KENDİ İSTEĞİ OLMADAN DÜNYAYA GELEN BİR İNSANIN, İMTİHAN EDİLMESİ YANLIŞ MIDIR
Bilindiği gibi, insan varlık sahasına kendi isteği dışında gelir. İnsan dışındaki varlıklar da aynı durumdadır. Cansız varlıklar, bitkiler, hayvanlar, cinler ve meleklerin hepsi, kendi istekleri olmadan varlık âlemine gelmişlerdir.
Bu varlıkların içerisinde imtihana tabi tutulacak olanlar, cinler ve insanlarıdır. Cinler hakkında bizim bir bilgimiz yoktur. Hattâ Kur’an bahsetmemiş olsa, varlıklarını bile bilemeyiz. Bu sebeple biz, insanın imtihanı hususunu irdelemeye çalışacağız.
Allah, insana Kendi vasıflarından yansımalar vermiştir. Nitekim insanı, diğer varlıklardan ayıran en önemli özelliği, Yüce Yaradan’ın verdiği akıl, vicdan ve iradedir. İnsan, aklı ile düşünerek, kendisini bilme özelliğine sahiptir. İnsan, bilinen varlıklar içerisinde, kendine anlam bulabilen bir mahlûktur. Bu ve diğer vasıflarından dolayı insan, Allah’ın, yeryüzündeki vekil yöneticisidir.
Yüce Yaradan, insana verdiği bu vasıflara ilaveten ona özgürlük vermiştir. Görüldüğü gibi, Allah, insanı böylesine özelliklerle donatarak, kâinattaki bilinen ve bize Kur’an’da bildirilen varlıkların içerisinde, üstün bir konuma getirmiştir. Belki de bu sebeplerle, evrenin ve dünyanın düzenini, insanın yaşamını sağlayacak şekilde oluşturmuştur. Kâinatta ve yeryüzünde mevcut olan cansız varlıkların özellikleri ve dünyadaki diğer canlı varlıkların yaşam kanunları, insana hizmet edecek şekilde planlanmıştır.
Ayrıca, Allah, insan hayatının kalitesini artırmak için, kişileri yalnız yaşamaktan kurtarmış ve toplum içerisinde yaşayacağı, sistemli bir yapı oluşturmuştur. Eğer insanlar da bitkiler gibi yalnız yaşasalardı, imtihana tabi tutulmaları, yeterince anlamlı olmazdı.
Diğer taraftan, eğer, Yüce Yaradan insanlara, akıl, vicdan ve irade vermeseydi, imtihana çekilmeleri anlamsız olurdu.
Benzer şekilde, eğer, Allah, insanları, düşüncelerinde ve davranışlarında hür bırakmasaydı, insanları imtihan etmesi kabul görmezdi.
Fakat bazı insanlar, “Allah’ın bize verdiği bu vasıfları, bize vermesini biz istemedik. Biz istemeden bize verilen bu özelliklerden dolayı imtihan edilmemiz yanlış olur” diye düşünebilir.
Onların bu fikirlerinin sağlamlık derecesini anlayabilmek için, Yüce Yaradan’ın bize verdiği akıl ve diğer özellikleri kullanarak, konuyu irdelemeye çalışalım.
Önce Allah’ın bizi imtihan ettiği hususları gözümüzün önüne getirelim. Bunu yapınca görürüz ki, Yüce Yaradan, bizi yapamayacağımız bir iş ile imtihan etmiyor.
Örneğin, bir çiftçiye, “gel bakalım, ata binmesini iyi öğrenebilmiş misin” demiyor. Bir tekstil işçisini, başka bir iş alanında imtihan etmiyor. Bir doktora, mühendislik hesapları sormuyor.
Peki, Allah, genel anlamda nelerden sınav yapıyor? Önce insanın kendi vücuduyla ilgili imtihan ediyor. Kişiye verdiği ve çok üstün özelliklerle donattığı vücudu, kişinin nasıl kullandığını sorguluyor.
