KERAMETİ İLMİYE VE KERAMETİ KEVNİYE

KERAMETİ İLMİYE, KERAMETİ KEVNİYEDEN DAHA HAYIRLIDIR

Başlıktaki söz, İsmail Hakkı Bursevi’ye aittir. Bursevi’ye göre, yer altındaki madeni keşfeden bir mühendis, mezardaki ölünün berzahtaki (ruhlar âlemi anlamında) konumunu keşfeden bir veliden daha hayırlı bir iş görmüştür. Dolayısıyla ilim, en büyük keramettir. Kevni kerametten daha üstündür.

Keramet, aslında genel anlamda, “kâinatın yaratılışının mucizesi” anlamındadır. Fakat halk arasındaki algılanışı farklıdır. Halka göre keramet, Peygamberlerin ve bazı kişilerin, şaşılacak işler yapması, mucize niteliğinde sonuçlar doğuracak hallerinin olmasıdır. Halkın anlayışına göre, keramet sahibi bir kişi havada uçabilir veya aynı anda iki faklı yerde görülebilir.

Kevniye, kevn yani varlık alemiyle ilgili demektir. Dolayısıyla kevni keramet sahibi olduğu düşünülen bir şahsın, başkasının kalbini okuyabildiğine inanılır. Diyelim ki bir şeyhin müritlerinden (öğrencilerinden) birisi, herhangi bir üst yönetici veya tacir hakkında, kendi yaşadıklarına binaen, onun dürüst olmadığını düşünmektedir. Fakat şeyhi, “ben onun kalbine baktım, kalbi temiz”  derse, mürit açısından sorun kalmaz. Artık, o yönetici veya tüccar hakkında fikri değişir ve onları dürüst insan olarak değerlendirir. Hele bir de şeyhi hakkında “onu aynı anda hem Kâbe’de hem de mahalledeki camide namaz kılarken görmüşler” diye bir şayia varsa, şeyhinin her dediği geçerli olur. Velev ki, o mürit, karşı tarafın yolsuzluk ve soysuzluğunu gözüyle görmüş olsa dahi.

Hâlbuki bu sitede yayınladığımız “Maturidi anlayışının terk edilmesinin Müslümanların hayatlarına etkileri” başlıklı yazımızda bu konuda şöyle demiştik: “Aslında mucize dediğimiz şeyler, Allah nezdinde sıradan işlerdir. Allah, yarattığı kâinatın düzgün işleyişi için kurallarını koymuştur. Ancak, Yüce Yaradan, Kendi koyduğu kurallara mahkûm değildir. Mahkûm olanlar yaratılanlardır. Yaratıcı, her gün iş başındadır ve yeni şeyler yaratmaktadır.”

Yüce Yaradan, elbette, sevdiği kullarını korumak için, insanların mucize olarak değerlendirecekleri hususları oluşturur. Ancak peygamberleri dâhil hiçbir kuluna, başkasının kalbini okuma özelliği vermemiştir. İnsanların kalbini, ancak ve ancak Allah okur. İnsanların kalplerine bir düşünceyi ancak Yüce Yaradan indirir. İnsanların kalplerini ancak Yüce Yaradan mühürler.

Hud Suresi 120: “Peygamberlere ait haberlerden kalbini yatıştıracak olanlardan her türlüsünü sana kıssa olarak anlatıyoruz. Bunda da sana bir hakikat, müminlere de bir öğüt ve ibret gelmiştir.” Demek ki, kalplerimizi yönlendirecek olan, Allah’tır.

Kehf Suresi 28: “Nefsince de, sabah akşam rızasını isteyerek Rablerine yalvaranlarla beraber candan sabret. Sen dünya hayatının süsünü isteyerek onlardan gözlerini ayırma. Kalbini, bizi anmaktan gafil kıldığımız, nefsinin kötü arzusuna uymuş ve işi hep aşırılık olan kimseye uyma.”

Eğer Allah’ın çok sevdiği bir kulu olan Hz. Muhammed (s.a.v.) insanların kalplerini okuyabilseydi, Yüce Yaradan’ın uyarmasına gerek kalmadan kendisi onlardan, yani nefsinin kötü arzusuna uyan insandan uzaklaşırdı.

