İMAM GAZALİ’NİN ETKİLERİ

İMAM GAZALİ NEDEN ÖNEMLİ

 

İhsan Eliaçık, Muhammed Abid el-Cabiri’nin (1936-2010) şu ifadesini aktarır: “İslâm-Arap düşüncesinin başlangıcından günümüze kadar devam eden çizgisini, kendisinden öncesi ve sonrası diye bölecek bir an tayin etmek gerekirse, bize göre bu, Gazali’nin devrinden başkası olamaz. Gazali’den sonra İslâm-Arap düşüncesi çöküş sürecine girmiştir.” Yazarın ifadesine göre Gazali, beyan (nass, yani Kur’an ayetleri ve Hz. Muhammed’in sözleri gibi), irfan (tasavvuf) ve bürhanı (felsefe) parçalayıp birbirine geçirmeye kalkışması krizin ana sebebidir. Çünkü her üçü de artık kendisi olmaktan çıkmıştır.

İslâm âlimi olarak bilinen insanların arasında yapılan bu değerlendirmelerin, halk nezdinde bir anlamı var mıdır, bilinmez. Fakat İmam Gazali’nin kendisinden sonraki âlim denilen kişileri etkilediği gibi, aynı şekilde halkın anlayışına da tesirli olduğu muhakkaktır.

Acaba halk arasında neden bu kadar çok etkili olmuştur? Bilindiği gibi Gazali’nin, tasavvuf anlayışını sistematik denilebilecek bir hale getirdiğine inanılır. Gazali’nin etkisi, sadece, uzun süren Haçlı Seferlerinin ve Kudüs’ün Haçlı Birliklerinin eline geçmesinin doğurduğu acılı ortamda, halkın avuntusu, yani sığınağı olarak ortaya çıkan tasavvuf anlayışı ile izah edilebilir mi? Bütün bunları daha iyi anlayabilmek için Gazali’nin söylediklerini daha yakından ve halkın bakış açısından incelemek gerekir.

Gazali İhya-ı Ulumiddin adıyla topladığı eserinde, halka çok çeşitli tavsiyelerde bulunmuş, hayatın akışı içerisinde nasıl davranacakları konusunda ve neredeyse her alanda çok ayrıntılı fikirler beyan etmiştir. Belki de bu sebepten, kendisinden sonra gelen bazı âlimler, “Kur’an dâhil, İslâm ile ilgili olan bütün eserler kaybolsaydı, sadece Gazali’nin bu eseri kalsaydı, İslâmiyet bir şey kaybetmezdi” diyebilmişlerdir.

Gazali, halka Cennete girmenin kolay yollarını göstermiştir. Dört cilt halinde toplanan ilgili kitabında bu konuda çokça örnekler vermiştir. Haftanın her günü için belli saatlerde (örneğin öğleden sonra) 2 veya 4 rekât bir namaz kıldıktan sonra yapılacak dua örnekleri vermiştir. Bu duaları okuyan insanlar, Gazali’ye göre, kazanacakları çok sayıda sevap sayesinde Cennete girebilmeyi sağlama almaktaydılar. Eğer çeşitli sebeplerle bazı günler dua etmeyi atlarsak, haftanın kalan günlerinde bu eksiğimizi tamamlama imkânımız olduğunu bize göstermiştir. Birkaç haftayı atladıysak, gelecek haftalarda açığımızı tamamlayabilmemiz mümkündür.

Bildiğiniz gibi, bu sitedeki yazılarımızda, İslâm’ın özünün iyi işler yapmak olduğunu Kur’an’dan ayetlerle açıklamaya çalıştık. Bakara 82’yi örnek verdik. Tövbe 18’e göre, iyi işler yapmadığımız takdirde, ibadetlerimizin bizleri kurtuluşa erdirmesinin kesin olmadığını aktardık. Zaten insanlar için çok zor olanın iyi işler yapmak olduğunu vurguladık. Ancak, zor işleri yapamayan insanoğlu, kendini vicdanen rahatlatmak ister. Allah’ın rızasını kazandığını, Cennete gideceğini düşünmek ister.

Çok farklı yazılarımızda bu konuda daha ayrıntılı olarak düşüncelerimizi aktardık. İnsanları rahatlatan konulardan birisinin dua etmek olduğunu ifade ettik. Fakat İslâm’ın sadece dua ederek sevap kazanma dini olmayıp, iyi işler yaparak sevap kazanma dini olduğunu vurguladık. İşte zor olan iyi işleri yapamayan insanlara, İmam Gazali’nin yazıları bir çıkar yol gösteriyordu.

