KUR’AN’IN DİLİNİN ÖRNEKLİĞİ

KUR’AN’IN DİLİNİN ÖRNEKLİĞİ

 

Bu sitede yayınladığımız “Kur’an, Arapça mı Okunmalı” başlıklı yazımızda konuyu irdelemeye çalışmıştık. Bu makalemizde daha farklı açıdan yaklaşmaya çalışacağız.

Bir kişi, bir kitap yazmak istediğinde, kendisinin de içinde bulunduğu toplumun diliyle yazmayı düşünür. Çünkü önce kendi toplumunda anlaşılmalı ki, bilinmeye başlasın. Bu şahsın, başka yabancı dilleri bilse bile, kendi cemiyetinin dilini tercih etmeyerek başka bir lisan kullanması halinde, kendi toplumu tarafından kabul görmeyeceği açıktır.

Şahıslar böyle düşünürlerken, her şeyi ve her dili bilen, bütün dillerin yaratıcısı olan Yüce Yaradan’ın başka türlü davranmasını beklemek mantıksız olur. Elbette, O da, insanların okumasını umduğu kitabını, görevlendirdiği peygamberinin içinde yaşadığı toplumun dilinde indirecektir. Yüce Yaradan’ın peygamberleri aracılığıyla kaleme aldırdığı bütün eserler, peygamberinin kavminin anlayacağı dil ile yazılmıştır. Hattâ, kavminin dilleri arasında farklılıklar varsa, peygamberin kabilesinin diliyle indirmiştir.

Elimizdeki kutsal kitapların içerisinden, indirildiği dilden farklı bir dille yazılanı, sadece İncil’dir. İncil’in orijinali ortada olmadığından, sonradan yazılan İncillerin dili, yazarının hangi dili kullandığına bağlı kalmıştır. Günümüzdeki İnciller, eski Helen dili olan Latince olmuştur. Hâlbuki Hz. İsa, Latince bilmiyordu. Zaten Latince bir süre sonra yaşayan bir dil olmaktan çıkmış, ölü bir dil haline gelmiştir. Bu sebeple halk, sonradan yazılan bu İncilleri okuyamamıştır. İncillerin başka dillere çevrilmesi için de, 1500 yıl gibi uzun bir süre beklenilmiştir.

Kur’an’ın koruyucusu bizzat Yüce Yaradan olduğundan, aynen muhafaza edilmiştir. (Bu muhafaza edilişin, uhrevi olmayan mantıklı açıklamaları bir başka yazı konusudur.)

Kutsal kitapta bir değişme olmamasına rağmen, İslâmiyet çok kısa süre içerisinde hızla yayılınca, Basra bölgesindeki Araplar bile aynı kitabı farklı okuyarak, başka anlamlara ulaşır hale gelmişlerdir. Bu nedenle, Kur’an’ın ilk yazmasına herekeler eklenmiştir. Böylece farklı okumaların önüne geçilmiştir.

Arapların, Kur’an’ı aynı şekilde okumaları sağlanmıştır. Ama Arapların dışında başka milletler de Müslüman olmalarına rağmen, yeni milletlerin dillerine tam metin olarak çevrilmemiştir. Fatiha Suresi gibi bazı kısa sureler Farsçaya çevrilmiştir. Bazen, Karahanlılar Devleti döneminde yapılan gibi, Arapçasının altına o kelimenin Türkçesi yazılarak tercüme edilmiştir. Ama bu şekilde bile olsa, yapılan tercümelerin yazılannın, birkaç nüsha dışında devamı gelmemiştir. Akkoyunlu Türk Devletinin sultanı Uzun Hasan, Kur’an’ı Türkçeye tercüme ettirmiştir. Ancak, bunun da devamı gelmemiştir. Türklerde, hem tam tercüme olarak, hem de halkın da okuyacağı sayıda, devlet eliyle basılan Kur’an tercümesi ve tefsiri, Cumhuriyet döneminde Elmalılı Hamdi Yazır tarafından yapılmıştır.

Yüce Yaradan’ın, görevlendirdiği peygamberinin kavimlerinin dilinde gönderdiği kitapları, o dili bilmediği için yazılanları anlamadan okumak, kutsal kitapların indiriliş sebeplerine aykırıdır. Bilhassa günümüzde, kendi dilinde yapılmış tercümelere çok rahatça ulaşabilecek imkânı var iken, anlamadığı halde, halen sadece Arapçasını okumakta ısrar etmek, insana manevi bir tatmin verebilir. Ama anlamadan okunduğu için, Yüce Yaradan’ın, Kamer Suresinin 54/17, 22, 32 ve 40ıncı ayetlerinde, “Andolsun ki biz, Kur’an’ı düşünüp öğüt almak için kolaylaştırdık. Var mı düşünüp öğüt alan?” şeklinde dört defa tekrar ettiği buyruğunu hiçe saymak anlamına gelir.

