İNSANLIĞIN HUZURU İÇİN

İNSANLIĞIN HUZURU VE DİNDARLIK KONUSUNDA YAPILABİLECEKLER

 

Konu insanlığın huzuru olduğu için, insanı ilgilendiren her alanda çalışmalar yapılmalıdır. Bir alanda yapılacaklar, diğer alanlarla uyumlu, bazen ortak olmalıdır.

Tarihin Aydınlattığı Gelecek isimli kitabımda, bir ülkenin bütün yönleriyle kalkınabilmesi ve insanları huzuru için, on ayrı alanda birden çalışma yapılması ve tedbirler alınması gerektiğini vurguladım.

Bu alanlar şunlardı: Eğitim, Kültür, Maliye-Vergi, Üretim-Teknoloji, Bilim, Dış Politika, Kurumlaşma-Devlet, Ordu, Adalet-Hukuk ve Sağlık.

Bütün alanlarda yapılabilecekler, ülke bazında bazı değişiklikler gösterebilir. Elbette her ülke, tarihsel gelişimine ve insanlarındaki genel anlayışa göre kendine özgü tedbirler alacaklardır. Ancak bütün dünya ortak hareket ederlerse, sonuç daha iyi olur.

İnsanlığın huzuru konusunda bu yazı kapsamında yazılabilecekler sınırlı olacaktır. Ancak bu konu, değişik yönleriyle başka yazılarımızda ele alınacaktır. Bu yazıda genel anlamda işin temelini oluşturan konular ele alınacaktır.

İnsanoğlu ruhunun derinliklerinde, “kesinlik” ve “inanç” arzusu taşır. Bir insanda hem kesinlik hem de inanç üst seviyede olursa ona “kesin inançlı” denilir. İşte biz de, buradan yola çıkacağız. Zaten Kur’an’ın yöntemi de, önce kesinlik ve imanı oluşturmaktır.

Tarihe baktığımızda, gerek bütün semavi dinlerde, gerekse Budizm’de, Hinduizm’de Marksizm’de, iş hayatında, aşk hayatında, vatan müdafaasında vb konularda her zaman kesin inançlılar olmuştur.

Kesin inançlı insanların mücadele azimleri, en üst seviyededir. Ta ki, inançlarındaki kesinlik azalana veya kaybolana kadar geri dönmezler. Kesinlik biterse, mücadele de biter. Güvendiği dağlara kar yağdığını gören bir insan, neredeyse hayata küser. Bu sebeple insanlardaki kesinlik ihtiyacının zedelenmemesi gerekir.

Kesinliğin zedelenmemesi için, öncelikle inandığı davasının hak ve adalet üzerinde inşa edilmiş olması gerekir. İkinci olarak, bu davayı savunanların, inandıklarını yaşayan insanlar olmalıdır.

Günümüzde bütün insanlığa şamil olabilecek (kapsayacak) bir kesinlik, sadece Kur’an’da vardır. Hükümleri birbiriyle çelişmeyen, insanlığın huzuru için gönderilen, bir insanın hayatının her önemli kararı için hükümler içeren, korunmasını Yüce Yaradan’ın üstlendiği tek Kitaptır.

Kur’an’ın yol göstericiliğine rağmen günümüzde İslâm Âlemi, kötü bir örnek durumundadır. Bu nedenle Kur’an’ın söylemlerinin uygulamalarını, Hz. Muhammed’in (s.a.v.) dönemini esas alarak takip etmeliyiz.

İnsan-din-Tanrı ilişkilerinde sonradan oluşan kurumlar ve gurupların çoğunluğunun, insanlardaki kesinlik anlayışını yıktığını söylemek yanlış olmaz. Çünkü bu kurum ve gurupların çoğu, kendilerini haşa! Yüce Yaradan’ın yerine koyarak, insanlara notlar veriyorlar. Dini zorlaştırıyorlar. Birbirlerine ve kendilerine zulmediyorlar.

Hz. Muhammed ise, Sahabesinin, çok hassas düşündüğü için Kur’an hükümlerine uymadığı şeklinde anlamsız bir suçluluk duygusu beslemesine izin vermekten nefret ederdi. Sahabelerini bazen, “Allah yükümlülükleri kolaylaştırmanız için sizleri gönderdi, zorlaştırmanız için değil” diyerek ikaz ederdi. Zaten Kur’an hükmü de aynı idi.

Hz. Peygamber, maneviyatın, kişinin nefsini yani dürtülerini kabul etmesi ama bunlara hâkim olmaya çalışması anlamına geldiğini yerleştirmeye çalışırdı. Esas olanın özdenetim olduğunu vurgulardı. Hz. Muhammed’in Kur’an’ı yorumlarında, Cihadın özü, barış arayışı idi.

Günümüzdeki dini kurumlar ve gurupların çoğu, Hz. Muhammed’in uygulamalarının neredeyse tam tersini yapmaktalar. İnsanların huzursuz olmalarına sebep olmaktadırlar. Dolayısıyla kurumlar ve guruplara bu yönde çeki düzen vermek gerekiyor.