Gazali’nin gösterdiği bu yol, halkın dini önderi olmak isteyenlerin de işine yaradı. Onlar da aynı söylemi çevresindekilere yapmaya başladılar. Böylece kendilerini dinleyenler çoğaldı. Tarikatların ortaya çıkışları esas olarak Gazali’den sonradır.

Gazali’nin yaptığı bir başka eylem, kendisinden önceki âlimlerin çoğunu suçlamasıdır. Farabi ve İbni Sina gibi en az üç ilim dalında saygın bilgisi ve yeri olan âlimleri zındıklıkla (bir anlamda dinsizlikle) suçlamıştır. Onları suçlarken kendisinin, başka ilim dallarında herhangi bir çalışması yoktu. İslâm’da da teoloji (ilahiyat) diye bir alan yoktu, ama Gazali ilk ilahiyatçılardan oldu. Gazali’nin bu konumuna rağmen yaptığı suçlamaları, muhtemelen halkın önderi olmak isteyen din adamlarına kapı araladı. Bunlar, hem Gazali’nin fikirlerine yaslandılar hem de Peygamber efendimizin hadisi diyerek uydurulan bir söze dayandılar. Hz. Muhammed’e (s.a.v.) atfen uydurulan hadis: “Benden sonra ümmetim 73 fırkaya ayrılacak, bunların 72si cehennemlik, sadece biri cennetlik olacak” şeklindeydi.

Böylece her biri ayrı yoldan giden tarikatlar ortaya çıkmaya başladı. Her tarikatın (yolun) önderi (şeyhi), kendinin her türlü yanlışına rağmen çevresinde toplanılmasını sağlamak için, diğer tarikatları suçlamaya başladılar. Bir başka tarikatın üyesi ile dost olan kendi üyeleri de suçlandı. Başka bir şeyhe bağlanmaya kalkışanlara hain gözüyle bakıldı. Sonuçta insanlar gerçekleri göremediler. Bu vahim hata maalesef, günümüze kadar sürdü ve devam da edeceğe benziyor.

Gazali İhya-ı Ulumiddin adlı eserinde Hz. Muhammed’in (s.a.v.) “İlim öğrenmek her Müslüman’a farzdır.” hadisini (sözlerini) aşağıdaki sözlerle açıklamıştır. “Bu hadisteki ‘El-ilmu’ kelimesindeki lâm-ı tarifinde işaret ettiği gibi, öğrenilmesi farz olan ilimden gayesinin Müslümanlar üzerine farz olan amel ilmi olduğu anlaşıldığı gibi, bizim beyanatımızla da bunların farz olma zamanı açıklanmış oldu.”

Bu açıklama herhalde, şeyhlerin can simidi olmuştur. Kendilerinin bilgisizliğini örtmek bir yana, aksine hayattaki tek ilim kendilerinin anlattıklarıymış gibi bir konuma yükselmişlerdir. Tabipler, matematikçiler vb ilimlerle veya işlerle uğraşanlar, önemsiz, asıl ilimden habersiz biçare insanlar olarak görülmeye başlanılmıştır.

Gazalinin bir başka etkili olduğu konu, kendisine bunca ilmin Allah tarafından verildiğini ima etmesi olmuştur. Gazali, Hallac-ı Mansur’u da suçlamıştır. Sebebi, sahip olduğu ilimleri kendisine Allah’ın verdiğini, açıkça söylemesini yanlış bulmasıdır. Hâlbuki Gazali de, bazı sözlerinde kendisine de ilmin Allah tarafından verildiğini –Hallac kadar net olmasa bile- ifade etmiştir. Bu doğrudan olmayan ifade tarzı, şeyhlerin arayıp ta bulamadıkları bir çözüm yolu olmuştur. Artık şeyhlerin gördükleri rüyalar, farklı tarikatların müridlerinin aralarında bir yarışma vesilesi olmuştur.

Gazali’nin hem ilimden ne anlaşılması gerektiği konusundaki fikri, hem de ilmin kendisine Allah tarafından verildiği iması birleşince, insanlar, kendi başlarına Kur’an’ı anlayamayacaklarına inanmışlardır. Allah’ı tek başlarına bulamayacakları, mutlaka Allah’tan yetki almış birisine bağlanılarak, onun yol göstermesiyle bulabilecekleri fikri zihinlere kazınmıştır.