Aşağıdaki Abese Suresinin ilk 11 ayeti de, benzer konu hakkındadır. Hz. Muhammed, çarşıda karşılaştığı bir Kureyş ileri gelenini ikna etmek için uğraşırken, o sırada gelen bir âmâ ile ilgilenmez. İşte Yüce Yaradan, bu durumun yanlışlığını aşağıdaki ayetleriyle anlatır.

80.1.(Peygamber) Yüzünü ekşitti ve döndü.

80.2. Kendisine âmâ geldi, diye.

80.3. Ne bilirsin, belki o temizlenecek?

80.4. Veya öğüt belleyecek de öğüt ona fayda verecek.

80.5. Ama buna ihtiyaç hissetmeyene gelince,

80.6. Sen ona yöneliyorsun.

80.7. Onun temizlenmemesinden sana ne?

80.8. Ama sana can atarak gelen,

80.9. Allah’tan korkarak gelmişken,

80.10. Sen onunla ilgilenmiyorsun.

80.11. Hayır hayır, sakın. Çünkü o Kur’ân bir öğüttür.

Eğer Hz. Peygamber, karşısındaki Kureyş ileri geleninin kalbini okuyabilseydi, hiç böyle bir hata yapar mıydı? Elbette yapmazdı.

Peki, Allah, son peygamberine vermediği bu özelliği, hangi şeyhe vermiş olabilir? Eğer bu soruyu birbirinden haberi olmadan farklı şeyhlerin müritlerine soracak olursak, hepsi de kendi şeyhlerinde bu vasfın olduğunu söyleyecek, başka kimsede kalp okuma özelliğinin olmadığını ifade edecektir.

Yine bu sitede yayınladığımız, “Allah, planlarının bazılarını, insanların kalplerine müdahale ederek uygular” ve “Allah müminlere yardım eder” başlıklı yazılarımızda, kalpleri okuyan ve bilen Allah’ın, bu bilgileri doğrultusunda mümin kullarına nasıl yardım ettiği hakkındaki tahminlerimizi, Kur’an’dan ayetlerle ifade etmeye çalışmıştık.

Yazımızın başlığındaki sözün sahibi Bursevi, 1652-1725 yılları arasında yaşamıştır. İlmi eserlerinin çokluğuna rağmen, halk arasında tasavvufçu yönüyle tanınmıştır. Bu sebeple, kendisinin keramet sahibi bir veli olduğuna inanılır. İlmi araştırmaları hakkındaki eserleri de yeterince korunamadığından, günümüze çok azı ulaşmıştır.

Bu durum tıpkı, Ebu Hanife’nin konumuna benzemektedir. Ebu Hanife, reyci yani akıl ve kıyasla fikir yürütüyor diye itham edilerek ölümüne sebep olacak kadar cezalandırıldığı halde, günümüzde hadisçi olarak tanınmaktadır. Hattâ günümüzdeki Hanefi Mezhebi mensubu din adamlarının önde gelenleri, reyciliğin dinen yasak olduğunu ve bunların din yıkıcı olarak kabul edileceklerini sürekli vurgularlar. (Ebu Hanife’nin durumu konusunda, “İmam Gazali Neden Önemli” başlıklı yazımızda kısaca bilgi vermiştik.)

İsmail Hakkı Bursevi ve İmamı Azam Ebu Hanife gibi âlimleri bize bu şekilde tanıtanlar da muhtemeldir ki, başkalarının kalplerini okuduklarını iddia eden bazı din önderleridir.

Kur’an ayetlerinde olmayan konuları varmış gibi değerlendirerek, kerameti kevniyeden bahsetmek, en hafif deyimiyle yanlıştır. İnsanlar için keramet, yani şaşılacak işler yapmak, sadece ilimle ilgilenilerek elde edilir. Allah’ın kurduğu sistemi anlamaya çalışırken edindiğimiz bilgilerle yapacağımız buluşlar, cihazlar, aletler vb şeylerle insanlığa fayda sağlarız. Bizim kevni keramet veya mucize olarak değerlendirdiğimiz şeyler, yalnızca Allah’ın dilemesiyle gerçekleşen işlerdir.

Allah’ım, bizler, Senin bize verdiğin özelliklerle sınırlıyız. Senin yanında aciz kullarınızız. Senin ise, her şeye gücün yeter.

Bu yazı Genel kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.