İSLÂM’DA İNSAN HAKLARI, BİR ZORUNLULUKTUR
Hz. Muhammed’in (s.a.v.) İslâm’ı tebliğe başladığı dönemde, insan hakları anlayışının çok yetersiz olduğu bir gerçektir. İslâmiyet, birçok konuda olduğu gibi, insan hakları hususunda da devrim yapmıştır. Fakat ilerleyen dönemlerde Müslümanların bazı uygulamaları, bu devrimi törpülemiştir.
İslâmiyet adına yapılan yanlış uygulamalar, günümüz insanına, insan hakları anlayışının 1789 Fransız İhtilali ile gündeme geldiğini düşündürtmüştür. Gerçekten de bu devrim, insan haklarının bir “hak” olduğunu dünya gündemine getirmiştir.
Hâlbuki Kur’an’a göre insan hakları sadece bir hak değil, bir görevdir. Bir zorunluluktur. Devletin görevi, insan haklarını korumaktır. İnsanların görevlerinden birisi de, diğer insanların haklarına saygı ve rıza göstermektir.
Bu sitedeki “insanlığın varlık sebepleri üzerine düşünceler” konulu bir yazımızda bahsedildiği üzere, “Niçin buradayız?” sorusunun cevabı, hem Allah’a kulluk etmek hem de Yüce Yaradan’ın yarattıklarının (canlı veya cansız) haklarını, sahiplerine vermek için buradayız şeklinde anlaşılmaktadır.
Demek ki, İslâm’ göre asıl görevimiz, hak sahiplerine haklarını vermektir. İster devlet olarak, ister bir zümre olarak, ister bir fert olarak görevimiz, insanlara haklarını vermektir.
Bazen devletin-toplumun ve fertlerin hakları birbiriyle çatışabilir. Böyle durumlarda maslahat denilen fayda esas alınarak karar verilmelidir. Mecburen girilmiş bir savaşta veya terör saldırısında, devletin ve toplumun güvenlik hakkı öne çıkar. Bu süre zarfında bazı insan hakları sınırlanabilir. Çünkü Kur’an’a göre “bazılarını bazıları ile def etmeseydik dünyada huzur bozulurdu” anlayışı gereği, öncelik huzuru sağlamak olur. Fakat savaş bittiğinde veya teröristler teslim olduğunda, tekrar insan hakları bir zorunluluk olarak yerine getirilir.
Barış zamanlarında, toplumun hakları öne çıkar. Toplumun hakları, Kur’an’a göre, “kendilerine nimet verilenlerin, bunları paylaşarak, insanları eşitlemeye çalışmakla” yerine getirilir. Bu haklar, refah seviyesinde eşitlenme, eğitimde eşitlenme, idarecileri denetleme, yönetime katılma veya yöneticileri eleştirme gibi haklardır.
Günlük işlerde ise, ferdin hakları öne çıkar. Gerek devlet-fert, gerekse gurup-kişi ilişkilerinde, şahısların hakları esas alınmalıdır. Fertler arası ilişkilerde ise, karşı tarafa öncelik verilmelidir.
Fakat haksızlık yapanlar, Kur’an’da bize verilen örnekler doğrultusunda mutlaka cezalandırılmalıdır. Eğer bunlar cezalandırılmazlarsa, en büyük insan hakkı ihlali yapılmış olur.
Din, masum insanların yaşama haklarını sağlamak ve insanların mutlu olmalarına vesile olmak için vardır. Dolayısıyla en büyük insan hakkı, yaşamak ve mutlu olmaktır. İslâmiyet, beden sağlığına yani yaşama hakkına, dini kuralların uygulanmasından daha çok önem vermektedir. Dini bazı yasaklar, zaruret halinde, insan yaşamını kurtarmak için, esnetilmiştir. Örneğin; leş, kan ve domuz eti yasağı, mecbur kalındığında sağlığını kurtaracak kadar yenilmesi şartıyla esnetilmiştir.
İslâm açısından bu kadar çok önemsenen insanların yaşama ve mutlu olma haklarını, zor kullanarak yok edenler önce uyarılır. Gerekirse tekrar yol gösterilir. Güzellikle anlatılır. Ama kendilerini düzeltmezlerse, masumların yaşama ve mutluluk haklarını sağlamak için gereken ne ise, mutlaka yapılır. Çünkü insan haklarını korumak, bir zorunluluktur.