İSLÂMİ FİNANSIN TEMELLERİ ÜZERİNE DÜŞÜNCELER 2

İSLÂMİ FİNANSIN TEMELLERİ ÜZERİNE DÜŞÜNCELER 2

 

Ticareti teşvik eden İslâm’ın yasakladığı tek alışveriş, paradan para kazanmaktır. Çünkü İslâm’a göre para, bir emtia değildir. Bir değişim aracıdır. Takas usulü ticaretin zorluklarını aşmak için kullanılan bir araçtır. Dolayısıyla alınıp satılamaz.

Bilhassa, kâğıt paranın bizatihi kendisi, doğrudan hiçbir işe yaramaz. Yenilmez, içilmez, giyilmez. Yani insanın fizyolojik ihtiyaçlarını doğrudan karşılayamaz. Eski dönemlerde paralar, altın, gümüş veya bakır madenlerinden metal olarak basılırdı. Dolayısıyla madeni paranın kendisinin –en azından madeni bir eşya olarak- bir değeri vardı. Şimdiki madeni paralar, sadece bozukluk olarak tanımlanan, değeri çok küçük miktarlar için kullanılmaktadır. Günümüzdeki metal paraların, basıldıkları madenlerin emtia olarak değerleri de, paranın üzerinde yazan miktardan çok daha düşüktür.

Kâğıt para, bir değişim aracı olarak kullanıldığı takdirde, İslâm’a aykırı değildir. Fakat İslâmi anlayışa göre, paranın kendisi, bir tasarruf aracı değildir. Çünkü yukarıda ifade ettiğimiz gibi, para, yenilmez, içilmez, giyilmez. Yani doğrudan fizyolojik bir ihtiyacı karşılamaz. Ancak, ihtiyaçlarını giderebilmek için herhangi bir şey satın almak isteyenlere veya kendisinin ihtiyacı olan bir emtiayı almakta değişim aracı, hesap birimi olarak tasarruf edilebilir. Fakat bu tasarrufun da sınırı vardır. Kur’an, malları üst üste yığmamızı istemez. (Fecr Suresi 20, Mearic Suresi 18, Tevbe 43)

Paranın zaman değeri, para olarak tutulduğunda, yoktur. Takdir edileceği gibi, para üretim faaliyetine girerse, zaman değeri oluşur. Konuyu daha iyi kavramak için piyasa şartlarına bir bakalım. Eğer ürettiğimiz bir malı peşin ödeme ile satarsak değeri daha düşük olur. Çünkü vadeli satışta, tahsilatı yapmanız her zaman mümkün olmaz. Zamanında tahsil etsek bile, eğer enflasyon varsa, sattığımızı yerine koyup koyamayacağımız belli değildir. Dolayısıyla peşin satmak daha garantili bir ticaret olur.

Bazı mücbir sebeplerden dolayı zararına satış yapmak durumunda kalınmadıkça, belki az kâr edilir, ama mutlaka kâr elde edilmiş olur. Bu sebeple ticaretle uğraşanlar, parayı para olarak tutmak yerine üretime veya bir emtiaya bağlamak isterler. Bu anlayışla yapılan ticaret, İslâm’a aykırı değildir. Çünkü para tasarruf edilmemekte, emtia tasarruf edilmektedir. Gerek üretimde kullanılan gerekse doğrudan satış işleminde kullanılan emtia, alınması, işlenmesi, depolanması ve satılması sırasında, istihdam oluşturur. Bu nedenle sadece iş sahibine değil, başkalarına da faydalı olur. Hâlbuki paradan para kazanılması durumunda, kendisinin dışında hiç kimseye bir yararı olmaz.

Bilindiği gibi İslâm, Necm Suresi 39uncu ayette “Doğrusu insana çalışmasından başka bir şey yoktur.” şeklindeki ifadeden anlaşılacağı gibi, çalışarak para kazanılmasını hedef alır. Bu nedenle, çalışmadan, karşılığında bir şey verilmeden elde edilen kâr, haksız kazanç olarak değerlendirilmiştir.

Dikkat edilirse İslâm’ın amacı, insanları, borcunun veya alacaklısının kölesi olmasını engellemektir. Bir insanın veya devletin bir başkasının kölesi konumuna düşmesinin en önemli sebebi, aradaki parasal bağımlılıktır. Alacaklının gaddar olması durumunda, borçlunun ezilmekten başka seçeneği yoktur. Bu ortam halk arasında “alacaklı mısın, Azrail’sin” sözüyle ifade edilir.

Borç alan kişi, aldığı borçla yaptığı işte zarar edebilir. Fakat geleneksel sistemde, alacaklı olan “beni ilgilendirmez” diyerek, parasını faiziyle tahsil etme hakkına sahiptir. Bu ortam, alacaklı ile borçlunun şartlarının eşit olmadığını gösterir. Böyle bir durumda, İslâm, borçlu sıkıntıda ise, borçluyu sıkıştırmamasını ve hattâ hali vakti yerindeyse, alacağından vazgeçmesini öğütler.

Bakara 280: “Eğer borçlu darlık içindeyse, ona ödeme kolaylığına kadar bir süre tanıyın. Ve bu gibi borçlulara alacağınızı bağışlayıp sadaka etmeniz eğer bilirseniz sizin için, daha hayırlıdır.”

