İSLÂM, DENGE DİNİDİR
Yüce Yaradan’a teslim olmak anlamındaki İslâm, yalnızca insanlarda ruhi bir inanç sistemi oluşturarak, kişilere ahlâki bir terbiye vermeye çalışmaz. İslâm, sadece kâinatı Allah’ın yarattığını, bizim de evrenin yaratılışı üzerine düşünmemizi öğütleyen bir fikir hareketi de değildir.
Bu durum Yüce Yaradan’ın sözleri olan Kur’an’a bakıldığında kolayca görülür. Kur’an, bizlerin hem şahsi hem de toplum hayatımızla ilgili hüküm ve önerilerde bulunmaktadır.
Aranıldığında Kur’an’da ekonomik sistemle ilgili çok hüküm ve öneri bulunacaktır. Kur’an toplumsal bir düzen için ölçüler vermektedir. O’nda medeni ve cezai hukuk sistemi hüküm ve önerileri vardır. Devletlerarası ilişkiler için bilgiler mevcuttur. İslâm aynı zamanda bir fikri yönetici, beden ve ruh eğitimcisidir.
Her bir özelliği ayrı yazı konusu olan ve ileride ayrı ayrı irdeleyeceğimiz, Kur’an’ın getirdiği ve bizlere öğütlediği dengelerin bazılarını, kısaca şöyle sıralayabiliriz.
İslâm, kişinin bedeninin (nefsinin), aklının ve ruhunun ihtiyaçları arasında denge kurar. Bunlardan hiçbirini, diğerlerinin ihtiyaçlarına ezdirmez. Böyle olunca insanı, birbirine zıt ve çeşitli fikirlerle yönetmez. Yani İslâm’da bidat (çelişkili fikirler) yoktur.
İslâm’ın bir diğer denge kurduğu alan, madde ile manâ arasıdır. Dolayısıyla maddi güç ile ruhsal kuvvet arasında dengeli davranışı öğütler. Böylece ekonomik gösterge ile ahlâki gösterge arasında denge kurulmasını sağlar.
İslâm, insanların ve toplumların huzurunu ister. Bu sebeple oluşturmak istediği dengeleri, birbirine zıt menfaatlerin çatışması üzerine kurmaz. İslâm’ın denge temelini, ekonomik ihtiyaçlar da belirlemez. Dengenin temeli, karşılıklı rıza ve sevgi esasına dayanır.
Kişi veya kişilerin menfaati uğruna toplum düzeninin bozulmasını istemez. Toplumun huzurunu ve düzenini bozmadan her şahsın menfaatleri arasında denge kurmaya çalışır. Bu açıdan bakıldığında İslâm şahsi mülkiyeti kabul eder. Ama mülk verdiklerine mülkün asıl sahibinin Allah olduğunu hatırlatır ve başıboş bırakmaz.
İslâm, kişinin talepleri ile toplumun istekleri arasında da denge kurar. Bu öyle bir dengedir ki, kimse bir diğerine baskı kuramaz. Yani ne kişiler birbirlerine, ne kişiler topluma ne de toplum kişilere baskı kurabilir. Böyle olunca da hem kişi(ler) hem de toplum huzur bulur.
İslâm, benzer şekilde toplumdaki guruplar arasında ve milletler arasında dengeli davranmamızı ister. Sınıf ayrımını kabul etmez. Dolayısıyla gerek toplumların veya ret ettiği sınıfların, gerekse milletlerin sadece menfaatleri için birbirine tahakküm etmelerine engel olur.
Daha önceki bazı yazılarımızda belirtiğimiz gibi, İslâm ile ilim arasında bir çatışma yoktur. Aynı şekilde akıl ile din arasında da çatışma olmaz. Aksine akıl ile düşünenler ve ilimle araştıranlar, dinin öğretilerini daha net kabul ederler. Araştırmaları derinleştikçe onların kalpleri daha mutmain olur, yani yatışır. İmanları daha sağlamlaşır.
Zaten İslâm’ın gayelerinden birisi de, Yüce Yaradan’ın verdiği aklı hurafelerden kurtarmaktır.
Sonuç olarak denilebilir ki, İslâm’ın gayesi hayatın ta kendisidir.
Bakara Suresi 256. Ayet: “Dinde zorlama yoktur. Doğruluk, eğrilikten (sapıklıktan) kesin olarak ayrılmıştır. Artık her kim tağutu inkâr edip Allah’a iman ederse, o işte en sağlam tutamağa yapışmıştır; öyle ki onun için kopmak yok. Allah işitir, bilir.”
Allah’ım, Senin gönderdiğin ayetleri anlayabilmemiz için bizlere anlayış ihsan eyle.
Senin verdiğin öğütleri tutabilmemiz için, irade gücümüzü artır.
Senin her şeye gücün yeter.