KUR’AN, ALLAH’IN YERYÜZÜNDEKİ İPİDİR

KUR’AN, ALLAH’IN YERYÜZÜNDEKİ İPİDİR

 

Bu sitede yayınladığımız “Allah’ın İpine Tutunmak” başlıklı yazımızda bu konuyu irdelemeye çalışmıştık. Bu makalemizde, biraz daha farklı açıdan yaklaşmaya çalışacağız. Yazımıza, önceki makalemizde verdiğimiz aynı ayetle başlayalım:

Ali İmran Suresi 3/103: “Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani sizler birbirinize düşmanlar idiniz de O, kalplerinizi birleştirmişti. İşte O’nun bu nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında idiniz de O sizi oradan kurtarmıştı. İşte Allah size ayetlerini böyle apaçık bildiriyor ki doğru yola eresiniz.”

Ayet net bir şekilde Yüce Yaradan’ın ipine sımsıkı sarılmamızı öğütlüyor. Peki, “ip” kelimesiyle ne kastedilmiş olabilir diye bakalım. Bundan hemen önceki ayetler bize bu hususta yol göstermektedir. 98 ve 99uncu ayetlerde, önce kitap ehline hitap ediliyor. Allah, yaptıklarınızı görüp dururken, niçin O’nun ayetlerini inkâr ediyorsunuz diye soruyor.

Sonra 100 ve 101inci ayetlerde iman edenlere sesleniyor.

101: “Size Allah’ın ayetleri okunup dururken ve Allah’ın Resulü de aranızda iken dönüp nasıl inkâr edersiniz? Kim Allah’a sımsıkı bağlanırsa, kesinlikle o, doğru yola iletilmiştir.”

Ayetlerden anlaşıldığına göre, Allah’a sımsıkı bağlanmaktan maksat, O’nun vahiy yoluyla Resulüne gönderdiği ayetlere kalpten inanmaktır.

Hz. Muhammed’in ümmetinin ilk mensupları, Yüce Yaradan’ın ipine sarılmanın ne demek olduğunu yaşadıkları iki savaşın sonunda anladılar.

Müslümanlar, Bedir Savaşında, tek olan Tanrı’nın ipine sarıldılar. Yani Hz. Muhammed’e vahiy yoluyla gelen uyarıları ve öğütleri dinlediler ve kalben inandılar. Böyle davranınca, kendilerinden 3 kat fazla olan düşmanı net bir şekilde yendiler.

Bir sonraki harpleri, Uhud Savaşı oldu. Bu savaşa giderlerken, müşriklerin sayısının kendilerinin 4 katı olduğunu biliyorlardı. Yine ayetlerdeki öğütlere uyarak gittikleri için korkmadan mücadele ettiler. Kısa sürede düşmanı bozdular ve savaşı kazanma durumuna geldiler. Ama içlerinden bazıları, Yüce Yaradan’ın ipine sarılmayı bırakıp, dünyanın ipine sarılınca, işler ters döndü. Savaşın başından beri, yerlerinde sabit durmaktan başka hiçbir şey yapmayan okçular, savaşın kazanıldığını görünce heyecanlandılar. Ganimetten daha çok pay alabilme maksadıyla yerlerini terk ettiler. Bu durum üzerine Yüce Yaradan, onlara verdiği desteği kesmiş olmalı ki, kazandıkları savaşta durum tersine dönmeye başladı.

Şimdi yaşanan bu olayla ilgili olarak kısa bir irdeleme yapalım. Savaşın sonlarına doğru ganimet peşine düşen okçular, Müslümandılar ve Allah’a inanıyorlardı. Hattâ onların imanlarının derecesinin günümüzdeki Müslümanların büyük çoğunluğundan daha fazla olduğunun işaretleri vardı. İman etmiş bu insanlar, gelen düşmanın kendilerinden 4 kat daha büyük olduğunu bildikleri halde, onlarla savaşmaya gittiler. Bu güzel insanlar, İsrailoğullarının Hz. Musa’ya verdikleri cevap gibi davranmadılar. Ölümü göze alarak savaşa gittiler.