Bizler, diyelim ki, aracımızı teslim ettiğimiz şoföre, makinemizi kullanacak operatöre, emanet ettiğimiz makineleri nasıl kullandıklarını sorguluyorsak, Yüce Yaradan da, bizden soruyor.
Biz aracımızı, nasıl, arızası bile olmadan servise götürüp baktırıyorsak, Allah da bize emanet ettiği vücudumuza bakmamızı istiyor.
Bilindiği gibi, bedensel lezzetler olan yeme-içme ve şehvet duygusu, insanlar için faydalıdır. Yeme-içme lezzeti, insanın kendisini yaşatır. Şehvet lezzeti de, nesillerin oluşmasını sağlar. Dolayısıyla, insanlık devem eder.
Eğer, bedenimizin yeme-içme, şehvet gibi ihtiyaçlarını karşılamakta aşırı gidersek, iki yönde zarara uğrarız. Birincisi, doğrudan vücudumuzdaki hormon yapısı ile yağ-su-kemik-kas dengesini bozarak, kendi sağlığımızı kaybetmeye başlarız. Ya sağlıklı insanlardan daha az yaşarız ya da sıkıntı içerisinde ömür tüketiriz. İkincisi, tatminsiz hale geliriz.
Eğer, vücudumuzun yeme-içme, şehvet gibi ihtiyaçlarını karşılayamazsak, yine iki açıdan zarar görürüz. Birincisi, ölü gibi yaşarız veya erken yaşta ölürüz. İkincisi, bilhassa şehvet konusunda tatminsiz oluruz.
Yukarıda görüldüğü gibi, vücudumuzun ihtiyaçlarını aşırı karşılamamız ile karşılayamama mızın sonuçları, birbirine benzemektedir. Her ikisi de insanın aleyhinedir.
Eğer insan, şerefli bir nefse sahip olursa, huzur bulur. Çünkü şerefli nefis, bedenî lezzetlere, aklıselimin çizdiği sınırlar içerisinde yer verir. Ne tamah eder, ne de reddeder.
O halde, Yüce Yaradan’ın bize emanet ettiği vücudumuza, yine Allah’ın bize verdiği akıl, vicdan ve iradeyi kullanarak bakarsak, imtihandan başarıyla çıkarız. Buradan anlaşılan o ki, Allah, imtihanda bizim muvaffak olmamız için gerekli donanımı bize vermiştir. Bizim sonradan, ilave bilgiler edinmeye bile ihtiyacımız yoktur.
Demek ki, Allah’ın, bizi, Kendi verdiği vücut ile imtihan etmesi, aslında bizim bu dünyadaki yaşamımızın kalitesini artırmak içindir.
Allah’ın insanlardan hesap soracağı ikinci konu, birlikte yaşadığı diğer insanlarla ilişkileridir.
Bir insan, kendisine yapılmasını istemediği şeyleri başkalarına yaparsa, Allah’ın imtihanında başarısız olur. Dolayısıyla bu imtihan konusundan da anlaşılıyor ki, Yüce Yaradan, aslında insanın bizzat kendisini koruyor. Çünkü bize yapılmasını istemediğimiz şeyleri, biz başkalarına yapmazsak, onlar da bize aynı şekilde davranmak ihtiyacını hissederler. Bize, bizim onlara tavrımızdan daha kötü davrananlar, bizim karşımızda hep mahcup olurlar.
Şimdi, konuyu daha iyi kavramak için, kısaca, Allah’ın bize yasakladıklarına bir göz atalım. İlk olarak Enam Suresinin 151 ve 152inci ayetlerinde haram kılınan şeyleri hatırlayalım. Bize verilen emirler ve yapmamız gereken sorgulama şöyle:
- Fuhuş yapmayın: (Kim, kendi eşinin veya çocuklarının kendi bilgisi dâhilinde ve gözü önünde, fuhuş yapmasını ister?)
- Fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin: (Kim, çocuğunu fakirlik korkusuyla öldüren bir kimseye iyi gözle bakar?)
- Haksız yere cana kıymayın: (Kim, kendisinin canına, hem de haksız yere kıyılmasını ister?)
- Yetim malını haksız yere yemeyin: (Hangi yetim, kendisine ait malları, kendi reşit değilken, başkasının yemesine iyi gözle bakar?)
- Anne babaya isyan etmeyin: (Hangi anne baba, kendilerinin yetiştirdiği çocuklarının, kendilerine isyan etmelerini ister?)
- Ölçü ve tartıyı tam adaletle yapın: (Kim, aldığı bir malı, tam ücret ödediği halde, eksik almaya yani kendi malından hırsızlık yapılmasına rıza gösterir?)
- Yalancı şahitlik yapmayın: (Kim, haklı olduğu bir davada veya konuda, yalancı şahitler yüzünden, haksız duruma düşmesini normal karşılar?)
- Allah’a (ve insanlara) verdiğiniz sözü tutun: (Kim, kendisine verilen sözlerin bazen Allah’ı da şahit tutarak verilmesine rağmen, yerine getirilmemesine, tam tersinin yapılmasına iyi gözle bakar?)
- Allah’a ortak koşmayın: (Hangi anne, çocuğunun, başka kadınları da aynı öz annesi yerine koyarak, onlara annesiymiş gibi davranmasına razı olur?)
Yukarıdaki yasaklar, muhtemelen Hz. Âdem’den itibaren bütün peygamberleri aracılığıyla, insanlara hatırlatılmış şeylerdir. Zaten bunlar hatırlatılmasaydı bile, Allah’ın insanlara verdiği vasıflar sayesinde, insanların birçoğu bu sonuçlara ulaşabilirdi.
İmtihana tabi tutulacağımız yasaklar konusunu işleyen bir başka ayet, Bakara Suresi 173’dür. Bu ayete göre, hayatiyetin devamı gibi bir zorunluluk olmadıkça, leş, kan, domuz eti ve Allah’tan başkasının adına kesileni yemek haramdır. Şimdi soralım: Kim, bu yasaklardan olan leş ve kan yemeyi ister?
Ayetteki yasaklardan, domuz eti yeme dışındakiler, muhtemelen başka peygamberler aracılığıyla da yasaklanmıştır. Domuz eti yememe konusu, Hz. Muhammed’in ümmetinin bir mensubu olduğunu gösteren bir rozet gibi algılanabilir. Ayrıca Hz. Âdem ve Hava’ya yasaklanan ağacın meyvesi gibi veya Yahudilere konulan Cumartesi av yasağı gibi, imanın ölçülmesinin bir yöntemi olarak düşünülebilir. Muhtemelen bizim henüz bilmediğimiz bir başka hikmeti de olabilir.
Yüce Yaradan’ın ayette belirttiği diğer bir yasak, Allah’ın adına değil, başkasının adına kesilenlerin yenilmesidir. Burada mantıksız bir talep yoktur. Çünkü hangi ebeveyn, çocuklarına aldıkları yiyecekleri, evlatlarının yemeyerek, aksine, başkalarının verdikleri yiyecekleri yemelerine, yerken de, onları ebeveynleri yerine koyarak övmelerine razı olur?
Bir başka yasak konusu, Nisa Suresi 29uncu ayette bahsedilir: “Ey inananlar, mallarınızı aranızda batılla yemeyin. Kendi rızanızla yaptığınız ticaret başka…” Ayetteki yasakla bağlantılı olarak şu soru sorulabilir: Kim, kendi rızası dışında ve haberi olmadan, kendi malını başkasının yemesine razı olur?
