılarımızda, bu konuları işlemiştik. Müslümanların sorunlarını tespit için başladığımız yazılarla ilgisi açısından, bugün kısaca tekrar edeceğiz.
“İnsanlık tarihinin ilk devirlerinden itibaren pazarlar hep olageldi. Ama Pazar (Piyasa) hiçbir zaman Tanrılaştırılmadı. (Fakat küreselleşme ile birlikte şartlar süratle değişti.) Artık o, yüce ve kudretli tek tanrı oldu. Hükümranlığı evrensel. Rakip kabul etmeyen ve herkes tarafından kabul edilmek zorunda olan bir hükümranlık sahibidir.”
Yukarıdaki paragraf, parantezin içi hariç, Harvard Üniversitesi eski ilahiyat profesörlerinden Harvey Cox’a aittir. Kur’an’ın değişmezliğini ve tek olan Allah’ı kabul eden Müslümanlarda “piyasa tanrısı” algısının olması beklenilmez. Ama gerçek hayattaki uygulamalara bakıldığında, en azından Türkiye açısından, piyasa dini ve piyasa tanrısı anlayışı hızla yaygınlaşıyor.
Çünkü inançları dillerinde olanların çoğu, toplumun ortalamasının altında beceri ve bilgiye sahiptirler. Bunların en önemli kabiliyetleri dini işlerine ve siyasetlerine alet etmektir. Ancak dini siyasetlerine alet etmeleri yetmez. İktidara gelebilmek ve burada kalabilmek için, piyasa dinine ihtiyaçları vardır.
Bu sebeple önce, kendileri piyasa dininin kurallarından yararlanarak zenginlemeye başladılar. Sonra sıra halkı da kandırmaya geldi. İnsanları kandırabilmek için “devlet ekonomiden çekilmeli” anlayışını halkın beynine kazımaya çalıştılar. Daha sonra, “Müslüman zengin olmalı” anlayışını işlediler.
Çünkü bu yöntem olmadan, halkı sömürmeleri mümkün değildi. Nitekim geçmiş İslâm devletlerindeki ve Osmanlıdaki uygulama farklı idi. Müslümanların devletleri halkı korumak için, tekelciliğin oluşmasına izin vermez, gerekirse narh koyarak fiyatları kendileri belirlerdi. Eski devletlere göre, kişi olarak bir Müslümanın aşırı zenginliği değil, toplumun maddi olarak birbirine yakın güçte olması istenilirdi. Kazançlar da, mutlaka helâlinden olmalıydı. Malları üst üste yığmamalı, infak etmeliydi, yani ihtiyaç sahiplerine dağıtmalıydı.
Günümüzdeki piyasa dini, rekabetçi anlayışı ve çatışmayı öğütler. İslâm ise, işbirliği ve dayanışmayı tavsiye eder. Fakat maalesef günümüzdeki Müslüman cemaat ve guruplar, kendileri ile aynı guruba üye olmayanlara karşı “rekabetçi ve çatışmacı” oldular. Kendileri ile aynı düşünenlere “işbirlikçi ve dayanışmacı” oldular. Ancak piyasa dininin kuralları, bu çelişkili duruma uzun süre izin vermedi. Artık bu anlayıştaki Müslümanlar, kendi gurupları ile de çatışmaya başladılar. Zaten işin doğası buydu.
Böylece, çifte standartlı dediğimiz davranış hali, sadece siyasilerde kalmadı. Onların anlayışlarının peşinde giden insanlar arasında yaygınlaşmaya başladı. Artık, halkın da önemli bir bölümü, birbirlerine tiyatro oynuyorlar. Oynayan da, oynanan da, bu durumun farkında, ama piyasa dininin doğası gereği, kendilerini değiştiremiyorlar. Belki de Yüce Yaradan, onlara verdiği fırsatları anlamadıklarını görünce birçoğunun kalplerini mühürledi. Biz bilemeyiz.
Harvey Cox, piyasa dininin, diğer dinlerin mabetlerine dokunmadığını söyler. “Piyasa dini; Hindu mabetleri, Budist festivalleri, Katolik azizlerin türbeleri, Müslüman evliyaların türbeleri gibi yerlere, gelir merkezleri olarak bakar. Onların törenlerini teşvik eder” diye düşünür. Bizler de çevremize bu gözle baktığımızda, Cox’un doğru düşündüğünü anlarız.
Diğer taraftan eski Müslüman devletlerin anlayışlarında gördüğümüz gibi, Allah’ın dini ile piyasa dini birbirine zıt şeyler söyler. Pazar dini, “elindekiyle yetinme” diye öğütler. Bu öğüt, nefislere hoş gelir. Allah’ın dini ise, ihtiyaçtan fazlasını dağıt der. Bu, nefsin hoşuna gitmez. Piyasa dini ferdiyetçiliği savunur. Allah’ın dini, toplumsal dengeyi hedefler.
Piyasa dininde, kazanmak için her türlü yalan ve hile geçerlidir. Gerekirse hiç suçu olmayan insanların bile ezilmelerine cevaz verir. Çünkü rekabette, kaybedene merhamet edilmez. Bu anlayış insanın nefsini okşar. Allah ise, merhametlilerin en hayırlısıdır. İnsanlardan da, mümkün olduğunca merhametli olmalarını ister.
Müslümanlar, yaptıkları ile dini anlayışlarının uyuşmadığını kolayca anlamışlardır. Kendilerini haklı çıkarmak için hemen fikir üretmişlerdir. Bazıları, burası “dar-ı İslâm” yani İslâm ülkesi değil, dolayısıyla her yol mübah (sakıncasız) demişlerdir, bir kısmı da sadece kendi menfaatlerini koruyabilmek adına, insanlara küçük yardımlar yaparak, toplumsal denge için çabalıyor gibi görünmeye çalışmışlardır. Fakat kazanırken insanları ezmeye, onların haklarını yemeye, beytülmali talan etmeye, her türlü yalan ve hileye devam etmişlerdir.
Piyasa dinine göre maddi ve manevi her şey alınıp satılacak bir metadır. Cox, Piyasa dininde artık sadece köyler, ormanlar, göller, barajlar, yollar, ırmaklar dâhil her türlü maddi varlıkların değil, insan dâhil bütün manevi değerlerin, alınıp satılabilen bir meta olduğunu söyler. Hattâ insanların birbirlerine baktıklarında, üzerlerinde renkli fiyat etiketleri gördüklerini belirtir.
Bazı Müslüman ülkelerde Cox’un bu söyledikleri, maalesef aynen geçerli hale geldi. Bunlara ilaveten Müslüman ülkelerde, dünya ortalamasının üzerinde rüşvet ilişkisi oluştu. Bazı İslâm âlimleri rüşvetin dinimizce suç olmadığının fetvasını verdi. Bazıları rüşveti, ganimet gibi değerlendirdi. Bu gelişmeler, piyasa dininin Müslümanlar arasında yaygınlaşmasına vesile oldu. Fakat işin acı yanı, Müslümanların önemli bir kısmının, içine düştükleri bu feci durumu görmeyip, halen kendilerini en hakiki Müslüman olarak takdim etmeleridir.