İSLÂM DİNİNİN DİREĞİ NAMAZ MIDIR?
Kur’an ayetlerinden anladığımıza göre, Yüce Yaradan’ın, peygamberleri aracılığıyla insanlara ilettiği bütün dinlerde namaz vardır.
Günümüzdeki semavi dinlerin başlangıcının peygamberi olan Hz. İbrahim, Mekke’de oğlu İsmail ile birlikte Kâbe’yi inşa ettikten sonra orada namaz kılmıştır. Hz. Muhammed’in ümmetine de, Kâbe’deki İbrahim Makamında namaz kılmaları aşağıdaki ayetle emredilir:
Bakara Suresi 2/125: Biz ta o zaman bu Beyt’i, insanlar için bir sevap kazanma ve bir güven yeri kıldık. Siz de Makamı İbrahim’den kendinize bir namazgâh edinin. Ayrıca İbrahim ile İsmail’e şöyle ahit verdik: “Beytimi, hem tavaf edenler için, hem kendini ibadete verenler (duranlar) için, hem de rükû ve secde edenler için tertemiz tutun!”
Kur’an, bununla da yetinmez. İsrail oğullarının bir peygamberi olan Hz. Zekeriya için, şöyle bir ifade kullanır:
Meryem Suresi 19/11: (Zekeriya) Nihayet mihraptan (ibadethane) kavmine karşı çıktı da onlara “Sabah ve akşam (Rabbinizi) tesbih edin” diye işaret etti
Yani Zekeriya, mihrapta namazını kıldıktan sonra kavminin karşısına gelir. Bu olay, hanımı kısır, kendisi de çok yaşlı bir durumda iken, Yüce Yaradan’ın kendisine Yahya isimli bir oğul vermesinin belirtileri hakkındaki olaylar üzerine anlatılır.
Bir İsrail kızı olan Hz. Meryem’e hitap eden şu ayet de, ona namazı tarif eder. Ali İmran Suresi 3/43 : “Ey Meryem, kalk Allah için divana dur, secdeye kapan ve rükû edenlerle birlikte rükûa var.”
Hz. Meryem’e yapılan tavsiye, Hz. Muhammed’in ümmetinin kıldığı namazın tarifinin aynısıdır. Buradan da anlaşılıyor ki, namaz, önceki semavi dinlerde de vardı ve aynı şekilde kılınıyordu. Burada bir hususa dikkatinizi çekmek istiyorum. Hz. Meryem’in oğlu olan Hz. İsa’nın, annesine emredilen namaz kılmadığını ve çevresindekilerden namaz kılmalarını istemediğini söylemek mümkün değildir. Dolayısıyla, Hıristiyanlıkta da namaz vardır, hem de aynı hareketler şeklinde kılınması emredilmiştir.
Demek ki namaz önemlidir. İslâm âlimlerinin çoğunluğu bu önemi gördükleri için, namazı dinin direği olarak nitelemişler ve halka bu şekilde anlatmışlardır. Aşağıdaki ayet, onların bu anlatımını kuvvetlendirmiştir.
Ankebut Suresi 29/45: (Ey Muhammed!) “Kitaptan sana vahyolunanı oku, namazı da dosdoğru kıl. Çünkü namaz, insanı hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah’ı anmak elbette en büyük ibadettir. Allah, yaptıklarınızı biliyor.”
Yukarıdaki Kur’an ayetinde, “namaz, insanı kötülükten alıkoyar” denildiği için, âlimlerin “namaz dinin direğidir” sözü, halk tarafından doğru bir vurgulama olarak algılanmıştır. Hâlbuki ayette “Allah’ı anmak elbette en büyük ibadettir” denilmektedir. Allah’ı anmak, sadece namaz kılmak değildir. Ayrıca, “Allah’ı anmak, ibadetlerin en büyüğüdür” denilmesinden de anlaşılacağı üzere, yalnızca ibadetlerin en büyüğüdür. Eğer, Allah’ı anmak, dinin direği olsaydı, Yüce Yaradan, ayetlerinde bu durumu açıkça söylerdi.
Dinin direğinin namaz olup olmadığını, Kur’an ayetleri üzerine irdelemeler yaparak netleştirmeye çalışalım.
Kur’an’da, yapılması istenilen bir emir şeklinde söylenildiğinde, namaz ve zekât birlikte bahsedilir. İkisinin, aynı ayet içerisinde birlikte emredilmesi, hem namazın hem de zekâtın, ibadet açısından aynı öneme sahip olduğunu gösterir. Bu durumda, dinin direğinin namaz olduğunu söyleyen İslâm âlimleri, kendi görüşlerini bile eksik söylemiş olmaktadırlar. Aynı ayetler içerisinde birlikte emredildiğine göre, o zaman, dinin direği bir tane değil, iki tane demektir. Dolayısıyla ayetlere göre namaz ve zekât, ikisi birden dinin direği olmalıdır.