İsrailoğullarının bu husustaki tavırları Kur’an’da şöyle anlatılır:

Maide Suresi 5/21: “Ey kavmim! Allah’ın size yazdığı kutsal toprağa girin. Sakın ardınıza dönmeyin. Yoksa ziyana uğrayanlar olursunuz.”

Hz. Musa, kavmine böyle söyleyince kavmi, Hz. Peygambere aşağıdaki cevabı verir:

Maide Suresi 5/24: Dediler ki: “Ey Musa! Onlar orada bulundukça, biz oraya asla girmeyeceğiz. Sen ve Rabbin gidin, onlarla savaşın. Biz burada oturacağız.”

Demek ki, Uhud Savaşının sonlarına doğru ganimet için yerlerini terk eden okçuların imanlarının, Hz. Musa’ya verilebilecek en kötü cevabı veren insanlarınkiyle karşılaştırılması bile düşünülemez. Bir tarafta, “Sen ve Rabbin gidin, onlarla savaşın. Biz burada oturacağız” diyen bir gurup insan var. Diğer yanda, kendilerinden 4 kat fazla olan guruba karşı korkmadan savaşa gidenler var. Bir yanda, tek olan Tanrı’nın, firavunların zulmünden yeni kurtardığı insanlar var. Diğer tarafta zulme uğramaya devam eden insanlar var. Dolayısıyla, iki gurubun imanlarının karşılaştırılması abesle iştigal olur.

Uhud Savaşında, yukarıda aktardığımız gibi, okçuların bu davranışlarının sonucunda işler tersine dönmeye başladı. Belki, savaş aleyhlerine dönünce bu insanlar hatalarını anladılar. Belki, Yüce Yaradan onların mahcubiyetlerini gördüğü için veya doğrudan Kendi merhametinden dolayı, bu kadar ders yeter demiş olabilir. Bunu biz bilemeyiz. Ama sonuçta, Hz. Muhammed’in askerleri, iki ateş arasında kalmalarına ve düzenlerinin bozulmuş olmasına rağmen, yenilmediler. Savaş, tabiri caizse, pata oldu.

Bu iki savaş gösterdi ki, Allah’ın yardımı, O’nun ipine sarılmakla hak edilir. Yüce Yaradan’ın ayetlerine itaat etmeyen ve dünyevi isteklerin peşinde koşanlara, yardım kesilir. Tek olan Tanrı’nın yasası budur. Bu yasa değişmez. Nitekim aşağıdaki ayetler bu gerçeği bize net bir şekilde aktarmaktadır:

Ahzab Suresi 33/62: “Allah’ın bundan önce geçenler hakkındaki kanunu budur. Ve sen Allah’ın kanununu değiştirmeye asla çare bulamazsın.”

Fatır Suresi 35/43: “(Bu da) yeryüzünde bir kibirlenme ve bir suikast düzenidir. Hâlbuki fena düzen ancak sahibinin başına geçer. O halde öncekilerin kanunundan başka ne gözetiyorlar? Sen Allah’ın sünnetinde asla bir değişme bulamazsın, Allah’ın kanununda asla bir sapma da bulamazsın.”

Fetih Suresi 48/23: “Allah’ın öteden beri gelen kanunu budur. Allah’ın kanununda asla bir değişiklik bulamazsın.”

Yukarıdaki örneklerden anlaşılan o ki, hata yapmış olabiliriz. Ama önemli olan husus, yaptığımız hatayı, yani ayetlere uymadığımızı anlayıp dönmemiz ve Yüce Yaradan’dan bağışlanmamızı istememizdir.  Bu durum aşağıdaki ayette çok net anlatılır:

Ali İmran Suresi 3/135: “Ve onlar (Allah’ın öğütlerini hakkıyla tutanlar), çirkin bir günah işledikleri yahut nefislerine zulmettikleri zaman Allah’ı hatırlayarak hemen günahlarının bağışlanmasını dilerler. Allah’tan başka günahları kim bağışlayabilir? Bir de onlar, bile bile, işledikleri (günah) üzerinde ısrar etmezler.”