Şöyle bir düşünelim. Bırakalım, Kur’an’ın tamamında yazılanları kendi dilimizde anlamayı, sadece namazda okuduklarımızı hatırlayalım. Yüce Yaradan’ın huzuruna vardığımızda, namaz kıldığımız için bize teşekkür etse, ama sonrasında bize, “kulum, namaz kılarken, Bana neler söyledin” diye sorsa, kaç insan tam anlamıyla şöyle söyledim diyerek cevap verebilir?

Gelelim kitaplarda kullanılan dilin yapısına. Bilindiği gibi, Kutsal kitaplar içerisinde aynen kalan tek kitap Kur’an’dır. Bu nedenle, Kur’an’ın dilinin anlatım yapısını incelersek, diğer kitapların orijinallerinin dilleri hakkında da fikir sahibi olmuş oluruz. Çünkü Yüce Yaradan’ın peygamberlerin hepsinin yapısı birbirine benzemektedir. Hepsi de, halkın içerisinde yaşayan, davranış şekli ve konuşma biçimleriyle halktan biri olan insanlardır.

Kur’an’ın anlatım diline baktığımızda, anlaşılması kolay olan ve halkın kullandığı dil olduğunu görürüz. Halkın anladığı dili, o memleketteki entelektüeller, basit olarak görseler de, anlarlar. Ama entelektüellerin kullandıkları dilin çoğunu, halk anlamayabilir. Dolayısıyla bir toplumdaki bütün kesimlerin anlayabileceği bir dil kullanılması, amaca daha uygun düşer. Nitekim çok satan kitaplara bakıldığında, halkın anlayacağı dilin kullanıldığı görülür. Eğer aynı yazar, aynı şeyleri sadece entelektüellerin anlayacağı bir dille yazsaydı, kitabının çok satanlar arasına değil, az satanlar arasına girmesi ihtimali artardı.

Takdir edileceği gibi, bir eserin çok satanlar arasına girebilmesi için, sadece dilinin halkın anlayacağı şekilde yazılması yetmez. Kitapta bahsedilen olayların, verilen örneklerin, halkın sıklıkla yaşadıklarından olması gerekir. Diyelim ki bir siyasetçi, gittiği bir kasabada ekonomik sıkıntılardan bahsediyor olsun. Halk günlük geçiminde zorlanırken, siyasetçi, kendisinin de yeni aldığı villasının parasını öderken çok zorlandığını söylerse, halk nasıl bakar? Halkın gündemi ile konuşma yapan siyasetçinin veya yazarın gündemine karşıdan bakılınca, ödeme sıkıntısı açısından, aynı gibi duruyor. Ama gerçekte aralarında çok büyük fark var. Örnekler ve kavrayışlar farklı olursa, taraflar anlaşamazlar. Görünüşte aynı dili konuşmalarına rağmen, aralarında sanki dağlar vardır.

Demek ki, aynı dilin konuşulması da yetmemektedir. Aynı yaşanmışlıkların paylaşılması gerekir. Nitekim günümüzdeki siyasetçilerin içerisinden bu gerçeğe uygun davrananlar veya aslında çok farklı olsalar bile, halkta öyle bir algı oluşturanlar daha çok oy toplamaktadırlar.

Kur’an’ın verdiği örnekler, halkın yaşadıklarıyla ve sohbetlerinde konuştuklarıyla tam anlamıyla örtüşmektedir. Örneğin, Firavun boğulacağını anlayınca “Şimdi inandım” der. Ama Yüce Yaradan’ın cevabı “ya, şimdi mi” diye başlar. Diğer taraftan, Kur’an’ın birçok tasviri, bölgenin coğrafi şartlarına uygun olarak yapılmıştır. Böylece, yapılan tasvirleri halk daha kolay algılamıştır.

Kur’an’ın dilinde bir başka özellik daha vardır. Birçok ayetinde, halkın dilindeki kelimeleri kullanmakla birlikte, derin anlatım sağlamıştır. Kur’an, benzer konuları anlatırken, sadece bir kelimesini değiştirerek, anlatılmak istenilen derinliğe dikkat çekilmiştir. Bu şekilde halkın kelimeleriyle yapılan derin anlatımlar, aslında, âlimlere yol gösterici niteliktedir. Kur’an’ın bu özelliği, benzerinin yazılamayacağının göstergelerinden birisidir. Bilindiği gibi, anlamı derin şiirlerin içerisinde yazımı en zor olanları, halkın kullandığı gündelik kelimelerle ifade edilenleridir.

Hem halka hem de entelektüellere hitap ederken etkili olabilmek ve güzel dönüşler alabilmek isteyenlerin, Kur’an’ın dilindeki yukarıda saydığımız özelliklerini taklit edebildikleri ölçüde, daha iyi sonuç alacakları aşikârdır.

Bu yazı Sosyal kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.