Bu konuyla bağlantılı olarak, daha birçok ayet irdelenebilir. Her ayetle ilgili olarak da, yukarıdaki soruların benzerleri sorulabilir. Bütün bu soruları sorduğumuzda görürüz ki, Allah’ın, bizi imtihan ederken bizden istediği, sadece, başkalarının bize yapmasını istemediğimiz şeyleri bizim başkalarına yapmamamız. Görüldüğü gibi, bu isteğin amacı bizi korumaktır. Dolayısıyla, bizim için bir imtihan olarak değerlendirilemez. Çünkü bir şekilde varlık âleminde bulunduğumuzu düşünüyorsak ve bizi bir yaratan olduğunu da kabul etmiyorsak bile, bizim birinci görevimiz, kendimizi korumak olur. Eğer bizim kendimizi, hem bedenen hem de sosyal ilişkiler açısından korumamızı, imtihan olarak kabul etsek bile, bu imtihana itiraz etmemiz yanlış olur. Çünkü kendimizi koruyoruz.
Peki, imtihanın amacı bizi korumak ise, Yüce Yaradan, neden imtihan edilmemizden bahsediyor? Bizi, bizden mi koruyor? Bu hususta fikir yürütebilmek için, aşağıdaki iki ayeti yorumlamak faydalı olacaktır.
43 Zuhruf Suresi 32: “Ey Muhammed! Rabbinin rahmetini onlar mı taksim ediyorlar? Dünya hayatında onların geçimliklerini aralarında biz taksim ettik. Birbirlerine işlerini gördürsünler diye Biz onların bir kısmını diğerlerinden derecelerle üstün kıldık. Rabbinin rahmeti, onların biriktirdikleri şeylerden daha hayırlıdır.”
16 Nahl Suresi 71: “Allah, rızık yönünden bir kısmınızı diğerlerinden üstün kıldı. Kendilerine bol rızık verilenler, rızıklarını ellerinin altındakilere vermiyorlar ki, onda eşit olsunlar. Durum böyle iken, Allah’ın nimetini inkâr mı ediyorlar?”
Zuhruf 32’de görüldüğü üzere, sosyal bir düzen kurabilmemiz, birbirimizin eksik yönlerini tamamlayarak takım olabilmemiz için, Allah, bizlerin derecelerimizi birbirimizden faklı kılmış. Muhtemelen aynı sebeplerle, Nahl 71’de belirtildiği üzere, bazılarımıza rızkı fazla vermiş. Ama fazla verdiklerine de bir şart koşmuş. Ve mealen şöyle demiş: “Sizin toplum olarak yaşamanızı sağlayacak iyi bir düzen kurabilmeniz için oluşturduğum bu derecelendirmeyi istismar etmeyin. Varlıklarınızı, diğer insanlarla paylaşın. Bilin ki, sahip olduklarınızın hepsi, Allah’ın size verdikleridir. Sizin kendinizin değildir.”
Şimdi bu ayetleri de dikkate alarak tekrar düşünelim. Bir yaratıcı olmadığını ve her şeyi kendisinin başardığını zanneden bir insanın ilk hedefi, kendini korumaktır. Kendini korumak için hep güçlü olmak isteyecektir. Dolayısıyla kendini korumak için her yolu mubah görecektir. Böyle bir durumda, daha fazla rızk verilen ve farklı özelliklere sahip olan bir insan, başkalarını ezmekte beis görmeyecektir.
İşte Yüce Yaradan’ın, bazı insanların ezilmelerini önlemek amacıyla imtihan ortamı oluşturması, aslında, olması gereken ve arzu edilen bir durumdur. Nitekim hayatının büyük bölümü, dini afyon olarak gören Marksist bir zihniyete sahip olan Mareşal Tito’nun, ölümünden kısa süre önce söylediği şu sözler, imtihan ihtiyacının dile getirilişidir:
“Yoldaşlar, ben ölüyorum artık… Ölümün ne derece korkunç bir şey olduğunu size anlatamam. Anlatsam bile sıhhatli ve genç olan sizler, bu yaşta bunu anlayamazsınız. Düşünün; ölmek, yok olmak… Toprağa karışmak ve dönmemek üzere gidiş… İşte bu çıldırtıyor beni… Dostlarımızdan, sevdiklerimizden, unvan ve makamlardan ayrılmak… Dünyanın güzelliklerini bir daha görememek… Ne korkunç bir şey anlamıyor musunuz?
