ALLAH, İNSANI KENDİ NEFSİNE KARŞI NEDEN ŞAHİT TUTUYOR?
Araf 172: “Bir de Rabbin, Âdemoğullarından, bellerindeki zürriyetlerini alıp da onları kendi nefislerine şahit tutarak: ‘Ben sizin Rabbiniz değil miyim?’ dediği vakit, ‘pekâlâ Rabbimizsin, şahidiz’ dediler. Böyle yapmamız kıyamet günü ‘Bizim bundan haberimiz yoktu’ dememeniz içindir.
Araf 173: “Yahut atalarımız daha önce şirk koşmuşlardı. Biz onlardan sonra gelen bir nesil idik, şimdi o batıl yolu tutanların yaptıkları yüzünden bizi helâk mi edeceksin, dememeniz içindir.”
Üzerinde en çok ve birbirine zıt fikir yürütülen ayetlerden birisi Araf 172’dir. Bizim yapacağımız yorum, Yüce Yaradan’ın verdiği akıl, vicdan ve iradeye dayanarak oluşturduğumuz kendi görüşümüzdür. Gerçeği sadece Allah bilir.
Bu ayet hakkında yorum yapabilmek için, Kur’an’ın genel anlatım yöntemini göz önünde tuttuk. Kur’an’daki anlam bütünlüğünü, hep aklımızda bulundurduk. Ayrıca 172nci ayetin anlatım tarzıyla benzer olan aşağıdaki ayetlerdeki mecazi anlatım yöntemine dikkat ettik.
Ahzab 72: “Biz o emaneti göklere, yere ve dağlara arz ettik, onlar, onu yüklenmeye yanaşmadılar, ondan korktular da onu insan yüklendi. O gerçekten çok zalim ve çok cahildir.”
Fussilet 11: “Sonra duman hâlinde bulunan göğe yöneldi; ona ve yeryüzüne, ‘İsteyerek veya istemeyerek gelin’ dedi. İkisi de, ‘İsteyerek geldik’ dediler.”
Kur’an’ın genel anlatımına bakıldığında, “oku” emriyle üç konunun kastedildiği anlaşılır. “Oku” emriyle kastedilen ayetlerin biri, Hz. Muhammed’e (s.a.v.) vahiy ile indirilen ve Allah’ın kelâmı olan Kur’an’dır. Diğeri, kâinat olarak da tanımlayabileceğimiz tabiattır. Üçüncüsü, insanın bizzat kendisidir.
Peygamberlere gelen vahiyler ve peygamberlerin insanlara anlattıkları hakkında, insanların şahit tutulmaları pek mantıklı değil. Çünkü birinin şahit olabilmesi için, şahitlik yapacağı olayı yaşamış veya görmüş olması gerekir. Aksi takdirde şahitliği kabul edilmez.
Dolayısıyla peygamberlere gelen vahiylerden de, insanlar değil, ancak peygamberlerin kendileri şahit tutulabilirler. Nitekim ayet de, buna işaret eder:
Araf 6: “Kendilerine peygamber gönderilenlere mutlaka soracağız. Peygamberlere de elbette soracağız.”
Ayette bahsedilen bizce şahitlik değildir. Peygamberlerin anlattıklarıyla ilgili olarak insanların ne karşılık verdiklerini sorgulamaktır. Nitekim Kasas Suresi 65: “O gün Allah onları çağırıp ‘Peygamberlere ne cevap verdiniz?’ diyecektir.” ayeti de, bizim bu yorumumuzu desteklemektedir.
Benzer şekilde, Maide 109: “Allah, Resulleri topladığı gün: ‘Size ne cevap verildi?’ der. ‘Bizim bilgimiz yok’ derler, ‘gizlileri bilen yalnız Sensin, Sen!”. ayeti ile de insanların şahitliği değil, onların cevapları sorgulanmaktadır.
Yüce Yaradan, peygamberlerinden de söz almıştır. Ahzab 7: “Unutma o peygamberlerden misaklarını aldığımız vakti! Hele senden, Nuh, İbrahim, Musa ve Meryemoğlu İsa’dan ki onlardan ağır bir misak (sağlam bir söz) aldık.”
Ahzab 8: “(Bunu Allah), sadıklara sadakatlerinden sormak için yaptı. Kâfirler için ise acı verecek bir azap hazırladı.”
Demek ki Allah, peygamberlere indirilen vahiylerle ilgili olarak, insanları şahit tutmayacağını ifade etmiştir. Yine ayetlerden anlaşılan, insanlara, sadece peygamberlerin anlattıklarına ne cevap verdikleri sorulacak ve sorgulanacaktır.
Yüce Yaradan’ın gönderdiği ve okunmasını istediği diğer ayet, tabiatın yani kâinatın bizzat kendisidir. Nitekim Kur’an’da geçen birçok ayette, tabiattan örnekler verilir. Bu örneklerin bir kısmı, pozitif ilimde ilerlenildikçe daha anlamlı hale gelmektedir. Bilindiği gibi kutuplarda, çöllerde veya dört mevsim yaşanan yerlerdeki tabiat olayları farklıdır. Dolayısıyla insanları düşünmeye sevk eden konu sayısı da her bölgede farklıdır.
Kutuplarda veya çöllerde yaşayan insanlar için, bilhassa geçmişte tek düze bir tabiat vardı. Yüce Yaradan’ın çok çeşitli nimetlerini görmediklerinden, tabiata bakarak bir Yaratıcının olduğunu düşünebileceklerin sayısı az olabilir. Hâlbuki dört mevsim yaşanan ve ilaveten denize kıyısı olan yerlerdekiler bu açıdan daha şanslıdırlar.