Peki, namaz ve zekât ikisi birlikte dinin direği midir?
Eğer namaz ve zekât dinin direkleri olsaydı, namaz kılmayanların ve zekât vermeyenlerin, emredileni yapmadıkları için bir cezalandırma ile karşılaşmaları gerekirdi. Hâlbuki Kur’an’da hiçbir ayette, namaz kılmayana ve zekât vermeyene ceza verileceğinden bahsedilmez. Bu iki emrin geçtiği ayetlerde, sadece, bunları yapanlara ne fayda sağlayacağı söylenilir.
Diğer taraftan, eğer, namaz ve zekât dinin direkleri olsaydı, Yüce Yaradan, namaz kılanları ve zekât verenleri cennetine alacağını net bir şekilde beyan ederdi.
Böyle bir beyanın olup olmadığını, yine Kur’an’a bakarak anlamaya çalışalım.
Tövbe Suresi 9/18: “Allah’ın mescitlerini, ancak Allah’a ve ahiret gününe inanan, namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren ve Allah’tan başkasından korkmayan kimseler imar eder. İşte onların doğru yolu bulanlardan olmaları umulur.”
Dikkat edilirse, ayette “namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren insanlar hakkında, “doğru yolu bulanlardan olacakları umulur” denilmektedir. Yani ayetin sonunda, “onlar doğru yolu bulanlardır, onlar cennette ebedi kalacaklardır” şeklinde bir ifade yoktur.
Şimdi konumuzla bağlantılı olan başka ayetlere bakalım.
Bakara Suresi 2/82: “İman edip salih ameller işleyenler, işte öyleleri cennet ehlidirler ve orada ebedî kalıcıdırlar.”
Yine aynı surenin 112inci ayeti: “Hayır, hayır! Kim özü iyilik dolu olarak yüzünü Allah’a tertemiz döndürür ve teslim ederse, işte onun Rabbi katında ecri vardır. Onlara hiçbir korku yoktur ve onlar mahzun da olacak değiller.”
Yukarıda verdiğimiz 82 ve 112inci her iki ayette de, namaz kılmak ve zekât vermekten bahsedilmez. İstenilen şey, iki tanedir. Birincisi iman etmek, ikincisi salih amel işlemek, yani iyilik dolu olmaktır. Dikkat edilirse, her iki ayetin sonunda da, iman edip iyilik dolu olanların, cennete girecekleri, onlara korkunun olmadığı beyanı vardır.
Demek ki, Tövbe Suresi 18inci ayete göre, namaz kılıp zekât vermemize rağmen, doğru yolu bulup bulamayacağımız, yani cennete girip giremeyeceğimiz belli değildir. Ayette, namaz kılıp zekât verenlerin cennete girenlerden olması umulur demektedir. Dikkat edilirse bu ayette bahsedilmeyen bir davranış, “salih amel işlemek, yani iyilik dolu olmak” halidir. Dolayısıyla, namaz kılıp zekât verdiği halde, iyilik dolu olmayanların cennete girmeleri garanti değildir.
Yukarıdaki ayetlerden net bir şekilde anlaşıldığına göre, Allah’ı anmak anlamında olan namaz, ibadetlerin en büyüğüdür. Ancak, dinin direğinin, namaz ve/veya zekât olmadığı anlaşılmaktadır. İslâm âlimlerinin çoğunluğunun namazı, dinin direği olarak anlatmalarının altında kötü niyet aramaya da gerek yoktur. Belki de, âlimlerin hesabı, insanları namaza yönlendirerek, kişilerin namaz kıldıkça düşünmeye başlayacakları ve kendilerini düzelterek, kötülükten sakınacakları hususundaki umuttur. Bizce de bu umut her dönemde var olmuştur. Namaz kılan insanların bir gün gerçekleri görme ihtimalleri her zaman vardır. Yeter ki, namazı, insanları kandırarak aldatmak için kılanlardan olmasınlar.
Kur’an’da, namaz kılmanın karşı şıkkı olan kılmayanlara bir ceza verilmesinden bahsedilmediğini ifade etmiştik. Hâlbuki Yüce Yaradan, Kur’an’ında, salih amel işlemenin yani iyilik dolu olmanın karşı şıkkı olan; yalan söylemeyi, hırsızlık yapmayı, yetim hakkını yemeyi, zina yapmayı, insanları aldatmayı, yani iyilik değil, kötülük dolu olmayı cezalandıracağını net bir şekilde ve sıkça beyan etmektedir.
O halde, hem yukarıda verdiğimiz ayetlerden, hem de Kur’an’daki ceza ve ödül bahislerinden anlaşıldığı üzere, eğer dinin direğinden bahsedilecekse bu, iman etmek ve salih amel işlemek, yani iyilik dolu olmak olması daha uygundur.