Gazali’nin bir insanın günlük hayatında yaşadığı çok fazla konu hakkında fikir beyan etmesi de şeyhlerin işlerini ve sorulara verecekleri cevapları kolaylaştırmıştır. Artık yeni şeyhler için yeni sorulara yeni cevaplar bulmak zor olmamıştır. Zaten verecekleri cevabı sorgulayacak bir yapı da kalmamıştır.

İmam Gazali, ticaret konusunda İslâm’ın bakış açısını anlatırken, çok az kimsenin uygulayabileceği bir fikir yürütmüştür. Gazali’ye göre; “Bir kişi, şehrinde şeker satan tüccar iken, malı tükendiği için kervanlarla başka uzak bir şehre giderken kendi memleketinde şeker fiyatları artmış, ama mal alacağı yerde artmamış ise, şekeri almadan önce satıcı tüccara bu durumu söyleyerek uyarması şarttır. Yoksa kazancı haram olur.”

Şimdi düşünelim. Gazali’nin bu söylediklerini kaç kişi uygulayabilir. Hal böyle olunca insanlar şeyhlerin de etkisiyle giderek, ticaretten çekilmeye başlamışlardır. Zamanla, Hz. Muhammed’in mesleği olan tüccarlık hor görülmüştür. (İşin bir başka ilginç yanı günümüzde ortaya çıktı. Bugünün Müslümanı, “Müslüman zengin olmalı” sloganı oluşturdu. Ancak, zengin olurken takip ettikleri yol, Gazali’nin yorumlarının tam tersi durumda. Fakat bu zenginlere ve siyasetçilere sorarsanız, İmam Gazali, en büyük İslâm âlimidir. Bundan daha yaman bir çelişki olamaz.)

Gazali’nin bir başka avantajı, dönemin iktidarının has adamı olmasıdır. Bu görevinden dolayı, söylediklerinin etkisi onunla aynı konumda olmayanlara göre daha fazla olmuştur. Nitekim benzer durum, Ebu Hanife ile onun öğrencisi Ebu Yusuf’un tesirleri konusunda da görülmüştür. Ebu Hanife, baş kadılık görevini “ben iktidarın oyuncağı olamam” diyerek reddetmiştir. Bu sebeple cezalandırılmış, hapsedilmiş, değnek cezası çekmiştir. O ölünce, öğrencisi Ebu Yusuf, hemen baş kadılık görevine oturmuştur. Bunun sonucunda Hanefilik mezhebi, Ebu Hanife’nin fikirleri üzerine değil, onunla neredeyse tam tersi düşünceler geliştiren Ebu Yusuf’un fetvaları üzerine inşa olmuştur. Yani günümüzde, Hanefi mezhebindenim diyenlerin çoğunluğu, Ebu Hanife’nin reyci (akılcı) fikirlerini değil, Ebu Yusuf’un hadisçi düşüncelerini savunanlardır.

Bir başka örnek olarak İbni Arabi verilebilir. Arabi, Gazali’ye nispetle çok daha fazla konuya ve âlimlerin anlayacağı seviyede cevap vermiştir. Öyle ki, ondan sonra,  onun kadar çok konuda onun derinliğinde olan –bazı cevapları çok tartışma götürür olsa da- başka bir âlimin olmadığı iddia edilir. Ayrıca kendisine bu ilmin Allah tarafından verildiğini eserlerinde açıkça ifade etmiştir. Fakat etkisi Gazali’ye göre daha az olmuştur. Bunun bir sebebi de Gazali gibi mevcut iktidarın memurluğunu yapmamış olmasıdır. Hattâ, idam edilmemek için, Mısır’dan acele göç etmek zorunda bile kalmıştır.

Gelelim bugüne. Günümüzde yaşadığımız ilde veya ilçede iki belediye başkan adayı olduğunu düşünelim. Biri, imar planlarını değiştireceğini, bizim 3 katlı binamızın yerine 6 veya daha yüksek katlı bina izni vereceğini söylese. Diğeri de ben kanunlar ne diyorsa onu uygularım, teknik açıdan mümkün olmayana izin vermem dese. Acaba hangisi seçilir? Hangisinin peşine gidilir?

Benzer şekilde sorarsak, siyaset ile yakın olan, bilhassa iktidardaki siyasilerin maddi desteklerini alan bir tarikat mı daha çok üye toplar, bizim işimiz imanımızı pekiştirmektir, maddi güç sahibi olmak bizi ilgilendirmez diyen tarikat mı?

Bu yazı Sosyal kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.