KÜRESELLEŞEN DÜNYADA MİLLİ TİCARET VE MİLLİ SİYASET ÜZERİNE

KÜRESELLEŞEN DÜNYADA MİLLİ TİCARET VE MİLLİ SİYASET ÜZERİNE

 

Bu konularda sağlıklı bir fikre ulaşmak için, mevcut durumu irdeleyerek kendimize bazı sorular sorabiliriz.

Bir malın üretiminin yapılabilmesi için sermayeye ve işgücüne ihtiyaç vardır. Üretilen malın ticari olarak değer kazanabilmesi için, hem güçlü bir sermayeye hem de teknolojiye ihtiyaç vardır.

Günümüzde, para yani diğer bir deyişle sermaye, sınır tanımadan dünyanın istediği bölgesine gidebiliyor. Patent yasaları ve fikri mülkiyet hakları gibi korumacılıklara rağmen, teknoloji taklit edilebiliyor. Bilhassa kaliteli işgücü, sınırları aşarak kendine iş bulabiliyor.

Ülkeler arasında, para, işgücü ve teknoloji alanında böylesine geçişlerin olduğu bir ortamda, bir ülkede üretilen bir malın, o ülkenin milli ürünü olduğunu nasıl iddia edebileceğiz?

Bir Amerikan üniversitesinde çalışan Pakistanlı bir öğretim üyesi, yaptığı araştırmaların sonunda Nobel ödülü alırsa, bu ödül Amerikalıya mı, yoksa Pakistanlıya mı verilmiş oluyor?

Bir Alman şirketi, Çin’de fabrika kurarak üretim yapıyor. Bu durumda yapılan üretim, Alman malı mı, yoksa Çin malı mı sayılmalıdır?

Bir Güney Kore otomobil firması Türkiye’de fabrika kurduğunda, yapılan sermaye yatırımını ve üretilen otomobili hangi ülke sahiplenmelidir?

Meksika’daki orta büyüklükte yani KOBİ niteliğinde bir şirket, hisselerinin çoğunu veya tamamını bir İngiliz şirketine devrediyor. Fakat devralınan Meksika firmasının ismi aynı kalıyor. Bu durumda firmanın sermayesine ve üretimine hangi ülke siyasetçisi bizimdir demelidir?

Daha karmaşık bir örnek verelim. Bu sitede yayınladığımız “Enerji İhtiyacımızın İlginç Sebepleri” başlıklı makalemizde enerji israfıyla bağlantılı olarak anlattığımız bir vakıa şöyleydi:

“Yediğimiz bir kavanoz fındık ezmesinin soframıza geliş hikâyesine bir bakalım. Marka sahibi olan, firmanın merkezi İtalya’dadır. Fındığı Türkiye’den alıyor. Şeker Brezilya’dan getiriliyor. Vanilyalar Çin’den, kakaoları Nijerya’dan alınıyor. Malezya’dan palmiye yağı geliyor. Dünyanın her köşesinden getirilen hammaddeler, yine dünyanın başka köşelerindeki fabrikalarda işleniyor. Fabrikalar; Avusturalya, Rusya, Avrupa ve Amerika’da bulunuyor. Dünyanın farklı köşelerinden hammaddeleri toplanıp, neredeyse beş kıtadaki fabrikalarda işlenen bir kavanoz fındık ezmesinin satış ofisleri, yine dünyanın farklı köşelerinde bulunuyor. Meksika, Güney Afrika, Hindistan, Çin ve Japonya’daki bürolardan pazarlanıyor.”

Bu organizasyon karşısında, üretimin hangi ülkeye ait olduğunu nasıl söyleyeceğiz? Borsa satışları sayesinde sermaye farklı hissedarlara dağılmışsa, işgücü farklı ülkelerin insanı ise, satış ağı farklı ülkelere ait ise, hangi ülkenin siyasetçisi, işin hangi kısmına sahiplenebilir?

Bir Fransız otomobil firmasının ürettiği otomobilin bazı parçaları başka ülkelerde başka firmalar tarafından imal ediliyor. Diğer ülkelerde imal edilen bu parçalar, Fransa’da birleştiriliyor. Bir Japon firması da, İngiltere’de otomobil fabrikası kuruyor. Her iki firma da, Avrupa Birliği ülkelerine satış yaparken bazı zorluklarla karşılaşıyor. Bu durumda, Fransız siyasetçisi, Fransa’da montajı yapılan ama parçalarının çoğu başka ülkelerde üretilen bu otomobil satışını savunurken, Fransa’nın menfaatini mi savunmuş oluyor? İngiliz siyasetçi, Japonca ismiyle üretim yapan firmanın önündeki zorlukları kaldırmak için mücadele verince, İngiliz çıkarlarını mı korumuş oluyor?