Belki, bölgelerle ilgili bizim fikir yürüttüğümüz yukarıdaki bu açıklamalar, belki de bilmediğimiz sebeplerle Yüce Yaradan, insanları tabiat ayetlerinden dolayı şahit tutmamıştır. Fakat tabiat ayetlerini yani doğa olaylarını düşünmemiz için, sürekli bizleri uyarmıştır. Düşünerek bakılınca, tabiat olayları bizler için Allah’ın varlığının delilleri niteliğindedir.
Okunması istenilen ayet kelimesi ile kastedilenlerin sonuncusu, insanın bizzat kendisidir. Her dönemdeki her bir insan, kendisinin dünyaya gelmesi için nasıl bir başlangıç gerektiğini bilir. Yüce Yaradan’ın verdiği aklı kullanan her insan, basit bir meniden muazzam bir yapıda insanı oluşturan bir yaratıcının olduğunu bulur. Nitekim Allah, olayları anlayacak kabiliyeti, sadece insana vermiştir.
Ayrıca Yüce Yaradan insana verdiği akla ilaveten, sahip olduğu akılla olayları inceledikten sonra karar alırken kullanması için kişiye vicdan da vermiştir. Vicdanını kullanarak aldığı kararları uygulayabilmesi için de, insana irade vermiştir.
Yani Allah Kendisinin varlığını ispat edecek delillerini, insanların her birine sunmuş ve bu delilleri anlamalarını sağlayacak mekanizmaları da vermiştir. Geçmişte yaşamış insanlar için de, gelecekte var olacak insanlar için de, aynı deliller geçerlidir. Delillere ilaveten doğruyu yanlıştan, haklıyı haksızdan ayırt edebilecek vicdani kabiliyetleri de Yüce Yaradan vermiştir. Doğru olanı, hak olanı yapabilmemiz için de ayrıca irade vermiştir.
İşte Yüce Yaradan, insana verdiği bu özellikleri şahit tutmaktadır. Çünkü her bir insan, Allah’ın delillerini görmüş, idrak etmiş, yaşamıştır. Peki, şahitlik ne hakkında olacaktır? Şahitlik, insanın nefsine uyarak yaptıklarına karşılık olacaktır.
Yüce Yaradan kıyamet günü muhtemelen diyecektir ki; “Ey akıl, vicdan ve irade; sizler, Benim delillerimi yaşadınız. Dolayısıyla Benim sizin Rabbiniz olduğumu bildiniz ve kabul ettiniz. O halde şimdi şahitlik zamanıdır”.
Allah’ın şahit tutmayacağı insanlar, bu özellikleri vermediği kişiler olabilir. Zaten Yüce Yaradan, yalnızca akıl verdiklerini sorumlu tutacağını ifade etmektedir.
Dolayısıyla akıl sahibi hiçbir insan, Araf 173’teki gibi, “biz atalarımızdan böyle gördük” diyemeyecektir. Böyle demeye kalkışırsa, aleyhe şahitliği bizzat Allah’ın o insana verdiği akıl, vicdan, irade gibi unsurlar yapacaktır.
Sonuç olarak Allah, kişinin dünyaya gelmesine vesile yaptığı her bir insanın spermine, delillerini yerleştirmiştir. Dolayısıyla her bir kişi, dünyaya gelip akıl baliğ olup meseleyi anladığı anda, Rabbinin varlığın bilmiş ve şahit olmuştur. Belki de farklı olan, insanlardaki akıl baliğ olma zamanıdır. Kimisi genç iken kimisi ölümüne yakın anlayabilir.
Bazıları ise anlamadan ölürler. Aslında onlar, nefislerine yenildikleri için anlamak istememişlerdir. Belki de kendi başlarına kaldıklarında düşünmüşler, ama girdikleri yoldan dönemeyeceklerini, dönerlerse dünyevi varlıklarını kaybedeceklerini zannederek, yanlışlarından vazgeçmemişlerdir. Çünkü dünyaya peşin, ahirete veresiye gözüyle bakmışlar, dünyayı tercih etmişlerdir.
Maturidi gibi bazı âlimler Araf 172’yi “Allah’ın her bir insanı babasının sperminden başlayarak yarattığını ifade ettiği” şeklinde yorumlamışlardır. Dolayısıyla her insan ayrı zamanda yaratılmıştır ve yaratılmaya devam edecektir. Alınan söz, her insanın kendisinin babasının sperminden yaratılış zamanına aittir. Bizim yorumumuz, Maturidi ile aynı temele oturmaktadır. Farklılık, açıklama yöntemlerinde ve ayrıntıdadır.
Ancak bazı âlimler yorumlarında, insanlardan alınan sözün zamanı olarak, Hz. Âdem’in yaratıldığı dönemi belirtirler. Allah’ın, Hz. Âdem’in beline yaptığı masajla, kıyamete kadar gelecek bütün insanları Hz. Âdem’in belinden toz halinde çıkardığını savunmuşlardır. Bazı âlimler ise, Hz. Âdem’in belinden peygamberleri, peygamberlerin belinden de bütün insanları çıkardığını iddia etmişlerdir.
Son iki yorumu yapan âlimler, yorumlarının sonucu olarak kâlû-belâ diye bir kavram oluşturmuşlardır. Hz. Âdem’in belinden elde edilen tozların zamanı olarak belirtilen kâlû-belâ anlayışının, insanları hangi hatalı yorumlara sürüklediği konusu, bir başka yazıda ele alınacaktır.
Bize göre ayetlerin açıklamaları yeterlidir. Âlimlerin bazılarının kâlû-belâ anlayışını oluşturan yorumlarını, Yüce Yaradan’ın kendisine akıl verdiğini düşünen her bireyin kendi anlayışına havale ediyorum.
Allah’ım bizlere, Senin gönderdiğin ayetleri anlayabilmemiz için, anlayış ihsan eyle.