Uhud’daki okçuların ganimet peşine düşmeye kalkışmalarının bir başka açıdan izahı şöyle olabilir. Bu insanlar, Yüce Yaradan’ın, Müslümanlara Bedir Savaşında yardım ettiği gibi, Uhud Harbinde de yardım ettiğine inandıkları için, savaşın kesin olarak kazanıldığını düşünmüş olabilirler. Bu sebeple de, yerlerini terk etmekte bir beis görmemiş olabilirler. Ama nasıl düşünmüş olurlarsa olsunlar, yaptıkları hareket dünyevi amaçlara yönelince, oluşan sonuç, olayın seyrinin değişmiş olmasıdır.

Bu olay aslında Yüce Yaradan’ın ayetlerine inanan bütün insanlar için, öğrenilmesi ve içselleştirilmesi gereken bir ders niteliğindedir. Demek ki, bir guruba verilen zafer, o gurubun sürekli hakkı değildir. Ama zafer, sürekli olarak Allah’ın ordularınındır.

Dolayısıyla, Yüce Yaradan’ın desteği sayesinde kazanan insanlar çok dikkatli olmalıdır. Mücadelelerine, dünyevi menfaat unsuru karıştırmamalıdırlar. Kibirlenmemeli, büyüklük taslamamalıdırlar. Ayrıca, nasıl olsa Tanrı bize yardım ediyor diyerek, gevşememelidirler. İnsanlığın huzurunu bozmaya kalkışanları küçük görmemelidirler. Gayretli bir şekilde çalışmalarını sürdürmelidirler. Böyle yapmazlarsa, bir gün yenilebilirler. Tarih boyunca, sürekli kazanmış bir kavim veya gurup görülmemiştir. Böyle olmasının en önemli sebebi, tek olan Tanrı’nın rızası için mücadele eden insanların, üst üste zaferler kazandıkça, kibirlenerek dünyevi düşünmeye başlamaları, çalışmayı gevşetmeleridir. Dolayısıyla, imanlarında zayıflama olmasıdır.

O halde, iman ile çalışma birlikte yürümelidir. Bunu gerçekleştirmenin tek yolu, Kur’an ayetlerine, yani Yüce Yaradan’ın ipine sarılarak, Tanrı ile aradaki gönül bağını sürdürmektir.

Diğer taraftan, tek olan Tanrı’yı açıktan veya gizli olarak inkâr edenlerin varlığı, inananlardaki gevşemenin azalmasına vesile olur. Çünkü insan, nefis sahibidir. Dolayısıyla, her şeye hâkim olduğunu ve ortamın süt liman olduğunu düşünürse, büyüklenebilir. Bu nedenle, Yüce Yaradan’ı inkâr edenlere karşı her zaman hazırlıklı olmak için, tek olan Tanrı’nın ipine, yani ayetlere aynı yoldaki kardeşlerimizle birlikte sarılmalıyız. Birbirimizi ruhen desteklemeliyiz. Birimizde, kibirlenme emareleri gördüğümüzde, o kardeşimizi uyarmalı ve ona yardımcı olmalıyız.

Uhud Savaşındaki hatalarını anlayan o güzel insanlar, sonrasında kendilerine çeki düzen verdiler. Böylece, kendilerinden güçlü ordulara karşı yeni zaferlere ulaştılar. Ancak, Mekke’nin fethinden sonra sayısal olarak, ilk defa rakiplerini geçtikleri için, yine şımaranlar oldu. Nitekim Huneyn Savaşında, o güne kadarki en çok sayıya sahip ordu oluşturdular. Ama çokluklarına güvenerek kibirlenip gevşek davranmışlar ve tedbiri elden bırakarak ilerlemişlerdir. Bunun üzerine Yüce Yaradan, onları bir kez daha Uhud benzeri bir durumla karşı karşıya bırakmıştır. Böylece ikinci defa ikaz edilmişlerdir. Kaybedilmeye doğru yönelen bu savaş, Hz. Muhammed’in dirayet göstermesi sonucunda gelen Allah’ın yardımıyla kazanılmıştır.

Allah’ım, Senin gönderdiğin ayetleri anlayarak, Senin ipine sarılabilmemiz için, bizlere anlayış ihsan eyle.

Senin yolunda kibirlenmeden, yalpalamadan yürüyebilmemiz için, bütün kardeşlerimize irade gücü ver.

 

Bu yazı KUR'AN ÜZERİNE kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.