Siyasetçiler, savunmalarında, aldıkları vergiye mi bakacaklar, çalışan işçilerin bir kısmının kendi ülkelerinden olmasını mı esas alacaklar? Eğer yatırımı yapan şirket, değişik ülkelerdeki üretimlerini, montaj yapılan ülkeye getirirken, muhasebecilerinin geliştirdiği dâhiyane yöntemler sonucunda, hiçbir ülkede doğru dürüst vergi vermiyorsa, siyasetçinin yapacağı savunma ne anlama gelecektir? Bir şirketin yatırımı yaptığı ülkeye ilave ettiği katma değerin miktarı, şirketin işçilere ödediğinden bile az ise, siyasetçinin savunması hangi temele dayanacaktır?

Dünya küreselleştikçe, sermaye, işgücü ve teknoloji dolaşımı artarak devam etmektedir. Bu durumsa milli şirket, milli ürün, milli sanayi, milli teknoloji gibi kavramlar sarsılmaktadır. Bu kavramlar anlamlarını yitirdikçe, ülkelerdeki ithalat-ihracat dengesi tartışmaları da giderek anlamsızlaşmaktadır. Böyle olunca ülkelerin ekonomik göstergelerinin birbirleriyle kıyaslanmaları da gerçeği yansıtmamaktadır.

Bütün bunları dikkate aldığımızda, siyasi otoritelerin ülkenin ekonomik kaderi üzerindeki etkilerinin azaldığını söylemek yanlış mı olur?

Milli siyasetin tesiri azalıyorsa, ekonominin kaderi üzerinde etkisi artan yeni bir gurup mu oluşmaktadır? Uluslar aşırı şirketlerin ekonomi üzerindeki etkileri artıyorsa, ekonomiyi yönlendirenlerin, bu şirketlerin üst yöneticilerinin olduğunu iddia edebilir miyiz? Bu şirketlerde yöneticiler değiştiğine göre, hissedarlar mı ekonomiyi yönlendirmektedirler? Hissedarlar da bazen değiştiğine göre, hangi gurup ekonomiyi yönlendirmektedir? Sahip oldukları para hırsından dolayı zenginler arasında kuralsız bir rekabet var iken, daha çok zengin olanlar mı ekonomiyi yönlendirmektedir?

Diğer taraftan, finans sektörünün durumu giderek daha dikkat çekmektedir. Bir finans kuruluşu, kurduğu sistemle, dünya borsalarında hiç kesintisiz olmak üzere, 24 saat işlem yapabilmektedir. Üretici firmaların bile bilançolarına bakıldığında, gelirlerinin %70 civarı, sair gelirlerden elde edildiği belirtilmektedir. Sair gelirler, genel anlamda, finans gelirleridir. Ayrıca, günümüzde kambiyo ticaretinin günlük hacmi, ticareti yapılan malların değerinden yüzlerce defa fazladır. Bu durumda, bir ülkedeki ekonominin kaderi, finans dehalarının elindedir diyebilir miyiz?

Eğer, siyasi yöneticilerin etkileri giderek azalıyorsa, seçim öncesinde halka verdikleri sözleri tutarken nasıl bir yol izleyeceklerdir? Bilhassa, eğitim, sağlık ve bayındırlık gibi alanlarda, amaçları sadece kâr etmek olan şirketleri, sosyal adalet ve hakkaniyet gibi hususlara eğilmeleri için nasıl ikna edebileceklerdir?

Görülüyor ki, sorun giderek karmaşıklaşmaktadır. Aslında meselenin çözümü çok basittir. Konuyu karmaşıklaştıran unsur, bizlerdeki anlayışlardır. Siyasetçisiyle, şirket sahipleriyle, firmaların çalışanlarıyla, ekonomi dehâlarıyla, teknolojik araştırmalar yapanlarıyla birlikte hepimiz için hedef, daha çok para kazanmak, daha üst makamlara gelmek, daha çok alkışlanmak olduğu sürece, sorunlarımız karmaşıklaşıyor.

Bizler, kutsadığımız para tanrısının değil, tek olan gerçek Tanrı’nın rızasını kazanmak için gösterdiğimiz çabalarımızı artırdıkça, sorunlarımızın kolayca çözülmeye başladığını göreceğiz.

Şahsi çıkarlarımızı, ülkenin menfaatiymiş gibi göstererek, ülkeler arasındaki mücadeleyi tetikleyenlerimiz arttıkça, sorunlarımız karmaşıklaşacaktır.

Sahipleri veya yöneticileri olduğumuz şirketlerimizin çıkarlarını, insanlığın menfaatinin üzerinde gördükçe, meselelerimiz çözülemez noktalara gelebilecektir.

Çözümsüzlük, bir gün dönüp, sorunları karmaşıklaştıranları vurduğunda, vakit hepimiz için çok geç olabilir.

Bizler, hangi konumda olursak olalım, ister siyasetçi, ister şirket sahibi veya yöneticisi, ister sivil toplum kuruluşu mensubu, ister askeri personel olalım, kendimize hep şu soruyu soralım: “Ben ne yapmalıyım ki, benle birlikte insanlık da huzur bulsun ve kazansın.”

Bu yazı Sosyal kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.