İNSANLARI TANRI YARATMASAYDI, MANEVİ EŞİTLİK OLUR MUYDU?
İnsanlar arasında fiziksel ve zihinsel eşitlik yoktur. Eğer eşit olsalardı, o zaman insan değil, melek olurlardı. Demek ki, fiziksel ve zihinsel eşitsizlik, insan olmanın temel kuralıdır.
İnsanlar arasındaki eşitlik, manevi açıdandır.
Her insan, doğuştan bakıma muhtaçtır. Her insan, doğuştan masumdur. Tanrı nezdinde, her insan aynıdır. Bazı insanların fakir, bazılarının zengin olmaları, onların Tanrı nezdindeki eşitliğini değiştirmez. Benzer şekilde, bir insanın sultan veya çoban olması, Tanrı’nın onu yargılamasını engellemediği gibi, yargı yöntemini de değiştirmez. Bir insanın erkek veya kadın olması da, Tanrı’nın açısından fark etmez. Her iki cins de manevi olarak eşittir.
Yüce Yaradan’ın, insanlar arasında yaptığı ayrım, insanların kendi hür iradeleriyle oluşturdukları davranışlara paraleldir. Tanrı, kibirli davranan bir zengine iyi gözle bakmamıştır. Buna karşılık, kendisini düzeltmek ve temizlenmek isteyen bir yoksula sevecen yaklaşmıştır.
Abese Suresinin ilk 11 ayetinde bahsedilenler, bizim yukarıdaki düşüncelerimizi teyit etmektedir. Ayetlerde, Hz. Muhammed’in (s.a.v.), zengin ve etkili birisine ilgi gösterip, âmâ yani doğuştan kör olan bir insanı incitmesi eleştirilmektedir. Yüce Yaradan’ın nezdinde her insan manevi açıdan eşittir. Ancak, bu manevi yönlerini öne çıkaran şahıslar, kullanmayan insanlara göre, Tanrı nezdinde daha itibarlıdırlar. Çünkü onlar, Allah’ın kendilerine verdiği özellikleri geliştirmeye çalışmışlardır.
Tanrı nezdinde insanların eşit olduklarının dünyevi göstergelerinden birisi, ibadethanelerdeki durumdur. Bilindiği gibi ibadethanelerde, insanlar arasında ayrım yoktur. Yan yana oturan insanlar, tesadüfen çok zengin veya çok fakir kişiler olabilir. Bu durumu tarafların hiçbiri yadırgamaz. Birlikte ibadet ederler.
Tanrı nezdinde, her insanın haysiyeti, şerefi, şahsiyeti vardır. Çünkü bunları insana veren, zaten Yüce Yaradan’ın bizzat Kendisidir. Tanrı, bu hususlarda her insana eşit yaklaşır. Bu eşit yaklaşım, insanların kendi hür iradeleriyle davranışlarında oluşturdukları farklılıklar sonucu değişmeye başlar.
Allah, insanları fiziksel ve zihinsel olarak farklı özelliklerde yaratmasının sebebini Kur’an’da açıklamaktadır. Zuhruf Suresi 32inci ayette, Yüce Yaradan, birbirimize iş gördürebilmemiz ve böylece toplum düzenini oluşturabilmemiz maksadıyla, insanlara farklı özellikler verdiğini anlatır.
Kimi okuyucular, insanlar arsındaki manevi eşitlik hususunda fikir beyan etmiş bazı düşünürlerin varlığını öne sürerek, eşitliğin sadece Tanrı nezdinde olmadığını ifade edebilirler. Gerçekten de, tarih içerisinde erdem ve ahlâk üzerine güzel fikirler ifade edenler olmuştur. Bilinen en eski dönemden günümüze ulaşan bilgilere göre, bu düşünürlerin en meşhurları Antik Helen devrinde yaşayanlardır.
Bu düşünürlerin eşitlik konusundaki fikirleri ile Tanrı’nınkileri kıyaslarsak, farkı daha iyi anlarız. Sokrates, Aristo, Pisagor ve Platon gibi düşünürler, eşitliği hür insanlar arasında uygulanacak şekilde savunmuşlardır. Köleleri hiç hesaba katmamışlardır. Bilgeler bile, köleleri insan olarak görmemişlerdir. Ayrıca, bu bilgeler son tahlilde, mensubu bulundukları site devletine, ait oldukları topluluğa veya sınıfa sıkı sıkıya bağlı olmuşlar ve kendilerini, dışlarındakilerden üstün görmüşlerdir. Sadece Sokrates, bu fikre saplanmamıştır.