İslâm, bu uygulama ile eşit olmayan şartların ortadan kalkmasına vesile olur. İslâm’da borç faiz karşılında verilmez. Borcun verilmesi, tamamen hayırseverlik kapsamı içerisindedir. Be nedenle, borçlu iyi niyetli olmasına rağmen dara düşmüşse, borcu veren insan, hayırseverliğin gereğine göre davranır.

Alacaklının izni olmadan, borç başkasına devredilemez. Alacaklı kabul etmeden borçta indirim yapılamaz. Alacaklının bilgisi olsa bile, borç başkasına satılamaz. Bütün bunların yapılması İslâm’a aykırıdır.

Kur’an, ribayı yasaklamıştır. Bakara Suresi 275: “Riba (faiz) yiyen kimseler, şeytan çarpan kimse nasıl kalkarsa ancak öyle kalkarlar. Bu ceza onlara, “alışveriş de faiz gibidir” demeleri yüzündendir. Oysa Allah, alışverişi helal, faizi de haram kılmıştır. Bundan böyle her kim, Rabbinden kendisine gelen bir öğüt üzerine faizciliğe son verirse, geçmişte olanlar kendisine ve hakkındaki hüküm de Allah’a kalmıştır. Her kim de yeniden faize dönerse işte onlar cehennem ehlidirler ve orada süresiz kalacaklardır.”

276: “Allah faizi mahveder, oysa sadakaları bereketlendirir. Allah günahta ve inkârda direnen hiç kimseyi sevmez.”

İslâm’da yasaklanan riba, paranın doğrudan para kazanması işleminin sonucudur. Bazı İslâm düşünürleri, ribanın alanını tanımlarken daha katı yaklaşmaktadırlar. Onlara göre, borç para alan bir kişi, bu borcu faizsiz olarak almış olsa bile, eğer borç verene sırf para verdiği için hediyeler verirse, bu hediyeler riba kapsamına girmektedir. Bu kanaate varmalarının sebebi olarak, bu hediyelerin sırf para ilişkisinden verildiği ve alacaklıya fayda sağladığı fikrini ileri sürmüşlerdir.

Bize göre, verilen hediyelerin maddi değeri, aradaki dostluğu pekiştirecek nitelikte ve borç alınan paranın faiz getirisi ile mukayese edilemeyecek kadar düşük ise, riba alanına girmemesi gerekir. Fakat bazı insanların, Hz. Muhammed’in “aranızda hediyeleşiniz” düsturunu bahane ederek, konuyu rayından çıkarmaları mümkündür. Bazı insanlar, kendilerini çok akıllı olarak görerek, verdikleri borcun karşılığında faiz istemediklerini, buna karşılık borç verdikleri kişinin kendilerine hediye vermesini isteyebilirler. Böylece İslâmi açıdan şeklen uygun davrandıklarını düşünerek, faiz almadıklarını, hediye verildiğini söyleyebilirler. Nitekim İslâmi Bankacılık yaptıklarını söyleyen bazı kurumların yaptıkları da, şekilciliktir. (Bu konu bir başka makalemizde kısaca incelenecektir.) Dolayısıyla, bazı İslâm âlimleri, insanların bu yola başvurmaları ihtimalinin önünü kesmek için, böyle bir yorum yapmış olabilirler.

Faiz alınmasını yasaklayan Kur’an’da, faiz verme konusunda net bir tavır ortaya koyan ayeti ben bulamadım. Kur’an’da, faiz verilmesi hususunun, açık bir şekilde, işlenmemesinin muhtemel sebebi, faizin alınmadığı, faizsiz ve hayırsever anlayışla borç verildiği, zekât ve infak uygulamasıyla, fakirlerin ve güçsüzlerin korunduğu bir ortamda, faiz vermeyi gerektirecek bir konumun olmayacağıdır. Bu sebeple, İslâmi anlayışa uygun şartlarda, faiz alınmadığından faiz veren de olmayacaktır.

Ancak, geleneksel ekonomik sistemin temeli, faiz üzerinedir. Günümüzde kazanılan paraların %80’e yakını, üreterek ve çalışarak elde edilmemektedir. Kazançlar, sair gelirler denilen borsa-döviz-faiz ile uyuşturucu-silah-kadın gibi yasadışı ticaretin gelirleridir. Bu sebeple, kendisi faiz almayan insanlar bile, geleneksel sistemde, faiz vermek zorunda kalmaktadırlar. Hattâ faiz almamak için direnen insanların birçoğu, geleneksel sistemin zorlamalarına dayanamayarak, faiz almak mecburiyetinde kalmaktadırlar.

Ayrıca enflasyonun olduğu ortamlarda, çalışma imkânı olmadığı için ticaret yapamayan ve mevduatına faiz almayan insanlar, kendilerinin sebep olmadığı zarara uğramaktadırlar. Onların bu durumlarının sorumluları, devleti yönetenlerdir. Eğer devleti yönetenler, sıfır enflasyon ortamı sağlasalardı, kişilerin paralarının değeri düşmeyeceğinden faiz almak zorunda kalmazlardı. Fiyat artışlarının olmadığı bir ortamda faiz almaya kalkışan bir insan, İslâmi açıdan kesinlikle suç işlemiş olurdu. Bu konuyla ilgili düşüncelerimizi devam eden yazılarımızda daha ayrıntılı ifade edeceğiz.

Bu yazı Genel kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.