Ben Allah’a, peygambere ve ahrete inanıyorum artık. Dinsizlik bir çare değil. Düşünün, şu kâinatın bir Yaratıcısı, şu muhteşem sistemin bir kanun koruyucusu olmalıdır…
Mazlumca gidenlerle, zalimce gidenlerin hesaplaşma yeri olmalıdır. Hakkını alamadan, cezasını görmeden gidiyorlar. Böyle keşmekeş olamaz. Ben bunu vicdanen hissediyorum. Öyle ki, milyonlarca suçsuz insanlarla yaptığımız eza ve zulümler, şu anda boğazıma düğümlenmiş bir vaziyette…
Nedense ölüm kapıya dayanmadan bunu idrak edemiyoruz. Belki de göz kamaştırıcı makamlar buna engel oluyor. Ben bu inancı taşıyorum yoldaşlarım, sizler de dersiniz deyin!”
Mesele bu kadar mantıklı iken, insanların bazısı acaba bu imtihan hususunu neden yanlış buluyorlar? Bu sorunun cevabının bir yönünü, Mareşal Tito yukarıda, “göz kamaştırıcı makamlar (ve zenginlikler)” olarak açıklamış. Başkalarını ezerek, hak yiyerek zengin olanlar veya makamlara gelenler, imtihan edilmek istemezler.
Sorunun bir diğer cevabı, dini anlatan bazı insanların, kendilerini Allah’ın yerine koyarak, insanlara her şeyi zorlaştıranların anlatımlarıdır. Yüce Yaradan, bu konuda bizleri şöyle uyarıyor.
5 Maide Suresi 87: “Ey inananlar, Allah’ın size helâl kıldığı güzel ve temiz yiyecekleri haram etmeyin. Çünkü Allah, sınırı aşanları sevmez.” Yüce Yaradan, Nahl 116 da benzer vurguyu yapar.
İnanan insanlar bazı şeyleri kendi düşüncelerine göre haram ilan ettikçe, insanlara yaşamı zorlaştırdıkça, insanların mallarını haksız yere yedikçe, bu ortamlardan bıkan insanlar, “bu imtihan da neyin nesi, zaten dünyaya gelmeyi biz istemedik” diye söylenirlerken, haklı konuma gelirler. Fakat onlar, Yüce Yaradan’a değil, Allah’ın dinini kendi menfaatlerine uyduran bazı insanlara kızmaktadırlar.
Diğer taraftan, Tevbe Suresi 34’de Yüce Yaradan, bizleri bazı din adamlarına karşı uyarıyor: “Ey iman edenler, şurası bir gerçektir ki, Yahudi hahamları ile Hristiyan rahiplerinin birçoğu, insanların mallarını haksız yere yerler ve onları Allah yolundan saptırırlar…”
Ayette bahsedilen haham ve rahiplerin davranışlarının aynısını, maalesef Kur’an’ı anlatmakla yükümlü olan imamların birçoğu da sergilemektedir.
Şimdi tekrar düşünelim. Din adamlarının birçoğunun bile, insanların mallarını haksız yere yedikleri, insanları Allah’ın yolundan saptırdıkları bir ortamda, Yüce Yaradan’ın, masum ve düzgün insanları korumak için kurduğu imtihan sistemini, kimler mantıksız olarak niteler? Kimler, itiraz eder? Herhalde yalnızca, başkalarını kandırarak hak yiyenler ve ezenler, yani kendilerini, akıl, vicdan ve iradelerinin değil, hormonlarının yönettiği insanlar itiraz ederler.