Hâlbuki Yüce Yaradan, kutsal kitaplarında, bütün insanların aynı kökten geldiklerini sürekli vurgulamaktadır. Bu vurgulamanın sıkça olmasının sebebi, insanların eşit olduklarını bize anlatmaktır.
Kökleri konusunda eşit olan insanlar, Tanrı nezdinde ölüm hususunda da eşittir. Her insan ölümlüdür. Allah’ın elçileri bile ölümlüdür. Hiç kimseye ayrıcalık yoktur.
Kutsal kitaplara bakılınca, Tanrı’nın bütün insanlardan benzer şeyleri yapmalarını istediği anlaşılmaktadır. Farklı olarak, sadece zenginlerden ilave isteklerde bulunulmuştur. Zenginlerden sadaka vermeleri, mallarını fakirlere dağıtmaları istenilmiştir. Bu açıdan bakılınca, zenginlerle fakirlerin, Tanrı nezdinde eşit olmadığı izlenimine kapılmak mümkündür. Ama gerçek böyle değildir.
Böyle olmamasının birinci sebebi, kutsal kitaplara göre mülk, insanların değil, Tanrı’nındır. Dolayısıyla zenginler, Yüce Yaradan’ın emanetçileridir. İkinci nedeni ise, sadaka vermek, kutsal kitaplara göre, sadece zenginlere mahsus olarak görülmemiştir. Güleryüzlü bir davranış, yaşlı bir insana veya çocuğa yolda yürürken yardımcı olmak gibi hususlar, sadaka olarak değerlendirilmiştir. Böylece, sadaka konusunda da insanlar eşitlenmiştir.
Diğer taraftan hümanizm anlayışı da, Tanrı’nın insanlara karşı eşit bakışı ile kıyaslandığında çok sönük kalır. Bilindiği gibi hümanizm, insanı merkeze alır. İnsanın Tanrı ile ilişkisiyle ilgilenmez. Amacı, insana özgürlüğünün değerini anlatmaktır. Aslında bunu yaparken bile, bu özgürlüğü insana verenin Tanrı olduğunu, dolaylı olarak onaylamaktadır.
Hümanizm, insanın ihtiyaçlarını karşılayabilmesini arzular. İnsanın gelişimini hedefler. Daha güzel bir dünya ve daha güzel bir hayattan bahseder. Fakat bu güzel hedeflere ulaşmak için takip ettiği yol, materyalist anlayışla örtüşmektedir. İnsanı, üreten ve tüketen bir konuma indirger. Böylece insanı, duygusal robotlar durumuna düşürür.
Hümanizmin bir başka kolu, tam anlamıyla ateisttir. Bunların en önemli isteği, malların, insanların ihtiyaçlarına göre eşit dağılmasıdır. İnsanları, bu şekilde eşitlemeye çalışırlar. Bu tip eşitlemenin sonu, tek tip insan oluşturmaktır.
Daha ayrıntılı irdelendiği takdirde, hümanizmin hatası net olarak ortaya çıkmaktadır. Hümanizm, insanların şahsiyetlerini hiçe sayarak onları kişiliksizleştirmektedir. Belki yapmak istedikleri bu değildir. Fakat sonuç buraya gitmektedir.
Görüldüğü gibi, en meşhur düşünürler veya en güzel olarak nitelenen fikir akımları, insanlara eşit bakamamaktadır. İnsanlara insanca yaklaşamamaktadır. Bunun temel sebebi gayet basittir. Her insan benlik duygusuna sahiptir. Düşüncelerinde tarafsız olması çok zordur. Düşüncelerinde tarafsız olsalar bile, davranışlarında olamamaktadırlar. Bu gerçeği anlatan güzel bir veciz söz vardır: “Akıllar pazara çıkarılmış. Her insan kendi aklını almış.”
Hiçbir kimse, zekâ seviyesi tam notun üzerinde olsa bile, Yüce Yaradan’ın akıl seviyesine ulaşamayacağına göre, bütün fikirler, Tanrı’nın düşünceleri karşısında rekabet edemez.