Kur’an’da bilimle uğraşanların, Allah’a doğru yaklaştıklarından bahseder. Burada kastedilen bilim, doğal bilimlerdir. Sosyal bilimler dediğimiz disiplinler sonradan ortaya çıkmışlar ve bilim dalı olma iddiasında bulunmak için gayret sarf etmektedirler.

Önceki yazımızda anket sonuçlarını verdiğimiz gibi, doğal bilimlerle uğraşanlar arasındaki dindarlık oranı %50 civarındadır. Hem de modern çağda nasıl olur diye sorduracak şekilde. Eğer, pozitif ilimlerde sadece ciddi başarılar göstermiş ilim insanları üzerinde bir araştırma yapılsaydı, dindarlık oranının daha yüksek çıkması ihtimali yüksek olurdu.

Bu sonuçlar bize yapacaklarımız konusunda yol gösteriyor. İnanç konusunda toplumu aydınlatacakları, başarılı pozitif ilim insanları arasından seçmeliyiz. TV’lerde sadece sosyal disiplinlerin ve teologların katılacağı tartışma programları, halkın kafasını daha çok karıştırmaktan başka bir işe yaramaz. Mutlaka pozitif bilimlerin değerli insanları tartışmalara dâhil edilmelidir.

Kaptan Custov’un Cebelitarık boğazında, tuzlu su ile tatlı suyu birbirine karıştırmayan bir sistemin olduğunu gözlemlemesi, Kur’an’da bundan bahsedildiğini öğrenmesi (Rahman Suresi 19-20. ayetler) ve bunu insanlarla paylaşması, dini kurumların en tepesindekilerin yaptıkları konuşmalardan daha etkili olmuştur.

Benzer şekilde hayvanlar âlemindeki belgeseller, bir yaratıcının varlığının, insan mantığında en çok yankı bulan göstergeleridir. Yüce Yaradan da Kur’an’ında, bütün hayvanların da insanlar gibi toplum halinde olduklarını vurgular. Hayvanlara verdiği içgüdü ve ihtiyaçları kadar akıl sayesinde bütün hayvanlar, ne yapacaklarını, dostlarını, düşmanlarını, toplum hayatını vb bilmekte ve öğrenmektedirler.

Önceki yazımızda belirtiğimiz gibi, doğal ilimler “nasıl” sorusuna, dinler ise “niçin” sorusuna cevap ararlar. Felsefe gibi sosyal disiplinler de “niçin” sorusuna cevap arama iddiasındadırlar.

Hâlbuki filozoflar, sosyologlar ve psikologlar yakından incelendiklerinde, birçoğunun kendi ömürleri içerisinde dâhi, birbirine zıt fikirler savundukları anlaşılır. Daha kendisini ikna edememiş olanların, insanlara yol göstermeleri beklenir mi? Aksine kendi kafaları nasıl karışık ise, herkesin kafasını da öyle karıştırırlar.

Biz kesinlik aradığımıza göre, pozitif bilimlerin başarılı insanlarının çalışmalarından ve fikirlerinden faydalanmalıyız. Biz inancımızı ancak böyle güçlendiririz.

İnsanların kafalarının karışmasına sebep olan bir başka kurum, siyasettir. Siyaset sonuç alma sanatıdır. Muhalefette iken farklı, iktidar sorumluluğu ve şartları altında farklı davranılabilir. Dolayısıyla, politikacı iyi niyetli bir bile olsa, toplum tarafından “kıvırtan” biri olarak algılanır. Dolayısıyla anlattıklarına inananlar azalır. Oy verilmeye devam edilmesinin başka nedenleri vardır.

Kötü niyetli politikacıların ise, kendi menfaatleri dışındaki hiçbir şeyi gözleri görmez. Bunların insanların inançlarında yapacakları tahrifat daha büyük olur.

Sonuç olarak ilk yapılması gereken, insanların imanlarını güçlendirmektir. Bunun için bir taraftan da, yukarıda bahsedildiği gibi, insanlardaki imanın güçlenmesine vesile olacak nitelikte her alanda çalışmalar yapmaya devam etmeliyiz. Diğer taraftan insanları bilerek kandıranları, hukuk içerisinde cezalandırmalıyız.

Eflatun der ki: “Kötülüklerin en büyüğü, haksızlıkların cezasız kalmasıdır.” O halde insanları huzurlu kılabilmek için, Kur’an’ın ve Hz. Muhammed’in yöntemlerini uygulayacağız. Yani hem seveceğiz ve alicenap olacağız, hem yaptıkları haksızlıklarından ısrarla dönmeyenleri, hiç düşünmeden Allah’ın bize gösterdiği hukuk içerisinde cezalandıracağız, hem de toplumu ilgilendiren her alanda bu yönde reformlar yapmaya çalışacağız. Ama yaptığımız reformları da Kur’an’a uygun yapacağız ki, bir süre sonra yeni bir reform ile ters bir anlayış sergileyerek değiştirmek zorunda kalmayalım.

Umudumuz o ki, modern karşıtlığına ve Ortaçağ idealine dayanan bağnaz dindarlık anlayışı, hangi dinde olursa olsun kendisine yer bulamayacaktır. Gerçek Tanrı ve O’nun dini, insanlara yol gösterecektir.

Bu yazı Genel kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.